DNA’yı ticari mal haline getirmekten
tutun, insanları birer robot-köleye
çevirmeye kadar geniş spektrumlu
bir planın bir parçası.
ÖLÜM TOHUMLARI :
Yazar : Gazeteci
F. William Engdahl,
"Biz dünya nüfusunun %6.3'ünü oluşturuyoruz ama zenginliğinin yarısına sahibiz. Bu farklılık özellikle bizler ve Asyalılar kadar büyük. Böyle bir durumda kıskanılma ve gücenilme gibi bir durumda olamayız. Gelecek dönemdeki asil görevimiz, ulusal güvenliğimize bir zarar getirmeden bu farklılık durumunu sürdürebileceğimiz bir ilişki kalıbı tasarlamaktır. Bunu yapmak için de tüm duygusallık ve hayallerden uzak durup dünyanın her yerindeki ulusal hedeflerimize odaklanmalıyız. Kendimizi çıkarlarımızdan fedakaarlık ederek dünyanın iyiliği için lüksümüzden vazgeçeceğimiz konusunda kandırmamıza hiç gerek yok." Seorge Kennan, 1948
Bu kitap küçük bir sosyo-politik elit zümre tarafından 2.Dünya Savaşı sonrasında Vaşington'da ele alınmış bir proje ile ilgilidir. Bu, Kennan'in "farklılık durumunu sürdürebilmek" tümcesinin nasıl hayata geçirildiğinin anlatılmamış hikâyesidir. Aynı zamanda bir avuç insanın savaş sonrası tüm kaynaklara ve güce sahip oluşunun da hikâyesidir.
Bu, güç devrimi tarihinin de ötesindedir, hattâ bilim dâhi bu azınlığın hizmetine sokulmuştur. 1948'de Kennan'in da kendi notlarında tavsiye ettiği gibi, herhangi bir fedakârlık veya dünyanın iyiliği düşünülmeden acımasız politikalar uygulandı.
Seleflerinin aksine İngiliz imparatorluğu içindeki hâkim guruplar, yeni beliren 'Amerikan eliti, kendilerini savaştan sonra, "Amerikan Yüzyıh"nın şafağında ilan ettiler ve hitap yeteneklerini, dünyanın iyiliği için düşüncesini kendi amaçlarına uygun şekilde kullandılar. Onların Amerikan Yüzyılı daha yumuşak ve kibar bir imparatorluk olarak sömürgecilikten kurtuluş, demokrasi, ekonomik gelişme ve özgürlük kisvesi altında diğer ulusların kaderlerine hükmedebilen, Büyük İskender'den sonraki en büyük küresel imparatorluktu.
Bu kitap "Bir Savaş Yüzyılı: Anglo-Amerikan Petrol Politikaları ve Yeni Dünya Düzeni" adlı kitabın bir devamı niteliğindedir. Petrolden sonra ikinci bir "kırmızı hattı" takip eder. İnsanın yaşamını sürdürebilmesinde en temel ihtiyacı olan günlük ekmeğinin karşılanmasını konu alır. 70'ler boyunca bu Amerikan elitin menfaatine hizmet eden kişi, hayatı boyunca 'güç dengesi1 politikalarının bir uygulayıcısı olan Henry Kissinger'di. Ve dünya hâkimiyeti konusundaki şu fikrini açıklamıştır; "Petrolü kontrol edersen ulusları kontrol edersin, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin."
"Küresel yiyeceği kontrol etme plânı" 1930'ların başlarına, savaşın patlak vermesinden önceye dayanır. Bu organizasyon belli başlı bazı ailelerin servetlerini korumak amacıyla seçilmiş özel kuruluşların yardımlarıyla maddi olarak destek görmüştür. Bu aileler güç ve zenginliklerini doğu sahili boyunca
Boston,
Vaşington, New York ve Philedelphia'ya yerleştirmişti. Bu sebeple
egemen medya kuruluşları sıkça onlara atıfta bulunmuş, zaman zaman alay konusu
etmişlerse de genellikle övmüşlerdir.
Savaşla birlikte Amerikan gücünün ağırlık merkezi doğu sahilinden Seattle,Houston, Las Vegas, Atlanta ve Miami gibi bölgelere dağıldı. Sonradan da Asya, Japonya ve Latin Amerika'ya.
2.Dünya savaşından bir süre önce bir aile diğerlerine göre daha fazla öne çıkmıştır. Bu ailenin serveti, uğruna kan dökülen ve savaşılan 'kara altın' petrole dayanıyordu. Bu aileyle ilgili olağandışı olan ise ailenin sadece petrole değil, diğer başka alanlarda da yatırım yapmaya karar vermesi olmuştur. Psikoloji, tıp, gençlerin eğitimi, tarım, biyoloji ve biyolojinin tarımsal uygulamalarına yatırım yapmışlardır. Çoğu kişinin fark etmediği devasa bir büyüme ve gelişme göstermişler, servetlerini de o ölçüde büyütmüşlerdir.
Bu kitapta ele alınan ana konu olan 'genetiği değiştirilmiş organizmalar' ya da GDO'nun tarihi, dönemin güçlü ailelerinden olan Rockefeller ailesinin (ve 4 kardeşin - David, Nelson, John ve Laurance) tarihiyle paralellik göstermektedir -ki savaşın Amerikan zaferiyle bitmesinden sonraki 30 yıl süresince güç evrimine bu insanlar yön vermiştir. Gücün tamamı ellerindedir ancak işin maliyeti tüm dünyayı etkilemiştir.
Bundan 30 yıl önce, erk Rockefeller ailesinin etrafında toplanmıştı. Bugün ise 4 kardeşin 3'ü çeşitli nedenlerle vefat etmiştir. Tüm amaçları, daha sonraları Pentagon'un 'tam spektrum egemenlik' adı vereceği, gerektiğinde askeri gücün de devreye sokulabileceği küresel hâkimiyetti. Projeleri o günlerdeki küçük bir güç gurubundan bugün hayal bile edemeyecekleri, tüm gezegenin geleceği hakkında inisiyatif sahibi oldukları bir noktaya evirildi.
Kaltım mühendisliği ile bitki ve diğer canlı organizmaların patentlenmesi tarihinin anlaşılabilmesi için 2.Dünya savaşını takip eden yıllardaki Amerikan gücünün dünyada nasıl yayıldığına bakmak gerekir.
George Kennan, Henry Luce, Averell Harriman ve hepsinden önce Rockefeller kardeşlerin tarım sektöründe başlattığı 'yeşil devrim' sayesinde Petro-kimyasal gübre, petrol ve enerji ürünlerine bağımlılık arttı. Onların o günlerde yaptıkları bugünün genetiğini değiştirme tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Yüzyılın başında gerçekleşen 4 çokuluslu dev şirket birleşerek dünya üzerindeki çoğu insanın temel besinlerinin (pirinç, soya fasulyesi, buğday, mısır ve hatta bazı sebze ve meyveler ile pamuk) kontrolünü ellerine geçirdiler. Hastalığa dayanıklı kümes ürünleri, genetiği değiştirilmiş, güya kuş gribine dayanıklı ürünler ve geni değiştirilmiş domuz ve sığır üretimi için çaba sarf etmişlerdir.
Dört özel şirketin üçünün Pentagonla kimyasal savaş araştırmaları konusunda sıkı bağları vardı. Dördüncü şirket aslen İsviçre kökenli olmasına rağmen İngiliz kontrolü altındaydı. Petrolde olduğu gibi GDO tarım projesi de bir Anglo-Amerikan küresel plânıdır.
Mayıs 2003'te Bağdat'taki acımasız Amerikan bombardımanının dumanı dağıldığında ABD başkanı GDO projesini stratejik bir konu haline getirdi ve ABD'nin savaş sonrası öncelikli dış politika gündemini oluşturdu. Dünyanın ikinci en büyük tarım üreticisi konumunda bulunan AB, bu küresel plânın önünde zorlu bir engel teşkil etmekteydi.
Her ne kadar Almanya, Yunanistan, Fransa ve Avusturya gibi AB ülkeleri diğer dünya uluslarına benzer şekilde GDO ekimine sağlık ve bilimsel nedenlerle karşı çıksalar da, 2006 yılı başlarında Dünya Ticaret Örgütü (WTO), AB'ni toplu GDO üretimi için kapılarını açmaya zorladı.
ABD ve İngiliz ordularının Irak'ı işgaliyle birlikte Vaşington, bu ülkeye genetiği değiştirilmiş tohumları ABD Tarım Bakanlığının bir cömertliği olarak göndermeye karar verdi. İlk büyük çaplı deney 90'ların başında çok uzun zamandır Rockefeller ailesinin bozduğu ve yolsuzlukla başı dertte olan Arjantin'de zaten yapılmıştı.
İlerleyen sayfalarda da göreceğiniz gibi GDO'nun yaygınlaşması ve çoğalması uğruna politik tehdit, hükümet baskısı, yalan, rüşvet yöntemleri kullanılmış ve hatta cinayetler bile işlenmiştir. Okurken bir suç romanı hissine kapılmanız sürpriz olmayacak. Tarımsal verimlilik ve dünyanın yiyecek sorunlarını çözme adı altında işlenen bu suçlar, bu küçük zümrenin amaçları doğrultusunda önemsizdir. Yapılan bunca şeyin hedefinde sadece para ve kâr yoktur. Nihayetinde bu güçlü aileler kimlerin merkez bankalarının başlarında duracağına karar verirler. Para onların yaratmaları ya da yok etmeleri için emirlerindedir.
Amaçları daha önceki despot ve diktatörlerin hayal ettikleri gibi mutlak dünya hâkimiyetidir. Kontrol edilmezlerse 10-20 yıl içerisinde bu hedeflerine ulaşmaları işten bile değil. Bu sebeple bu gerçeğin duyurulması ve herkes tarafından bilinmesi büyük önem arz etmektedir.
Savaşla birlikte Amerikan gücünün ağırlık merkezi doğu sahilinden Seattle,Houston, Las Vegas, Atlanta ve Miami gibi bölgelere dağıldı. Sonradan da Asya, Japonya ve Latin Amerika'ya.
2.Dünya savaşından bir süre önce bir aile diğerlerine göre daha fazla öne çıkmıştır. Bu ailenin serveti, uğruna kan dökülen ve savaşılan 'kara altın' petrole dayanıyordu. Bu aileyle ilgili olağandışı olan ise ailenin sadece petrole değil, diğer başka alanlarda da yatırım yapmaya karar vermesi olmuştur. Psikoloji, tıp, gençlerin eğitimi, tarım, biyoloji ve biyolojinin tarımsal uygulamalarına yatırım yapmışlardır. Çoğu kişinin fark etmediği devasa bir büyüme ve gelişme göstermişler, servetlerini de o ölçüde büyütmüşlerdir.
Bu kitapta ele alınan ana konu olan 'genetiği değiştirilmiş organizmalar' ya da GDO'nun tarihi, dönemin güçlü ailelerinden olan Rockefeller ailesinin (ve 4 kardeşin - David, Nelson, John ve Laurance) tarihiyle paralellik göstermektedir -ki savaşın Amerikan zaferiyle bitmesinden sonraki 30 yıl süresince güç evrimine bu insanlar yön vermiştir. Gücün tamamı ellerindedir ancak işin maliyeti tüm dünyayı etkilemiştir.
Bundan 30 yıl önce, erk Rockefeller ailesinin etrafında toplanmıştı. Bugün ise 4 kardeşin 3'ü çeşitli nedenlerle vefat etmiştir. Tüm amaçları, daha sonraları Pentagon'un 'tam spektrum egemenlik' adı vereceği, gerektiğinde askeri gücün de devreye sokulabileceği küresel hâkimiyetti. Projeleri o günlerdeki küçük bir güç gurubundan bugün hayal bile edemeyecekleri, tüm gezegenin geleceği hakkında inisiyatif sahibi oldukları bir noktaya evirildi.
Kaltım mühendisliği ile bitki ve diğer canlı organizmaların patentlenmesi tarihinin anlaşılabilmesi için 2.Dünya savaşını takip eden yıllardaki Amerikan gücünün dünyada nasıl yayıldığına bakmak gerekir.
George Kennan, Henry Luce, Averell Harriman ve hepsinden önce Rockefeller kardeşlerin tarım sektöründe başlattığı 'yeşil devrim' sayesinde Petro-kimyasal gübre, petrol ve enerji ürünlerine bağımlılık arttı. Onların o günlerde yaptıkları bugünün genetiğini değiştirme tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Yüzyılın başında gerçekleşen 4 çokuluslu dev şirket birleşerek dünya üzerindeki çoğu insanın temel besinlerinin (pirinç, soya fasulyesi, buğday, mısır ve hatta bazı sebze ve meyveler ile pamuk) kontrolünü ellerine geçirdiler. Hastalığa dayanıklı kümes ürünleri, genetiği değiştirilmiş, güya kuş gribine dayanıklı ürünler ve geni değiştirilmiş domuz ve sığır üretimi için çaba sarf etmişlerdir.
Dört özel şirketin üçünün Pentagonla kimyasal savaş araştırmaları konusunda sıkı bağları vardı. Dördüncü şirket aslen İsviçre kökenli olmasına rağmen İngiliz kontrolü altındaydı. Petrolde olduğu gibi GDO tarım projesi de bir Anglo-Amerikan küresel plânıdır.
Mayıs 2003'te Bağdat'taki acımasız Amerikan bombardımanının dumanı dağıldığında ABD başkanı GDO projesini stratejik bir konu haline getirdi ve ABD'nin savaş sonrası öncelikli dış politika gündemini oluşturdu. Dünyanın ikinci en büyük tarım üreticisi konumunda bulunan AB, bu küresel plânın önünde zorlu bir engel teşkil etmekteydi.
Her ne kadar Almanya, Yunanistan, Fransa ve Avusturya gibi AB ülkeleri diğer dünya uluslarına benzer şekilde GDO ekimine sağlık ve bilimsel nedenlerle karşı çıksalar da, 2006 yılı başlarında Dünya Ticaret Örgütü (WTO), AB'ni toplu GDO üretimi için kapılarını açmaya zorladı.
ABD ve İngiliz ordularının Irak'ı işgaliyle birlikte Vaşington, bu ülkeye genetiği değiştirilmiş tohumları ABD Tarım Bakanlığının bir cömertliği olarak göndermeye karar verdi. İlk büyük çaplı deney 90'ların başında çok uzun zamandır Rockefeller ailesinin bozduğu ve yolsuzlukla başı dertte olan Arjantin'de zaten yapılmıştı.
İlerleyen sayfalarda da göreceğiniz gibi GDO'nun yaygınlaşması ve çoğalması uğruna politik tehdit, hükümet baskısı, yalan, rüşvet yöntemleri kullanılmış ve hatta cinayetler bile işlenmiştir. Okurken bir suç romanı hissine kapılmanız sürpriz olmayacak. Tarımsal verimlilik ve dünyanın yiyecek sorunlarını çözme adı altında işlenen bu suçlar, bu küçük zümrenin amaçları doğrultusunda önemsizdir. Yapılan bunca şeyin hedefinde sadece para ve kâr yoktur. Nihayetinde bu güçlü aileler kimlerin merkez bankalarının başlarında duracağına karar verirler. Para onların yaratmaları ya da yok etmeleri için emirlerindedir.
Amaçları daha önceki despot ve diktatörlerin hayal ettikleri gibi mutlak dünya hâkimiyetidir. Kontrol edilmezlerse 10-20 yıl içerisinde bu hedeflerine ulaşmaları işten bile değil. Bu sebeple bu gerçeğin duyurulması ve herkes tarafından bilinmesi büyük önem arz etmektedir.
2. Dünya savaşından bir süre önce bir
aile, diğerlerine göre daha fazla öne çıkmıştır. Bu ailenin serveti, uğruna kan
dökülen ve savaşılan "kara altın petrol"e dayanıyordu. Bu aile ile
ilgili olağan dışı olan ise, ailenin sadece petrole değil, başka alanlarda da
yatırım yapmaya karar vermesi olmuştur. Psikoloji, tıp, gençlerin eğitimi,
tarım, biyoloji, ve biyolojinin tarımsal uygulamalarına yatırım yapmışlardır.
Çoğu kişinin fark etmediği devasa bir büyüme ve gelişme göstermişler,
servetlerini de o ölçüde büyütmüşlerdir.
Bu Çalışmanın Amacı: GDO
Bu kitapta ele alınan ana konu olan "genetiği değiştirilmiş
organizmalar"; ya da GDO'nun tarihi, dönemin güçlü ailelerinden olan
Rockefeller ailesinin (David, Nelson, John ve Laurance) tarihiyle paralellik
göstermektedir. Savaşın Amerikan zaferiyle bitmesiyle başlayan 30 yıllık güç
evrimine bu insanlar yön vermiştir. Gücün tamamı ellerindedir. Ancak işin
maliyeti, tüm dünyayı etkilemiştir.
Kalıtım Mühendisliği ile bitki ve diğer canlı organizmaların
patentlenmesi tarihinin anlaşılabilmesi için, 2. Dünya savaşını takip eden
yıllardaki Amerikan gücünün, dünyada nasıl yayıldığına bakmak gerekir.
George Kennan, Henry Luce, Averell
Harriman ve hepsinden önce Rockefeller kardeşlerin tarım sektöründe başlattığı
"yeşil devrim" sayesinde, Petro-Kimyasal Gübre, petrol ve enerji
ürünlerine bağımlılık arttı.
Yüz yılın başında gerçekleşen 4 çok uluslu dev şirket birleşerek, dünya
üzerinde çoğu insanın temel besinlerinin; pirinç, soya fasulyesi, buğday, mısır
ve hatta bazı sebze ve meyveler ile pamuğun kontrolünü ellerine geçirdiler.
Hastalığa dayanıklı kümes ürünleri, genetiği değiştirilmiş domuz ve sığır
üretimi için çaba sarf etmişlerdir. Dört özel şirketin üçünün, Pentagon'la
kimyasal savaş araştırmaları konusunda sıkı bağları vardı.
"Amaçları: Mutlak Dünya
Hakimiyeti Kurmaktır"
Mayıs 2003'de Bağdat'taki acımasız Amerikan bombardımanının dumanı
dağıldığında, ABD başkanı, GDO projesini stratejik bir konu haline getirdi.
ABD'nin savaş sonrası öncelikli dış politika gündemini oluşturdu. Dünya'nın
ikinci en büyük tarım üreticisi konumunda bulunan AB, bu küresel planın önünde
zorlu bir engel teşkil etmekteydi.
Her ne kadar Almanya, Fransa, Yunanistan ve Avusturya gibi AB ülkeleri,
diğer dünya uluslarına benzer şekilde GDO ekimine, sağlık ve bilimsel
nedenlerle karşı çıksalarda, 2006 yılı başlarında Dünya Ticaret Örgütü (WTO),
AB'nin toplu GDO üretimi için kapılarını açmaya zorladı.
ABD ve İngiliz ordularının, Irak'ı işgaliyle birlikte Washington, bu
ülkeye genetiği değiştirilmiş tohumları, ABD Tarım Bakanlığı'nın bir cömertliği
olarak göndermeye karar verdi. Rockefeller ailesinin İlk büyük çaplı deneyi,
90'ların başında yolsuzlukla başı dertte olan Arjantin'de gerçekleşmiştir..
1973'de Kissinger, ABD'nin tüm dış
politika kontrolünü kendi eline almak için girişimlerine başladı. Hem Dışişleri
Bakanı hem de Başbakan'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak Kissinger
"gıda"yı, petrol jeo-politikasıyla beraber en ön sıraya koydu. Bu,
gerçek durumu, yani artık Amerikan tarım endüstrisinin aile işi olmaktan çıkıp,
küresel şirket tarımcılığına dönüşümünü örtmeye çalışan bir kılıftı. Kissinger
o dönemde bir gazeteciye, "dünya hâkimiyeti" konusunda şu görürüşü
ortaya koymuştu:
"Petrolü kontrol edersen,
ulusları kontrol edersin, yiyeceği kontrol edersen, insanları kontrol
edersin."
1974'de Birleşmiş Milletler, Roma'da
büyük bir Gıda Konferansı düzenledi. Roma konferansında ABD'nin liderliğinde
iki ana tema tartışıldı. Bunlardan birincisi, dünya gıda kıtlığı açısından
sözde alarm verici derecede artan nüfustu ki, bu tek yanlı bir tespitti.
"Silah Olarak Yiyecek"
"Bu görevin arkasında Jhon D.
Rockefeller ve Rockefeller Nüfus Konseyi bulunmaktaydı. Temel düşüncesi 1939'a,
Dış İlişkiler Konseyi Savaş ve Barış Çalışmaları Projesi Başkanı Isaiah
Bowman'a dayanmaktaydı. Dünya nüfusunun azaltılması ve yiyeceğin kontrolü, Kissinger'ın
ana dış politika stratejisi haline gelmişti. Bu, yeni tehditlere karşı bir
çözüm, gelişen ülkelerden ucuz hammadde almaya devam etmenin yoludur.
'Kısırlaştır ya da Açlıktan Öl..!
"Dünya çapında nüfus artışı,
ABD'nin güvenliği ve deniz aşırı menfaatlerimiz" başlıklı bu notta, nüfus
kontrolü, stratejik hammadde ve gıda politikasından bahsediliyordu. Bu gizli
proje, Nixon tarafından Jhon Rockefeller'ın tavsiyesiyle başlatılmış, NSSM 200
olarak adlandırılmıştı.
ABD'nin durumu, daha çok Rockefeller'lar
tarafından belirlenmekteydi. Planın ana konusu, nüfusun azaltılması
politikalarıydı. Bu acımasız politikaya karşı Katolik Kilisesi, Romanya hariç
tüm komünist ülkeler, Latin Amerika ve Asya ulusları tepki gösterdiler. Bu
durumda ABD bu projeyi gizli yürütmeliydi. Tabii ki, projenin başında Kissinger
bulunmaktaydı.
Doğal olarak Kissinger biliyordu ki;
bu kaynak zengini ülkelerde nüfusun azaltılması konusunda bir çalışma
başlatılması halinde, emperyalist ve hatta soykırımcı olarak suçlanacaktı. O da
NSSM'in bu amaçlarını saklayabilmek için hilekâr bir propaganda kampanyasına
başladı.
Kissinger, ABD politikasını yürüten
elitin öngördüğü zorlayıcı tedbirleri ileri sürmeye devam etti. Açıkça gıda
yardımının ulusal gücün bir aracı olduğunu söyledi. Yalın bir yorumla, ABD
yardımının "nüfusunu kontrol etmeyen ve edemeyenler" arasında pay
edilmesini önerdi. Bu belgenin "çok gizli" olarak saklanmasının
sebebi de buydu: Kısırlaştır ya da açlıktan öl.
BİRİLERİ BİZİ ZEHİRLİYOR :
Şeytan ve onun
emrinde binlerce yıldır kadim ticaret elitleri , Yani şeytanın toplumlarda ve
toplumların önemli bireylerinde hastalık oluşturarak ve hastalıkları kontrol
ederek tarihin gidişatında etkili olmaya çalışmışlardır.
Gıda kaynaklarını
kontrol eden, insanlığı kontrol eder.Henry Kissinger
Rockefeller ve diğer büyük Abd’li
şirketler bilindiği üzere tarihte Naziler’e finansörlük yapmıştı, günümüzde ise
Gates, GDO devi Monsanto gibi şirketlerle birlikte GCDT- Küresel Hasat
Çeşitliliği Örgütü’nün finansörlüğünü yapmaktadır. Örgütün amacı, dünyadaki
tohum ve gıda kaynaklarını denetim altına almak. Rockefeller ayrıca ‘Yeşil
Devrim’ kampanyası altında özellikle afrika ve üçüncü dünya ülkelerine hibrid
(kısır) tohum pazarlayarak ve bu tohumlara muhtaç ederek, kitlesel kıyım
projesine devam etmektedir.
Sonuç olarak, gizli elit örgüt
üyelerinin, gıda ve tohum şirketlerinin başını tuttuğu,
insanlığın sağlığı ve yaşamına kasıtlı ‘gıda terörü’ estirdiği açık. Aynı
üyelerin ilaç, kozmetik, temizlik vb. şirketlerinin başına geçmediğini düşünmek
ise büyük saflık olur
Şimdi artık bu noktada kendimize
soralım, bu zehirler, gıdamızda, insan sağlığına hizmet adına var olagelmiş tıp
ve farmakolojinin pekçok metod ve uygulamalarında, havamızda, suyumuzda ne
geziyor? Kim, düşünce, idrak ve bilinçten yoksun, kalbi taşlaşmış, uyuşuk et
yığınları haline gelmemizi istiyor? Uzviyetimizi ve ruhumuzu her türlü hastalık
tasallutuna uğratmaya çalışanlar, varlığımıza ve varlığı gelecek nesillere
aktarmamıza kastı olanlar kimler?
“Gıda kaynaklarını kontrol eden, insanları kontrol eder.”
-Henry Kissinger
“Gıda güçtür! Biz bunu davranışları kontrol etmek için kullanırız. Bazıları buna rüşvetçilik diyebilir. Özür dilemiyoruz.”
-Catherine Bertini(ABD eski Tarım Bakanı Yardımcısı, BM Gıda Programı eski yöneticisi)
-Henry Kissinger
“Gıda güçtür! Biz bunu davranışları kontrol etmek için kullanırız. Bazıları buna rüşvetçilik diyebilir. Özür dilemiyoruz.”
-Catherine Bertini(ABD eski Tarım Bakanı Yardımcısı, BM Gıda Programı eski yöneticisi)
Komedi dizisi Seinfeld’in “The Mango”
bölümünde Jerry Seinfeld şöyle diyor: “Bilim adamları çekirdeksiz
karpuz yapmış. Çekirdeği tükürme sıkıntısı ne kadar büyük bir sorundu ki
vakitlerini ve enerjilerini buna harcamışlar?” Seinfeld’in saf bir yaklaşımla
anlayamadığı şu ki, o bilim adamlarının derdi bizi çekirdeği tükürme
zahmetinden kurtarmak değil. Gıdanın genetiğiyle oynanması fikri, daha fazla
tohum satarak para kazanmaktan çok çok öteye uzanıyor. Hayatın yazılımı olan
DNA’yı ticari mal haline getirmekten tutun, insanları birer robot-köleye
çevirmeye kadar geniş spektrumlu bir planın bir parçası.
Modern hayatta etrafımızda gördüğümüz
her nesnenin bir tanımı, hayli uzun bir özellikler listesi var. Alınıp satılan
her şey kitaplar dolusu yasa, yönetmelik ve standarda tabi. Bu durumu bir
gereklilik gibi algıladık, olağan karşıladık. Bize satılan şeylerin çok
ciddi ve sözüm ona mühim standartlarla tanımlanıyor olması gelişmişliğin bir
göstergesiydi. Bu “tanımlama” deliliği sonunda canlı varlıklara da ulaştı.
Bütün gıdamız canlı organizmalardan oluşur. Gıdanın tanımlanmasının ne anlama
geldiğini hiç düşündünüz mü? Bitkilerin, hayvanların… hatta insanların!anımlama
için kullanılacak ölçüt organizmanın “barkod”u olan DNA. Demek ki patentini,
telif hakkını (ya da üretim hakkını, adına ne derseniz deyin) almak istediğiniz
organizmanın DNA’sını yazabilmelisiniz. Genetik mühendisliği bunun için ortaya
çıktı. Dev şirketler canlıların DNA’sını çözüp hayatın patentini alsınlar diye.
Aldılar da.
Bugün Hindistan’da yüzlerce çiftçi
intihar ediyor. Nedeni genetiği değiştirilmiş(GD) tohum satan şirketlere
borçlarını ödeyememeleri. Ödeyememe nedeni tohumların şirketlerin vaat ettiği
verimi vermemesi ve daha fazla tohum almak zorunda kalmaları. Masrafların bu
kadar artmasının bir diğer nedeni GD tohumlarla kullanılabilecek olan ilacı
sadece tohumu satan şirketin üretiyor olması. Çiftçilerin GD tohumlara
yönelmesinin nedeni de dönüm başına daha fazla ürün almak. Ölmek istemeyen
çiftçinin diğer seçenekleri böbreğini satarak iflasını biraz daha
ertelemekya da tarlasını satarak aç kalmak.
Genetiği değiştirilmiş organizma(GDO)
sektörünün önde gelen şirketi Monsanto’nun Hindistan’daki kolu Mahyco’nun
sattığı Bollgard marka pamuk tohumları vaat edilen verimi vermiyor. Birlikte
kullanılan tarım ilacı Round-up, Bollgard dışında toprağın üstünde ve altında
ne varsa öldürüyor. Bollgard’ı Round-up olmadan kullanamıyorsunuz. Tohumun
satış sözleşmesinde tohumların tamamının satın alındığı yıl ekilmesi,
saklanmaması, diğer çiftçilerle paylaşılmaması mecbur tutuluyor. Zararlılara
karşı şirketin iddia ettiği korunmanın da sağlanamadığı bir çok gazete haberine
konu oldu. Tohumun zararları bununla da bitmiyor. Rüzgar, yağmur ve diğer doğal
yöntemlerle çevredeki tarlalara taşınıyor. Taşınan GD tohumlar çapraz tozlaşma
ile hakiki tohumların da soyunu bozuyor. Berkeley Üniversitesi GD ürünlerin
ekiminin yasak olduğu Meksika’nın hakiki mısırına GD mısır genleri karıştığını
belgeledi. Paraguay soyasına komşu ülke Brezilya’nın soyası(GD) karıştığı için
Paraguay’da GDO’lar serbest bırakılmak zorunda kaldı.
Hakiki tohum eken çiftçilerin
çevreden gelen hibrit ve GD tohumları ayıklamak ve tarlasını temiz tutmak gibi
bir zorunluluğu ortaya çıkıyor. Yakın tarlalardan rüzgar yoluyla gelen tohumlar
yüzünden organik tarım sertifikasını kaybeden çiftçiler var! Yetmiyor, şirket
komşu tarlada kendi tohumuna rastladığı zaman “tohumumu çaldı” diyerek zaten
mağdur olan çiftçiyi mahkemeye veriyor. Yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor.
Dürüst çiftçilerin bu saldırıdan kurtulması için ne kadar çok çaba harcanması
gerektiği aşikar.
GD tohumların üretiliş biçimi basitçe
bitkide bir çeşitkanser yaratma üzerine kurulu. Hedef hücrenin DNA’sı,
kaynak hücrenin DNA’sı ile doğal yollarla çaprazlanmayacağı için taşıyıcı
olarak bakteri ve virüsler kullanılıyor. Kaynak genleri taşıyan bakteri ve
virüsler hedef virüsleri “işgal” edip genleri aktarıyor. Bu hikayenin korkutucu
tarafı şu ki, siz bu GD organizmaları yediğiniz zaman bu başkalaşmış genler
midenizde ve bağırsaklarınızda çalışmaya devam ediyor. Bağırsaklarınızda
bulunan sindirim bakterilerinin de genlerinin değişmeyeceğini, hatta vücudunuza
bir kez girmiş bulunan DNA’nın diğer hücrelerinizi etkilemeyeceğini kimse
garanti edemiyor. Bu da işin sağlık açısından tehlikesini oluşturuyor.
Bildiğiniz gibi kansere neden olan ya da zemin hazırlayan etkenler uzun yıllar
sonra, vücutta birikim yaptıktan sonra harekete geçebiliyor ve bir çok
kanserojen etken 20.yy’da sanayi ürünlerine uzun süre maruz kalan insanların
hastalanması üzerine keşfedilebildi. GDO’ların da birer sanayi ürünü olarak
benzer süreçten geçtikten sonra kanserojen ilan edilmesi olası. Tabi o güne
kadar satın alınmamış laboratuar, üniversite, bürokrat, bakan kalırsa!
Son yıllarda GD olmayan, doğal
tohum genleri de patentlenmeye başladı. Türkiye’de doğal tavuk türlerini
üzerine patentleyen şirketler var. Bunun ne anlama geldiğini bir düşünün. Her
an arka bahçenizden bir bitkinizi götürüp üretim hakkını üzerlerine alabilir, sizi
kendilerine köle yapabilirler. Tarlasına isteği dışında GD tohumlarbulaşan
çiftçinin ürününün tohumu patentleyen şirketin malı olduğuna hüküm veren
mahkeme kararları var. Yakın gelecekte insan genlerini patentleyebilirler.
Genetik köle pazarları bilim-kurgu olmaktan çıkabilir. Hayatın patentlenmesini
normal bulanlar, çocuklarının, torunlarının şirketlerin malı olarak alınıp
satılmasına kendini hazırlamalı.
Şu anda ülkemize GD tohumların ithali
yasak. Ancak hükümet bunu serbest bırakacak. AKP’li bürokratların,
milletvekillerinin Monsanto ile yaptığı görüşmeler kartel basınında yer
bulmuyor. Şuna emin olun; GD tohumların serbest bırakıldığı gün,
tarlalarımızın ateşe verildiği gündür. GDO, tarımda son duraktır. Teslim
olduğumuz anda başka seçeneğimiz kalmayacak, çünkü elimizde gerçek gıdalar
yetiştirmek için hakiki tohumlar olmayacak. Genetik çeşitlilik yok olacağı için
bitkilerin zor şartlara dayanıklılığı tamamen ortadan kalkacak.
Transgen gıda hakkında yazılıp
çizilen yalanların bini bir para. Örneğin GD tohum ekiminin iddia edildiği gibi
daha az değil, eninde sonunda daha fazla zirai ilaçlama gerektirdiği biliniyor.
En çok tekrarlanan bahane dünya nüfusunun doyurulması için gen teknolojisine
muhtaç olduğumuzdur. Oysa bu gerçeğin tam tersi. Başta Monsanto olmak üzere
biyoteknoloji şirketleri belki de geleceğin en büyük açlık sebebi olacak
biyoetanol ve biyodizel tuzağını bizzat hazırladılar. Biyoyakıt ekinlerinin
üretiminde, elde edilenden fazla enerji harcanıyor. Ama bu gerçekler
yazılmıyor.
Bu konuyu açık açık yazıp çizmeye
cesaret edenleri baskı, zorlama, tehdit ve mahkeme koridorları bekliyor.
Şirketler öyle zengin ki, girdikleri her yerde kiralayabilecek akademisyenler
bulabiliyorlar. Aralarında Bilim ve Teknik’in de bulunduğu bilimsel yayınlar
genetik mühendisliğinigeleceğin bilim dalı, insanlığın ortak umudu gibi sunmaya
çalışıyor, allayıp pulluyorlar. Bu coğrafyada kamuoyunu GDO’lara hazırlamayı
kendine görev edinmiş sözde bilim insanları dernekler bile kurmuşlar.
“Monsanto biyoteknolojik gıdanın güvenliğini
garantilemek zorunda değil. Biz mümkün olduğu kadar fazla satış yapmakla
ilgileniyoruz.”
-Phil Angell(Monsanto İletişim
Sorumlusu, NYTimes, 25.10.1998)
Monsanto ABD merkezli, tarım ilacı,
tohum, yapay aroma, yapay gübre, yapay tatlandırıcı, sentetik kimyasal
hammadde, plastik, ilaç gibi alanlarda faaliyet gösteren bir şirket. 1995-2005
arasında dünyanın dört bir yanında 50 tohum şirketini bünyesine katmış, 11000
çeşit tohumun patentini almış. Şirket aynı zamanda Hiroşima ve Nagazaki’ye
atılan nükleer bombalarının üretimi için çalışmış olan Manhattan Projesi’nin
bir parçası idi. Akademik raporlarda, kamu araştırmalarında, ürün
prospektüslerinde, reklamlarda hileye başvurduğu yönünde ABD mahkemeleri
tarafından verilmiş kararlar var. Şirketin yönetim kurulunda silah ve
madencilik şirketlerinin yöneticileri de bulunuyor. Asgrow, Dekalb, Deltapine,
Seminis, Roundup gibi markalarla Türkiye’de de faaliyet gösteriyor.
Şu anda Monsanto tarafından yapılan,
bütün dünyanın gıda kaynaklarını, ekimi, hasadı, hatta arka bahçenizde,
saksınızda yaptığınız üretimi kontrol altında tutan devlet-ötesi, yasa-üstü bir
örgütün aleni provası. Mağdur çiftçilere açılan davalar, çiftçilerin iflası
için harcanan kasıtlı ve programlı bir çaba, lobi yapmak ve hükümetleri satın
almak için harcanan milyar dolarlar bunun işaretleri. GDO hareketi, bizim ne
zaman yaşayıp ne zaman öleceğimize karar verme hakkını almaya çalışıyor.
Biz bu konuyu tartışırken, bu şirketler yaşadığımız coğrafyada yeni
yatırımlara başlıyor, olaydan habersiz yüzlerce çiftçi daha GDO tuzağına
düşüyor, ölüm tohumları bu topraklarda yayılmaya devam ediyor. Giden geri
gelmiyor. Vaktimiz daralıyor.
Şirketin sorumlu olduğu ürünlerden
bir kaç örnek:
-Sığır büyüme hormonu ( rBGH, ticari
adı Posilac. Sığırları hasta ettiği için antibiyotikle birlikte verilmek
zorunda. Üretilen et ve sütte hormon ve antibiyotik kalıntıları bulunuyor.
AB ve Kanada’da kullanımı yasaklanmıştır. Türkiye’de serbesttir. )
-PCB ( 1980′lerde yasaklanan sanayi tipi zehirli soğutucu gaz )
-DDT ( Önceleri tarım ilacı, daha sonra böcek zehri ve kimyasal silah. Toprakta, su havzalarında ve nitekim deniz balıklarının bünyesinde biriktiği kanıtlanmıştır. İddia edilenin aksine uzun yıllar varlığını sürdürdüğü şüpheleri vardır. )
-Aspartam ( Eksitotoksin, yani zehir olduğu bilinen yapay tatlandırıcı. ABD ilaç ve yiyecek idaresi FDA’dan bir kaç denemeden sonra türlü ayak oyunlarıyla onay alabilmiş, ama kalıcı zararları bir çok farklı kaynak tarafından kanıtlanmıştır. Sağlığa zararlı olmadığı şekline bugün hakkında en çok yalan söylenen maddelerden biridir. )
-Sakarin ( Kanserojen yapay tatlandırıcı. )
-Agent orange ( Önceleri tarım ilacı, daha sonra kimyasal silah. )
-V-Gurt ( İkinci nesli olmayan, hasadın bir kısmını tohumluk olarak ayıramadığınız kısır tohum teknolojisi. Namı diğer terminator tohum. )
-Copper 7 ( Sağlığa zararlı olduğu için yasaklanan rahim içi doğum kontrol cihazı. )
-Biyoetanol ve biyodizel ( GD mısır ve soya kökenli )
-Roundup( Ülkemizde de kullanılan tarım ilacı. Kansere neden olduğunu gösteren araştırmalar var. )
-GD mısır ( Hiç bardakta mısır yediniz mi? )
-GD soya
-GD tahıl
-GD pamuk
-GD domates
-GD patates
-GD ağaç
-GD çim
-PCB ( 1980′lerde yasaklanan sanayi tipi zehirli soğutucu gaz )
-DDT ( Önceleri tarım ilacı, daha sonra böcek zehri ve kimyasal silah. Toprakta, su havzalarında ve nitekim deniz balıklarının bünyesinde biriktiği kanıtlanmıştır. İddia edilenin aksine uzun yıllar varlığını sürdürdüğü şüpheleri vardır. )
-Aspartam ( Eksitotoksin, yani zehir olduğu bilinen yapay tatlandırıcı. ABD ilaç ve yiyecek idaresi FDA’dan bir kaç denemeden sonra türlü ayak oyunlarıyla onay alabilmiş, ama kalıcı zararları bir çok farklı kaynak tarafından kanıtlanmıştır. Sağlığa zararlı olmadığı şekline bugün hakkında en çok yalan söylenen maddelerden biridir. )
-Sakarin ( Kanserojen yapay tatlandırıcı. )
-Agent orange ( Önceleri tarım ilacı, daha sonra kimyasal silah. )
-V-Gurt ( İkinci nesli olmayan, hasadın bir kısmını tohumluk olarak ayıramadığınız kısır tohum teknolojisi. Namı diğer terminator tohum. )
-Copper 7 ( Sağlığa zararlı olduğu için yasaklanan rahim içi doğum kontrol cihazı. )
-Biyoetanol ve biyodizel ( GD mısır ve soya kökenli )
-Roundup( Ülkemizde de kullanılan tarım ilacı. Kansere neden olduğunu gösteren araştırmalar var. )
-GD mısır ( Hiç bardakta mısır yediniz mi? )
-GD soya
-GD tahıl
-GD pamuk
-GD domates
-GD patates
-GD ağaç
-GD çim
Şimdi
okuyacaklarınız sizi rahatsız edebilir.
– Diş hekimliğinde diş dolgusu için
ve çocuk aşılarının bazılarında kullanılan ağır bir metal olan cıva, son derece
nörotoksik bir maddedir, diş minesi üzerinde ve aşılarla vücuda enjekte
edildiğinde sinirlerle temas haline geçerek beynin miyelin kılıfını zedeler,
ciddi demanslara yol açar.
Peki bu ne demek? Bu, tefekkürde
zorlanma, odak ve konsantrasyon sorunu, genel olarak zihin faaliyetlerinde
yavaşlık ve zayıflık demektir. Sağlık Bakanlığı bir bildiri ile tıbbi
cihazlarda cıva kullanımını durdurdu fakat cıva, diş dolgusu olarak ve aşılarda
hala kullanılıyor ve beyinlerimizde demans oluşturmaya devam ediyor.
– Diş macunlarının birçoğunda ve içme
suyunda (özellikle Abd’de; suyun hijyenini sağlıyor yalanı ile kullanılıyor)
bulunan florid, hipofiz bezini dolayısıyla hipotalamus bölgesini körelterek
bilinç kanalında ağır hasarlara yol açar. Dahası, Rene Descartes’ın ‘akıl ve
vücudun kontrol merkezi’ dediği, psikanalizde adının ‘3.göz’ olarak geçtiği,
insanda psişik etkinlikleri yöneten pineal bezinde kireçlenmeye sebep olarak,
beynin idrak sistemini iflasa sürükler. Massachusers Tıp Merkezi’nden Dr. Bush
bakın florid için ne demiş: “Florid arsenikten 15 kat daha kuvvetlidir fakat
onun gibi ani ve etkili zarar vermez daha yavaş ve sinsidir.” Florid, II. Dünya
Savaşı’nda Naziler tarafından Yahudileri uyuşturmak için de kullanılmıştır.
Sonuç itibariyle, ‘farkındalık’,
çağımızda artık bir lüks ve meziyet haline geldiyse, floridin bunda önemli bir
rolünün olduğu yadsınamaz.
– Bir diğer zehir Triklosan. Bu
madde, neredeyse bütün kozmetik, temizlik malzemelerinde bulunuyor. Triklosan’ın
saldırı alanı ise beyin değil, kalp. Triklosan kalp fonksiyonlarına azami
ölçüde zarar verir ve kalp kası için depresan etkisi görür, kalp kasılmasını
etkiler.
Bu da şu oluyor ki, triklosan kalbin
yayınladığı aurayı zayıflatır, ‘hissizlik’ ve tabiri caizse ‘kalp
katılaşması’na sebep olur.
Neden daha az seviyor daha çok kin
güdüyoruz? Birbirimizi anlamakta zorlanıyor ve empati denilen insanoğlunun
doğuştan getirdiği özelliği yitirip, kişisel gelişim setleriyle satın almak
zorunda kalıyoruz? Bana kalırsa bu zehirle temas ettiğimiz sürece…
– Piyasadaki tencerelerin pek çoğu
nikel kaplamadır. Tencere ısıya maruz kaldığında, nikel, azar azar yemeğinize
bulaşır, tıpkı cıva gibi organizmayla teması gerçekleştiğinde onda ağır
hasarlara sebep olur. Nikel, adeta bir enzim bloke maddesidir, enzimlerin
ucundaki metal grubunu oradan söküp atar ve kendi grubunu bağlar. Nikelli
enzimler ise defolu enzimlerdir ve sağlıklı çalışamazlar.
Uzun vadede kronik hastalıklara
davetiye çıkarırlar.
– İlaç ve fırın folyoları genelde
alüminyumdur. İlaçların koruyucu kılıfı olan demiroksitle temas ettiklerinde,
fırın ısısına maruz kaldıklarında, bu son derece toksik olan metal, zehrini
ilaca ve yemeğinize verecektir. Organizmada yıllarca tutunabilir olan bu metal,
beyinde demanslara sebep olmakla kalmayıp, sinir sisteminde tahribata sebep
olarak insanı ‘dengesiz’ bir hale sokar.
Sivil ve askeri uçaklarca troposfer
katmanına sıkılan toz da baryum oksidasyonu ile birlikte alüminyumdur.
Chemtrail olarak da bilinen bu spreyleme işlemi ise 1999 senesinden beri
yapılmaktadır.
Modern çağın insanının depresif,
mutsuz, uyuşuk olma nedenlerinden biri de bana kalırsa budur.
– Gelelim yapay tatlandırıcılara,
aspartam, mono sodyum glutamat(çin tuzu), mısır şurubu… Aspartam neredeyse bütün
tatlı yiyeceklerde kullanılıyor. Aspartamdaki yalancı şeker molekülleri, beynin
şekerle çalışan, toksik maddelerden kendini koruduğu kan bariyerini, beyin
tarafından şeker olarak algılandıkları için kolaylıkla aşarlar. Enerjiye
çevrilemedikleri gibi, içi boş, işlevsiz molekül olduklarından dolayı beyinde
nörotoksik birikme yaparlar.
Bu da her türlü beyin fonksiyonunda
sakatlık ve arızaya sebep olur, erken bunama, hafıza sorunları gibi.
Mono sodyum glutamat da tıpkı
aspartam gibi içi boş işlevsiz mikro partiküller halinde organizmada, hücrenin
içlerine kadar sızıp, hücre sistemini gafil avlayarak hücre sisteminde tutarsız
reaksiyonlara sebep olur. İnsülin seviyesini yapay olarak yükseltir, pankreas
da her defasında yükselmiş olarak algıladığı bu seviyeyi düşürmeye çalışır,
böylece insülin seviyesi düştükçe düşer, organizma da gereksiz yere açlık
hisseder.
Biri çağın en büyük sağlık sorunu
obezite mi dedi?
– Mutfaklarımızda ‘tuzluk’larda
yerini almış sinsi zehir rafine tuz. Evet, yanlış okumadınız; rafine tuz bir
nikel, bir cıva, bir triklosan kadar zehir ihtiva eder. Bileşimi sodyum
alüminyum silikattır.
Doğal tuzların (kaya tuzu, Himalaya
tuzu, deniz tuzu) aksine vücudun sodyum dengesini bozarak, ‘tuz açlığı’na sebep
olur. Bu da organizmanın kimyasını alt üst eder, enerjisini düşürür.
İşin acı tarafı bu zehir alenen
satılmakta ve market raflarında yerini almaktadır.
Etrafımızı çevreleyen zehirler
saymakla bitmez. Gdo’yu artık neredeyse herkes tanıyor fakat tanımak pek bir
şey ifade etmiyor çünkü insanlara doğrudan ulaşan gıdalarda, söylenişe göre
denetimler yapılırken gdo’lu ürünlerin, hayvan yemi olarak kullanılması legal
durumda.
İş sadece buraya kadar saydığım
zehirlerle, gdo’yla da kalmıyor; gıdaların seri üretim sürecinde de öyle çirkin
işler görülüyor ki… Kümes hayvanlarının yetiştirilme yöntemi ayrı bir facia.
Yavru halinde hızla büyümeleri için antibiyotik enjekte edilen hayvanlar,
karanlık ortamlarda d vitamininden mahrum bırakılarak patates gibi durdukları
yerde et bağlıyorlar. Molekül yapıları sakat, kusurlu, hormonlu etler… Küçük ve
büyükbaş hayvanların yetiştirilme yöntemleri de benzer iğrençliktedir.
Şimdi artık bu noktada kendimize
soralım, bu zehirler, gıdamızda, insan sağlığına hizmet adına var olagelmiş tıp
ve farmakolojinin pekçok metod ve uygulamalarında, havamızda, suyumuzda ne
geziyor? Kim, düşünce, idrak ve bilinçten yoksun, kalbi taşlaşmış, uyuşuk et
yığınları haline gelmemizi istiyor? Uzviyetimizi ve ruhumuzu her türlü hastalık
tasallutuna uğratmaya çalışanlar, varlığımıza ve varlığı gelecek nesillere
aktarmamıza kastı olanlar kimler?
Hem kim oldukları sorusuna hem de bu
biyolojik silahı kumanda edenlerin amaçlarının ne olduğu sorusuna F.William
Engdahl cevap versin:
“Rockefeller, Carnegie, Harriman ve
diğer zengin elit aileler tarafından fonlanan bir lobi vardır; öjeni lobisi. Bu
lobinin 1920’den beri biricik amacı “negatif öjenik”tir. “Negatif ojenik”
istenmeyen soyların sistemli bir şekilde yok edilmesidir. “
Rockefeller ve diğer büyük Abd’li
şirketler bilindiği üzere tarihte Naziler’e finansörlük yapmıştı, günümüzde ise
Gates, GDO devi Monsanto gibi şirketlerle birlikte GCDT- Küresel Hasat
Çeşitliliği Örgütü’nün finansörlüğünü yapmaktadır. Örgütün amacı, dünyadaki
tohum ve gıda kaynaklarını denetim altına almak. Rockefeller ayrıca ‘Yeşil
Devrim’ kampanyası altında özellikle afrika ve üçüncü dünya ülkelerine hibrid
(kısır) tohum pazarlayarak ve bu tohumlara muhtaç ederek, kitlesel kıyım
projesine devam etmektedir.
Sonuç olarak, gizli elit örgüt
üyelerinin, gıda ve tohum şirketlerinin başını tuttuğu, insanlığın sağlığı ve
yaşamına kasıtlı ‘gıda terörü’ estirdiği açık. Aynı üyelerin ilaç, kozmetik,
temizlik vb. şirketlerinin başına geçmediğini düşünmek ise büyük saflık olur.
Farmakolojiyi ve modern tıbbı manipüle ettiklerini söylememe gerek bile yok.
Peki nasıl korunabiliriz? Münferit
çabalarla zararı asgariye indirmek mümkün.
~Diş macunları yerine misvak
kullanılabilir.
~Temizlik ve kozmetik malzemelerinin
neredeyse hepsinde bulunan triklosandan uzak durmanın yolu, olabildiğince,
fabrikasyon ürünlerden kaçınmaktır.
~Rafine tuz yerine kaya tuzu,
himalaya tuzu ya da deniz tuzu kullanılmalı zira bu tuzlar sağlığa son derece
faydalıdır (dozunda kullanmak şartıyla), sodyum dengesini ayarladıkları gibi
beynin miyelin kılıfını korurlar, hücreleri toksik maddelerden arındırırlar.
~Chemtrail’in yaydığı alüminyum ve
baryum tozu zamanla vücutta ağır metal birikmesi yapar, ağır metalleri vücuttan
atan madde çinko’dur.
~Aspartam ve mono sodyum glutamat’ın
zararlarından ise abur cuburlardan uzak durarak kurtulunabilir.
~Nikel, çelik ve alüminyum kaplama
tencereler yerine sırlı ya da ısıya dayanıklı cam tencereler kullanılabilir.
~Tohum meselesine gelirsek münferit
bir çabanın yetersiz kalacağını belirtmek isterim. Bugün Türkiye tohumlarını
İsrael’den almaktadır, aldığı bu tohumlar da hibrid tohumlardır. Alınan bu
tohumlar kimyasal gübreleme istediğinden, çiftçi, İsraelli tarım ve petrokimya
şirketlerine muhtaç hale gelmiştir. Sadece Türkiye’nin değil İsrael ve Abd’li
tohum şirketlerinin musallatına tutulmuş diğer devletlerin bu illetten
kurtulup, kendi tohumlarını yetiştirmeleri, özgür tarım politikaları
geliştirmeleri gerekmektedir.
~Yine kümes, küçük ve büyükbaş hayvan
yetiştiriciliğinde kapitalist seri üretim usulü terk edilmeli kanaatimce.
Maalesef devlet olarak alternatif
üretmekten aciz kalındıkça, kişisel uyarı ve öneriler de münferit bazda hasbi
olarak işe yarayabilir. Bu, çareyi üretmekten uzak olmanın verdiği çaresizlik
hissiyatı aslında. Dilerim, içinde türlü komployu, zehri, fitneyi, kiri barındıran
bu sistem bir önce iflas eder.
Kur’an’ı, 4 günde hatim eden,
hafızası, aklı, uzviyeti diri ve sağlam dedemin, balık hafızalı, uyuşuk ve
hastalıklara dirençsiz torunuyum, böyle giderse çocuklarım ne halde olacak,
düşünmek dahi istemiyorum.
Gül Yardımcıoğlu
Şeytan ve onun emrinde
binlerce yıldır kadim ticaret elitleri , Yani şeytanın toplumlarda ve
toplumların önemli bireylerinde hastalık oluşturarak ve hastalıkları kontrol
ederek tarihin gidişatında etkili olmaya çalışmışlardır.
Allah o
şeytana lanet etti. Ve o da: “Elbette senin kullarından belirli bir pay
alacağım, onları mutlaka saptıracağım, onları boş kuruntulara sokacağım ve
onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de
Allah’ın yaradılışını değiştirecekler” dedi. Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı
dost edinirse, şüphesiz o, apaçık bir ziyana uğramış olur. (Nisa suresi
118-119)
20. yy’ın son çeyreğinde
genetik bilimindeki gelişmeler şeytanilere genlerle oynayıp, canlıların genetik
varyasyonlarını değiştirip insanlar ve toplumlar üzerinde etkili olmalarını
sağlamıştır.
Genetik mühendisliğinin çeşitli
teknikler kullanarak yaptığı müdahalelerle kalıtımsal değişikliğe
uğrattığı organizmalar günümüzde, İngilizce’de GMO (genetically modified
organism), Türkçede G.D.O. (genetiği değiştirilmiş organizmalar) kısaltılmış
adıyla ifade edilmektedir. Bu rekombinant DNA teknolojisi dediğimiz bir
teknikle oluşturulmaktadır. Bu teknolojide elde etmek istediğimiz özelliği
oluşturan genler bir tüp içinde toplanıp uygulanması istenen organizmaya
kazandırılmak üzere aktarılmaktadır. Bu yolla mesela hızlı üreyen bitkiler,
haşaratın zararlarından etkilenmeyen bitkiler, kısa zamanda gelişen gıda
kaynağı hayvanlar, daha özgün ilaçlar elde edilmektedir.
İlk defa bu yolla 1973 yılında yeni
genetik özelliklere sahip bir bakteri oluşturuluyor, Yani genetik program
değiştiriliyor ve arkasından aynı yıllarda Henry Kissinger daha önceki
makalede ifade ettiğim sözü söylüyor. Bu gelişmelerin sırası bile şeytanilerin
insanlığı köle konumuna getirme konusunda ne kadar organize olduklarının
göstergesidir. Sonraki yıllarda bu alanda çalışmaların hızı artarak devam
etmiştir.
Günümüzde bu yolla yaratılan
mikroorganizmalara transjenik (rekombinant DNA yöntemleriyle
kalıtımsal olarak değiştirilmiş) mikroorganizmalar, hayvanlara transjenik
hayvanlar, bitkilere ise transjenik bitkiler denmektedir. Bu transjenik
canlılar güya insanlığın hizmetine sokulmuş süsü verilerek bir çok alanda ve
özellikle tıpta, tarımda, hayvancılıkta, besin zincirinde kullanılmış, insanlığa
faydalı oluyoruz denilip bir taraftan insanlık uzun süreli biyolojik-kimyasal
saldırıya maruz bırakılmış, diğer taraftan insanlığın uzun vadeli yok
edilişinden besin ve ilaç sanayii yolu ile şeytanilerce rant elde edilmiştir.
Günümüzde bir canlıdaki gen başka bir
canlıya nakledilebilmektedir. Mesela bir bakterideki böcek öldüren
ekzotoksini üreten gen bir bitkiye nakledilerek o bitkinin o böceği
öldürebilmesi sağlanmış, böylece o bitkinin topraktaki böceklerden
etkilenmeyerek daha çabuk çoğalabilmesini ve besin zincirinde yer alabilmesini
sağlamıştır, fakat bu tür müdahaleler yani genlerle oynayarak tabiattaki besin
döngüsünde yer alan bazı canlıların avantajlı hale getirilmesi, tabiatta yüce
yaratan tarafından kurulmuş olan sisteme yani dünya ekosistemine çomak sokma
etkisi yapmış ve ekosistemde dengesizliklere yol açmış Nisa süresi 119 un
kapsamına girmiştir.
Genetiği değiştirilmiş organizmalar
toksik, alerjik, teratojenik (anne karnında maruz kalan bebekte görülen yapısal
anomaliler) ve kanserojen olabilir. Önceleri GDO’lu gıdaların dünya açlık
sorununu çözeceği ileri sürülerek propaganda yapılmıştı. Fakat
günümüzde genetik mühendisliği, özellikle biyoteknoloji üniversitelerden özel
şirketlere geçmiş ve bunlar büyük maddi kazanç getirecek başka çalışmalara
yönelmiş durumda bulunmaktadırlar. Bu başka çalışmalar arasında biyolojik
silahı gıdalarla birlikte vererek bir taşla iki kuş vurma siyasetini güden
dünya nüfusunu %50 azaltalım diyenlerin çalışmalarının da olduğunu belirtmeden
geçmeyelim.
GDO ile dünya üzerinde bir kliğin
bize göre şeytanın çocukları kadim ticaret elitinin bir ülke ile
sıcak savaş olmadan o ülkenin insanlarının gizlice bazı yeteneklerini
köreltmek veya onlara bazı davranış biçimlerini aşılamak gibi uygulamalarda bulunmayacağını
kim garanti edebilir. ‘Mesela içinde insanları kısırlaştıran maddeler içeren
GDO’lu gıdaları yükselişini engellemek istedikleri coğrafyanın insanlarına
yıllar boyu vererek o ülkenin neslini ve demografisini değiştirmek gibi bir
amaçları olabilir mi?’
Bu şeytanilerin.
Ya da uzun vadede anne karnındaki
bebeklere teratojenik etkili GDO’lar ile etki ederek o ülkenin gelecek
neslini yok etmeyi amaçlayabilirler mi? Veya kanserojen etkili GDO’lar içeren
gıdaları yıllar boyu o ülkenin insanlarına yedirerek, yaşlılarının büyük
çoğunluğunu kanserle mücadele eder duruma sokabilirler mi? Tabii ki bu
soruların cevaplarını biz değil, bu GDO’lu gıdaları batının şeytanın
çocuklarının gıda sanayii devleriyle ortaklık kurmuş olan ülkemiz gıda devleri
ve onların yöneticileri vermelidir.
Acaba bu ülkenin gelecek nesillerine
kurgulanan şeytani planlardan kendileri haberdar mı? Haberdar değillerse niçin
bu konuda bilgilenmiyorlar? Yok haberdar iseler o zaman şeytanın çocukları
kadim ticaret eliti ile ortaklık kurmuş demektirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder