ÖZGÜRLÜĞÜN
ANAYASASI ( Constitution
of Liberty )
FRIEDRICH AUGUST VON HAYEK / BigBang
Yayınları
Çeviren: Yusuf Ziya Çelikkaya
Temel bir eser: Özgürlük ile özgür olmama durumu ve bunların
her birinden yana olan kurumlar üzerine derinlemesine düşünülmüş bir bildiri.
Bildiri üç kısma ayrılmış. Bu üçlü yapı muhteşem bir başarı, birinci sınıf bir
düşünürün yüksek bir idealin hizmetindeki eseri."
-The Economist-
"F. A. Hayek ahlâk ve antropolojiden, hukuk bilimi ve düşünce tarihine, oradan refah devleti ekonomisine uzanan sosyal felsefenin mükemmel bir açıklamasını sunar. Kısım 1'de özgürlüğün sadece bir değer olmayıp, tüm moral değerlerin koşul ve kaynağının yer aldığı özgür toplumun ahlâkî temellerini tahlil eder. "Özgürlük ve Hukuk" üzerine olan Kısım 2'de Hayek, Batı insanının bireysel özgürlüğü temin için geliştirdiği kurumları inceler. Kısım 3'te de özel teşebbüs ile sosyalist teşebbüs arasındaki ilişkileri tartışır ve refah devletinin yöntemleri ve hedeflerinin, ihtimallerinin ve tehlikelerinin tam bir tasvirini verir. Bu şekilde, özgürlük ilkelerini, önemli iktisâdî ve sosyal konulara uygulayarak test eder."
-The Economist-
"F. A. Hayek ahlâk ve antropolojiden, hukuk bilimi ve düşünce tarihine, oradan refah devleti ekonomisine uzanan sosyal felsefenin mükemmel bir açıklamasını sunar. Kısım 1'de özgürlüğün sadece bir değer olmayıp, tüm moral değerlerin koşul ve kaynağının yer aldığı özgür toplumun ahlâkî temellerini tahlil eder. "Özgürlük ve Hukuk" üzerine olan Kısım 2'de Hayek, Batı insanının bireysel özgürlüğü temin için geliştirdiği kurumları inceler. Kısım 3'te de özel teşebbüs ile sosyalist teşebbüs arasındaki ilişkileri tartışır ve refah devletinin yöntemleri ve hedeflerinin, ihtimallerinin ve tehlikelerinin tam bir tasvirini verir. Bu şekilde, özgürlük ilkelerini, önemli iktisâdî ve sosyal konulara uygulayarak test eder."
YENİ ŞAFAK YAZARINDAN ATİLLA YAYLA dan KİTABA YORUM
Sağlam bir kitap :
'Bir
kitap okudum hayatım değişti' sözünü zaman zaman işitiriz. Bir kitap bir
insanın hayatını gerçekten değiştirebilir mi bilmem. Belki de bu konuda bir
hükme ulaşabilmek için ampirik araştırmalar yapılması lâzım. Bununla beraber,
her okuyan insanın hayatında onu derinlemesine etkileyen, hayata ve dünyaya
bakışının şekillenmesinde büyük rol oynayan kitaplar vardır. Kendi hesabıma bu
tür birkaç kitaptan söz edebilirim. Bu kitapların sonuncusu bu yazının konusu:
Londra Üniversitesi profesörlerinden Mark Pennington tarafından kaleme alınan
ve tarafımdan Türkçeleştirilen Sağlam Politik Ekonomi (Liberte Yayınları,
www.liberte.com.tr).
Politik
ekonomi bir melez disiplin. Başka bir deyişle interdisipliner bir dal. Bundan
dolayı olsa gerek çok zevkli bir çalışma alanı. Sanıyorum ki sosyal düşünce
dünyasındaki en zevkli ve öğretici iki saha siyaset felsefesi ve politik
ekonomi. Politik ekonomi iktisat, sosyoloji, tarih, hukuk, psikoloji, felsefe
gibi dallardan yararlanıyor. İnsanların iktisadî davranışlarından kamu politikalarına
uzanan bir çizgide başarılı ekonomik modellerin, kurumsal çerçevelerin neler
olduğunu araştırıyor.
Mark
Pennington tanınmış bir klasik liberal. Politik ekonomi ve kamu politikası
hocası. Kitabı uzun, meşakkatli bir çabanın ürünü. Bazı yazarlara göre -ki ben
de öyle düşünüyorum- büyük filozof F. A. Hayek'in 'Özgürlüğün Anayasası'
(1960'ta yayımlandı, Türkçesi Yusuf Ziya Çelikkaya, BigBang Yayınları) adlı
klasik eserinden bu yana kaleme alınmış en mühim politik ekonomi kitabı. Kitabı
sabırla okuyan herkesin aynı kanaate ulaşacağını sanıyorum.
Pennington'ın
işaret ettiği üzere, iktisadî olanlar dâhil tüm insan davranışları bir kurumsal
çerçeve içinde cereyan eder. Dolayısıyla, politik iktisatçının yapması gereken,
hangi kurumsal çerçevenin en kötü şartlar altında bile en iyi sonucu vereceğini
araştırmaktır. Bu araştırmayı yaparken hesaba katılması gereken iki faktör
vardır: Bunların ilki bilgi problemidir, ikincisi insanların şahsî çıkar için
hareket etmeleridir veya böyle yapmaları ihtimâlidir.
İnsanların
bilişsel kapasitesi sınırlıdır. Bu değiştirilemez bir insanî durumdur. Bu
yüzden en zeki insanlar bile içinde yaşadıkları toplum hakkında nispî bir
bilgisizlik içindedir. Pennington'ın dediği gibi, 'Bu yüzden, sağlam
müesseseler insanların doğrudan doğruya farkında olmadıkları şartlara adapte
olmalarına izin vermeli ve 'sınırlı rasyonalite' şartları içinde onları
hatalardan ders almaya ve zamanla kararlarının kalitesini geliştirmeye muktedir
kılmalıdır.'
İnsanlar
genellikle kişisel çıkarlarına göre hareket ederler. Bu tespiti biraz
yumuşatarak söylersek, insanların kişisel çıkarlarına uygun davranma ihtimâli
hayli kuvvetlidir. Bu şu demektir: Ekonomik aktörler iktisadî davranışlarında
bir 'ortak iyi'den veya 'kamu yararı'ndan ziyade kendi özgül gayelerini takip
edecek şekilde davranabilirler. Şöyle söyleyeyim: İnsanların öz-çıkarları
doğrultusunda hareket etmesi kural, tersini yapması istisnadır. Herkes kendi
nefsinde test ederek bunun doğru olduğu sonucuna ulaşabilir. O zaman, iyi bir
ekonomik kurumsal çerçeve insanları toplumsal yarar sağlayacak şekilde
davranmaya itebilmelidir. Başka bir deyişle, ekonomik aktörlere öyle
müşevvikler sağlamalıdır ki, aktörler, diğer insanların yararına olacak şekilde
davransın. Eğer uygun bir kurumsal çerçeve yoksa kişisel çıkar arayışındaki
davranışlar toplumsal hayatın çökmesine sebep olabilir. Uygun kurumsal çerçeve
ise kişisel çıkara yönelik eylemleri toplumsal yararın motoruna çevirir.
Bu
iki durum, yani insanın bilişsel sınırlılığı ve insanın kişisel çıkarını önemsemesi
birer değer yargısı değildir, insanî durumun ta kendisidir. Dolayısıyla, her
ekonomik model bunları veri alarak yola çıkmak zorundadır. Böyle yapmazsa
işlerliği olmayan ekonomik politika önerilerine vücut vermesi ve bu
politikaların yoksulluk, adâletsizlik, çatışma ve çöküş üretmesi kaçınılmazdır.
Penninton'a
göre mükemmel olmayan ama zaten hiçbiri mükemmel olmayan mevcut alternatifler
arasında en iyisi olan ekonomik model klasik liberal ekonomik modeldir. Buna
piyasanın alabildiğine geniş olduğu, ekonomide devletin olabildiğince az yer
aldığı model de diyebiliriz. Bu modelin, alternatifi olan tüm devletçi,
müdahaleci ve iri devletçi modellerden çok daha üstün olduğu hem teorik olarak
gösterilebilir hem de ampirik olarak ispatlanmıştır. Bu modelde devlet
minimal
olacak ve insanların yeni denemelere, tecrübelere girişmesinin önü
kapatılmayacaktır.
Şüphesiz,
bu yaklaşımı kabul etmeyen ve çeşitli şekillerde eleştiren birçok akım var.
Çevreciler, feministler, fark politikası taraftarları, sosyal demokratlar,
sosyalistler, piyasa başarısızlığı teorisyenleri, yeni piyasa başarısızlığı
teorisyenleri, Amerikan liberalleri, komüniteryenler, piyasa karşıtı
muhafazakârlar akla ilk gelenler. Pennington kitabında yeni bir teori
geliştirmiyor, iktisat ve siyaset teorisine orijinal bir katkıda bulunmuyor,
ancak, zaten var olan malzemeyi muazzam bir maharetle kullanarak bütün bu
akımların, ekollerin klasik liberal kamu politikalarına yönelik eleştirilerini
etkili şekilde cevaplıyor, daha doğrusu darmadağın ediyor. O kadar ki, klasik
liberal politik ekonominin muarızlarının bu cevapların altından kalkması bana
göre imkânsız. Keşke Pennington'ın eleştirdiği yaklaşımlara mensup yazarlar,
akademisyenler Pennington'a reddiye yazsa da durumu görsek.
Sıcak
olaylara ve yüksek gerilime alışkın ülkemizde biraz soluklanıp nefes almak ve
temel insanî problemlere derinlemesine bakmak için yol ve fırsat arayanlara bu
kitabı hararetle tavsiye ederim.
ÖZGÜRLÜĞÜN ANAYASASI ( Constitution of Liberty )
Friedrich August von Hayek hem hukuk hem siyasal bilimler
alanında dok-tor unvanı aldığı Viyana Üniversitesi’nde okudu. Bir-kaç yıl
memuriyetten sonra, Avusturya İktisâdî Araş-tırma Enstitüsünün ilk direktörü
oldu. 1931’de LSE’de kendisine kürsü verildi. Ardından 1950’de Chicago
Üniversitesi’ne Sosyal ve Moral Bilimler profesörü olarak gitti. Dr. Hayek
ardından Almanya Freiburg Al-bert-Ludwig Üniversitesi’nde ekonomi profesörü
oldu. Bu üniversitede kendisine 1976’da da fahrî profesör-lük tevdi edildi.
Ayrıca Chicago Üniversitesi fahrî pro-fesörlüğü, British Academy üyeliği ve
birçok üniversi-tenin fahrî doktorluk payelerine sahiptir. F. A. Hayek 1974’te
Nobel Ekonomi ödülüne lâyık görüldü.
YAYINCININ ÖNSÖZÜ. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15
ÖNSÖZ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 21
GİRİŞ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .23
■KISIM I
ÖZGÜRLÜĞÜN DEĞERI 35
1-Özgürlük ve Özgürlükler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .37
2-Özgür Bir Uygarlığın Yaratıcı Âmilleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..53
3-İlerlemeye Dâir Genel Anlayış . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .77
4-Özgürlük, Akıl ve Gelenek. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .99
5-Sorumluluk ve Özgürlük. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .123
6-Eşitlik, Değer ve Liyâkat. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 143
7-Çoğunluk Yönetimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .169
8-Ücretli Istihdam ve Serbest Çalışma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...191
KISIM II
ÖZGÜRLÜK VE YASA 211
9- Icbâr (Zorlama) ve Devlet . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 213
10 -Yasa, Emirler ve Düzen . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . - 233
11- Hukuk Hâkimiyeti Ilkesinin Kökenleri. . . . . . . . . . . . . . . . . . 253
12- Amerikan Katkısı: Anayasacılık . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 271
13- Liberalizm ve Idâre: “Rechtsstaat” . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 295
14 -Bireysel Özgürlüğün Teminatları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 311
15- Iktisâdî Politika ve Hukukun Üstünlüğü . . . . . . . . . . . . . . 333
16 -Hukukun Gerileyişi. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . - 351
■KISIM III
REFAH DEVLETINDE ÖZGÜRLÜK 373
17- Sosyalizmin Düşüşü ve Refah Devletinin Yükselişi. . . . . . .. . . - 375
18 -Işçi Sendikaları ve Istihdam. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . -395
19 -Sosyal Güvenlik. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........... 421
20 -Vergi ve Yeniden-Dağıtım . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 449
21 Para Politikasının Çerçevesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 475
22 Konut ve Kent Politikası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 497
23 Tarım ve Doğal Kaynaklar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 521
24 Eğitim ve Araştırma. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 545
EK: NEDEN MUHÂFAZAKÂR DEĞİLİM?. . . . . . . . . . . . . . . . . .....571
TEŞEKKÜR VE NOTLAR . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 593
SON NOTLAR . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . .....599
DİZİN. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . ......733
Mükemmelin peşinde değiliz, beşerî husus-larda böyle bir
şeyin olmadığının idrâkinde-yiz. Peşinde olduğumuz şudur: Asgarî nok-sanlıklara
sahip ya da âzamî ölçüde mazur görülebilir noksanlıklar taşıyan beşerî bir
anayasa.
Algernon Sidney*Amerika’da inkişâf etmekte olan meçhul
medeniyete
YAYINCININ ÖNSÖZÜ
Hayek pek çok açıdan anlaşılması zor bir yazar-dır. Bu
zorluğun ilk sebebi Hayek’in, kariyerine profesyo-nel bir iktisatçı olarak
başlayıp daha sonra siyaset felsefesi ve sosyal bilimlerde yöntem üzerine
çalışmış olmasından kaynak-lanır. Eserlerinde, antropolojiden bilişsel teoriye
kadar geniş bir skalada disiplinler arası bir perspektif sunan Hayek,
okuyucunun u unu zorlayan bir
tarzda yazar. İkinci olarak Hayek’in entelektü-el yolculuğu büyük ölçüde kendi
zamanının güncel akademik tar-tışmaları tarafından şekillendirildiğinden, onun
eserlerinin hangi tartışmalara gönderme yaptığını bilmek okuyucunun aşması
ge-reken bir diğer zorluktur. Hayek’in fikirlerinin evrimsel gelişimi onun
karşılaştığı “zorlukları” aşma çabasının meyveleridir. Bruce Caldwell’in
yerinde bir şekilde beliriği üzere, Hayek’in iktisadi ve siyasi görüşleri
sürekli olarak intelijansiyaya hakim olan görüş-lerin dışında kalmaktaydı.
Vicdanı olan herkesin sosyalist fikirlere sempati besleyerek merkezi planlamacı
bir yolu desteklediği bir dönemde Hayek, sosyalizme saldırdı. Keynezyen devrim
daha başlamadan, Keynez’in fikirlerini tekzip edebilmek adına kariyeri-ni
tehlikeye aı. Batılı ülkelerin çoğu refah devleti uygulamalarına hız vermişken,
sosyal adalet kavramının felsefi eleştirisinin temel-lerini sağlayacak eserler
yazdı. Mevcut paradigmaya karşı bu baş-kaldırı sebebiyle Hayek, kariyerinin
büyük bir kısmında kendini dinleyecek entelektüelleri bulmakta zorlandı ve
aşağılanmaya ve dışlanmaya maruz kaldı. Hayek’in salt iktisadi konulardan
sosyal bilimler ve siyaset fel-sefesine doğru kayışı sosyalizmde iktisadi
hesaplama tartışması ile başlamış görünmektedir. 1919’da Ludwig von Mises,
“Sos-yalizmde İktisadi Hesaplamanın İmkansızlığı” adlı sarsıcı maka-lesinde,
özel mülkiyetin ilgasının fiyat mekanizmasını ortadan kaldırarak iktisadi
rasyonel hesap yapmanın koşullarını yok ede-ceğini ileri sürmüştü. Tartışmaya
“bilgi problemi” tezi ile katılan Hayek, neo-klasik hakim paradigmadan da
ayrıldığının sinyalle-rini vermeye başlamıştı. Hayek’e göre toplumda
işbirliğini müm-kün kılan toplam bilgi, toplumun geneline dağılmış durumdadır.
Üstelik bu bilginin büyük bir kısmı objektif yani yazı ile eksiksiz
aktarılabilir değildir; aksine sübjekti ir, yazı ile değil tecrübe ile
öğrenilir. Sübjektif bilgi dışında, insanların sosyal davranış ku-rallarını
takip ederek, farkında dahi olmadan –bilinç dışı– sahip oldukları bilgiler
vardır. Toplumsal işbirliğinin koordinasyonu büyük ölçüde insanlık
medeniyetinin bu birikimle gelişen kural-lar sistemine dayanmaktadır. Mises’in
vurguladığı fiyat mekaniz-ması en gelişmiş kurallar sistemlerinden biridir
çünkü kompleks bir ekonomide farklılaşan tercihler arasında kıt kaynakları
dağıt-manın bilgisini üretir. Böylece Hayek, neo-klasik iktisadın mü-kemmel
bilgi ve tam rekabet varsayımlarını iktisadi bir yöntem olarak dışlamış olur.
Ona göre, iktisadi etkileşime giren taraarın konuyla ilgili bilgisi sürekli
olarak eksiktir ve piyasadaki rekabet bilgi üretmenin en etkin aracıdır; yoksa
tam rekabetin iddia eiği gibi taraar arası bir denge durumu piyasanın gerçek
mahiyetini ortaya koymada yanıltıcıdır.
Bilgi problemine dayandırdığı iş çevrim teorisi ile 1974’te,
Ha-yek, Nobel İktisat Ödülü’ne layık görülse de, 1937’de ilk kez bu fikirlerini
yayınladığında beklediği ilgiyi görememiştir.
1944’de YAYINCININ ÖNSÖZÜ
Yazdığı Kölelik Yolu polemiği ile dikkatleri İngiltere’nin
sosyaliz-me teslim oluşuna ve bunun kaçınılmaz sonuçlarına çeken Ha-yek, ismini
liberal ve muhafazakâr çevrelerde hafızalara kazımayı başarmakla birlikte, bir
kez daha intelijansiyanın kendisini reddi ile karşılaşmıştır. Bunun üzerine
Hayek, geniş entelektüel grupla-rı ikna edememesinin sebepleri üzerine
düşünmeye başlamış ve temel meselenin sosyal bilimlerde yöntem sorunu olduğuna
hük-metmiştir. 1942’den beri sosyal bilimlerde yöntem üzerine yazan Hayek, 1952
yılında makalelerini derlediği, Bilimin Karşı Devri-mi: Aklın Kötüye
Kullanılması Üzerine Bir Çalışma, adlı kitabını yayınladı. Burada Hayek,
bilimsiciliğin (scientism), tarihsiciliğin ve kolektivizmin antropomorfizmine
karşı çıktı. Pozitivizmin et-kisi ile sosyal bilimcilerin, dış dünyadaki
olayları kendi imgeleri üzerinden sanki dış dünya kendileri gibi akıl
tarafından yönlen-dirilen bir tasarımmışçasına yorumlamalarını, derinlikli bir
şekil-de eleştirdi. Sosyal olguların,
sübjektif değer yargıları ve zihinsel yeniden inşalar üzerine kurulduğuna vurgu
yapan Hayek, doğa bilimlerinin sübjektif algıları elimine eden objektivist
yöntemle-rinin sosyal bilimlere uyarlanmaya çalışılmasını büyük bir hata olarak
gösterdi. Kendisi ile hakim paradigma arasındaki uyum-suzluğun kaynağını bu
metodolojik hatada bulan Hayek, bu ko-nudaki çalışmalarını ne derece ciddiye
aldığını ilan edercesine, yine 1952 yılında Duyumsal Düzen, Teorik Psikolojinin
Temelleri Hakkında Bir İnceleme, adlı eserini yayınladı. Bu kitabıyla
bağlan-tıcı (connectionism) bilişsel teorinin bir prototipini ortaya koyan
Hayek, araçsal rasyonaliteye karşı çıkarak, aklın kültürel evrimle olan
bağlantısını psikolojik temelde açıklamaya çalıştı. Tüm bu çalışmalar aslında yeni bir liberal
sosyal teorinin habercisiydi. Hayek, Adam Smith’in ticari toplum olarak
adlan-dırdığı modern medeniyetin, bir tasarım ürünü değil ama insa-ni
tecrübenin tedrici bir şekilde gelişen evrimsel bir sonucu olduğunu iddia eder. Piyasa medeniyeti, sosyal koordinasyonunu
merkezi bir otoritenin planlarına borçlu değildir; bilakis sosyal düzen, kural
takip eden insanların gönüllü faaliyetlerinin kendi-liğinden doğan düzenidir.
İnsan aklı bu tedrici gelişen kompleks sosyal işbirliği ağını bütün boyutları
ile kavrayabilecek yeterliliğe sahip değildir ve bu düzen aklın doğrudan tasarladığı
bir sistem de değildir. Bu sebeple piyasa medeniyetini belirli bir amaç
doğ-rultusunda sistemli bir plan etrafında dönüştürmeye çalışan sağ ve sol
kolektivistlerin, beklenmedik kötü sonuçlarla yüzleşmeleri kaçınılmazdır.
Hayek, sosyal teorisinin temel özelliklerini çoktandır ortaya koymuş olmakla
birlikte, bu teoriyi tarihsel bağlamında yerine oturtarak, temel kavram ve
sorun alanlarını açık bir şekilde yazma gerekliliğinin farkındaydı. Kendisi
piyasa medeniyetinin ciddi bir savunudan yoksun olduğu kanaatindeydi ve
farkında olmadan ge-lişen bu medeniyetin temel dayanakları eğer acilen
savunulmaz ise bu medeniyetin yok olup gideceğine inanıyordu. 1960’da
yayınla-nan, Özgürlüğün Anayasası, böyle ciddi bir endişenin ve önemli bir
entelektüel birikimin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Kitabını “Amerika’da
inkişaf etmekte olan meçhul medeniyete¼” ithaf et-mesi bu yüzdendir.
Özgürlüğün Anayasası, piyasa medeniyetinin ihtiyaç duyduğu
özgürlük felsefesini bütün veçheleri ile ortaya koyar. Bu kitap sa-dece özgür
bir toplumsal tasavvurun savunusu değildir ama aynı zamanda eleştirel
rasyonalist ya da evrimci klasik liberal gelene-ğin 20. Yüzyıl’da tekrar
doğuşudur. Bugün Hayekçi liberalizm, klasik liberal ve liberteryen geleneğin
ana akımlarından biri ha-line gelmiştir ve liberal sosyal düzene yönelik
eleştirileri halen cevaplamaya devam etmektedir. Elinizdeki kitabın
yayınlanışının üzerinden elli üç yıl geçmiş olmasına rağmen, her satırının
gün-celliğini koruyor olması okuru şaşırtacaktır.
Türkiye’de, Hayek, liberal gelenek dışında pek çok
akademis-yen için basitçe Yeni Sağ’ın ya da “neo-liberalizm”in bir
temsilcisi-dir. Derinlikten yoksun eleştiriler ve ezberlenmiş propagandalar,
Hayek’in vurguladığı pek çok hayati hususu gözlerden kaçırmaya devam
etmektedir. Dileriz bu kitap, ülkemizde yaşanan liberalizm tartışmalarının
derinleşmesine yardım eder ve özgür bir toplum idealine ulaşma çabamıza bir
katkı sunar.
Dr. Buğra Kalkan Mayıs 2013, AnkaraF. A. HAYEK
ÖZGÜRLÜĞÜN ANAYASASI 21
ÖNSÖZ
Bu kitabın esas amacı Giriş kısmında açıklanmış olup, bunun
dışında üstüme düşenler kitabın notlar kıs-mının hemen öncesindeki birkaç
paragra a ifâde edildi. Burada geriye sadece, bir hususa dikkat çekmek ve
bir mâzeret arz etmek kalıyor.
Bu kitap esas itibâriyle, bilimin bize öğreikleriyle alâkalı
de-ğildir. Hoş, ben hayâtımın büyük bir kısmını ekonomi üzerine çalışmaya
adamış ve son zamanlarda diğer sosyal bilimlerin de neticelerini öğrenmeye
gayret etmiş birisi olmasaydım, bu kitabı yazamazdım. Bununla birlikte ben
burada münhasıran hâdiseler-le ilgilenmiyorum, kendimi sebep-sonuç önermelerine
de hapset-miyorum. Amacım bir ideal resmedip, ona nasıl ulaşılabileceğini
ortaya koymak ve bu idealin gerçekleşmesinin pratikte ne anlama geldiğini
açıklamaktır. Bu bakımdan, bilimsel tartışma amaç değil araçtır. İçinde
yaşadığımız dünya hakkında bildiklerimi dürüstçe kullandığıma inanıyorum. Bu
bilgiyi hizmetine sunduğum değer-leri kabulü arzu edip etmeme, okuyucuya kalmış
bir karardır.
Arz edeceğim mâzerete gelince, bu, şahsî bir tesbitle
alâkalı-dır. Bu tesbit üzerinedir ki, okuyucuya çalışmalarımın neticelerini
sunmaya karar vermiş bulunuyorum. Bir iş ne kadar fazla iddialı ise, îfâsının
da o kadar eksik ve yetersiz olması belki kaçınılmaz-dır. Bu kitabın konusu kadar
kapsamlı bir konu üzerinde, elinizden geldiği kadar iyisini yapma görevinin kâbiliyetiniz devam
et-tiği sürece asla sonu yoktur. Şüphe yok ki çok geçmeden, falan ya da filan
hususu daha iyi ifâde etmiş olmam lâzım geldiğini, kezâ çabalarımda daha azimli
olmuş olsaydım bizzat düzeltebileceğim hatâlar yaptığımı göreceğim. Okuyucuya
saygı, elbee mâkul öl-çüde tamamlanmış bir çalışmayı gerektirir. Fakat acaba bu
husus, o çalışmayı daha ileri götüremeyeceğimizi anlayıncaya kadar
bek-lemeliyiz anlamına mı gelir? Bunda tereddütlüyüm. En azından diğer birçok
kişinin fiilen üzerinde çalıştığı meselelerin olduğu yerde, konu üzerinde
kimsenin bir şey ilâve edemeyeceğinden emin oluncaya kadar yayını ertelerseniz,
bu, kendinize olduğun-dan fazla paha biçmek gibi olur. Birisi bir analizi bir
adım ileri götürmüş ise, –ki ben de bunu yaptığımı umuyorum– onun daha sonraki
çabaları muhtemelen hızla azalan bir semereye mahkûm olacaktır. Kim bilir,
diğerleri benim katkıda bulunmaya çalıştığım binânın bir sonraki tuğla sırasını
döşeme konusunda daha vasıı olacaktır. Ben sadece, temel argümanları yeterince
özlü şekilde sununcaya kadar kitap üzerinde çalıştığımı iddia edebilirim. Belki
okuyucu şunu da bilmeli: Her ne kadar ABD’de yazıyor isem ve yaklaşık on yıldır
bu ülkenin mukîmi isem de, bir Ameri-kan gibi yazdığımı iddia edemem. Ben
gençlik çağımı doğduğum Avusturya’da, orta yaşlarımın on yılını da
vatandaşlığını aldığım ve öyle kaldığım İngiltere’de geçirdim. İşte zihnî
yapımı bu dö-nemler şekillendirmiştir. Şahsım hakkında bu durumu bilmek okuyucu
açısından bir parça yararlı olabilir. Zîrâ kitap büyük öl-çüde bu arka plânın
mahsulüdür.
ÖZGÜRLÜĞÜN
ANAYASASI
GIRIŞ
Bu duruma bizi ulaştıran yol ne idi; ihtişamımızı hangi
hükûmet etme biçimine borçluyuz; ihtişamımızın kay-naklandığı millî
hasletlerimiz ne idi? ... Yasalar konusu-na gelince, yasalarımız özel
uyuşmazlıklarında herkese âdil yargılama sağlamaktadır. ... Yönetimimizde
istifâde ettiğimiz özgürlük, bizim günlük hayâtımıza da uzan-maktadır. ...
Fakat özel ilişkilerimizdeki bütün bu serbes-tiyet, vatandaş olarak bizi
kânunsuz, nizamsız yapmaz. Bize, hüküm verme makamlarına ve yasalara, özellikle
de –ister yazılı hukuk metinlerinde fiilen yer alsın, ister-se ihlâli hâlinde
müeyyidesi sadece kamu vicdanında mahkûmiyet olan yazılmamış mâhiyette olsun–
mağ-durun korunmasını gözetme gibi yasalara itaat etmek öğretildi. İşte
kânunsuzluk ve nizamsızlığa düşme endi-şesine karşı bizim başlıca teminatımız
budur.Perikles
Kadîm hakîkatler, insanların zihninde etkilerini muhâfaza
edecek ise, müteakip nesillerin dil ve kavramla-rında yeniden ifâde
edilmelidir. Zamanında bu hakîkatlerin en geçerli ifâdesi olan ibâreler,
giderek öylesine aşınır ki, artık açık ve tam bir mânâ taşımaları sona erer.
Kelimelerin altındaki fikirler belki de hep geçerlidir. Ne var ki bu kelimeler,
bizim hâlâ içinde olduğumuz meselelere atfen kullanıldığında bile, artık aynı
hükmü taşımazlar; argümanlar bize âşinâ olduğumuz bağlamda şeyler söy-lemezler
ve sorularımıza karşılık olarak bize nâdiren açık cevaplar verirler.1
İnsanların zihinlerini etkileyecek bir ülkünün hiçbir ifâdesi tam olamayacağı
için bu belki kaçınılmaz bir durumdur: İfâde, hâli-hazır düşünce iklimine
intibak etmeli, zamanın bütün insanlarınca kabul edilen çok şey tazammun etmeli
ve insanların alâkalandıkları meselelere dâir genel prensipler beyân etmelidir.
Modern Batı uygarlığına ilham vermiş olan ve kısmen tahakku-ku da bu uygarlığın
başarılarını mümkün kılmış olan özgürlük idea-linin etkin şekilde ifâde
edilişinin üstünden çok zaman geçti.2 Ger-çekten neredeyse bir yüzyıldır,
üzerine bu uygarlığın inşâ edildiği temel prensipler, giikçe ihmale uğramakta
ve unutulup gitmekte-dir. İnsanlar, uygarlığımızın arkasında yatan ilkelere
dâir idrâklerini ya da bu ilkeleri kullanışlarını geliştirmekten daha ziyâde,
alternatif sosyal düzenler aramışlardır.3 Ancak bütünüyle farklı bir sistemle
karşılaştıktan sonradır ki, bizler amaçlarımızla alâkalı net bir anla-yış ve
fikir bütünlüğünü yitirmiş olduğumuzu ve muhâlierimizin dogmatik ideolojisi
karşısında ortaya koyabileceğimiz sağlam bir ilkeye de sahip olmadığımızı fark
etmiş bulunuyoruz. Dünya halklarının moral desteği için mücâdelede, sağlam
fikirlerden yoksunluk Batı’yı büyük bir dezavantajda bırakmak-tadır. Batı’nın
ilkelerinden sükûtu hayâle uğramışlık hâli, onun başarılarını hor görme ve
“daha iyi dünyalar” yaratmaya karşı özel bir ilgi... İşte Batı’nın entelektüel
önderlerinin hâletirûhiyesi hay-li zamandır bu özelliklerle tavsif edilmiş
bulunmaktadır. Bu ruh hâli, tâkipçiler kazanmayı bekleyeceğimiz bir ruh hâli
değildir. Eğer devam etmekte olan büyük fikir savaşından muzaer çıka-caksak,
her şeyden önce inandığımız şeyi bilmeliyiz. Yine ken-dimizi akıntıdan uzak tutmak
istiyorsak, korumak istediğimizin ne olduğuna ilişkin kendi zihinlerimizde net
olmamız gerekir. En azından diğer insanlarla ilişkilerimizde fikirlerimizin açık
şekilde ifâde edilmesi zarûrîdir. Bugün dış politika, geniş ölçüde hangi siyâsî
felsefenin diğerine üstün geldiği meselesidir; belki bekâmız da dünyanın kâfî
hacimde bir kısmını ortak bir idealin arkasına toplayabilme kâbiliyetimize
bağlıdır.
Çok nâmüsâit şartlar altında yapmak zorundayız bunu¼ Dünyanın
geniş bir kesimi Batılı fikirleri Batı uygarlığından, Batı’nın kendine güvensiz
bir hâle geldiği ve Batı’yı Batı yapan geleneklere inancını geniş ölçüde kaybeiği
bir zamanda alıp be-nimsedi. Bu, Batı entelektüelinin, Batı’nın daha önce
görülmemiş bir hızda inkişâfını –Batı’ya bütün uygarlığın gelişmesinin
ardın-daki unsurlardan sonuna kadar istifâde imkânı vererek– mümkün kılmış olan
gerçek özgürlük inancından bile geniş ölçüde vazgeç-mek zorunda kaldığı bir
zamandı. Neticede, kendi halkına fikir taşıyıcı olan az gelişmiş ülkelerin
insanları, Batılı eğitimleri sıra-sında, Batı’nın uygarlığını nasıl inşâ etmiş
olduğunu değil, daha çok Batı’nın bizzat kendi başarısının meydana getirdiği
alternatif-lere ilişkin hülyâları öğrendiler. Bu gelişme özellikle trajiktir.
Zîrâ Batı’nın bu şâkirtlerinin gö-zeterek hareket eikleri fikirler,
memleketlerinin Batı’nın birkaç başarısını tez elden kopyalamalarını belki
mümkün kılar, ama bu, ülkelerin kendilerine has katkı yapmalarına mânî
olacaktır. Ba-tı’nın tarihî gelişiminin mahsulü her şeyin başka kültürel
mües-seselere nakledilebileceği ya da nakledilmesi gerektiği de doğru değildir;
kezâ, Batı etkisindeki memleketlerde sonunda ortaya çıkacak uygarlık türü,
yukarıdan empoze edilmekten ziyâde ken-di gelişimine bırakıldığı takdirde, çok
geçmeden uygun formlar alabilir. Bazen iddia edildiği gibi, serbest bir tekâmül
için gerekli şartın –bireysel inisiyatif rûhunun– olmadığı gerçekse, o zaman
tabiî ki bu ruh olmadan hiçbir yerde hayât kâbiliyetine sahip bir uygarlık
inkişâf edemez. Bireysel inisiyatif rûhunun hakîkaten noksanlığı noktasında, ilk iş onu uyandırmak olmalıdır. Bu da
özgürlük rejiminin yapacağı bir şeydir, disiplin sisteminin değil. Batı’ya
gelince, burada bazı temel değerler üzerinde hâlâ ge-niş bir mutâbakat olduğunu
ummak durumundayız. Ne var ki bu mutâbakat artık bâriz değil ve eğer bu
değerler yeniden kuvvet kazanacaksa, kapsamlı bir şekilde yeniden ifâdeye ve
savunmaya âcilen ihtiyaç var. İnsicamlı ve tutarlı bir liberal görüşün
dayana-bileceği tekmil felsefenin tam bir açıklamasını veren –felsefenin
kavramlarını anlamak isteyenlerin müracaat edebileceği– bir çalışma yok gibi
görünüyor. “Batı’nın Siyâsal Geleneğinin” nasıl geliştiğine dâir hayranlık
uyandıracak birçok tarihî açıklamalara sahibiz. Bu açıklamalar bize şunu ifâde
edebilir: “Çoğu Batılı dü-şünürün amacı, her ferdin, yöneticilerinin keyfî
otoritesine asgarî bir bağımlılıkla, daha önceden tanımlanmış haklar ve
görevler çerçevesinde kendi hareketlerini belirleme imtiyaz ve sorumlu-luğuna
sahip olacağı bir toplum tesis etmek olmuştur.”4 Ama bu ifâdenin, zamanımızın
müşahhas meselelerine darp edildiğinde ne anlama geldiğini ya da bu fikrin
nihâî savunusunun neye da-yandığını açıklayan herhangi bir şeyden haberdâr
değilim. Son yıllarda, özgür bir toplumun iktisâdî politikasının ilkele-ri
hususunda uzun süre hâkim olmuş karışıklıkları gidermek için cesur çabalar da
ortaya konmuştur. Bu aydınlatma işini küçümse-mek istemiyorum. Kendimi hâlâ
esas îtibâriyle bir iktisatçı olarak görmekle beraber, yine de zamanımızın
âciliyet arz eden sosyal meselelerinin birçoğuna verilecek cevapların esas
olarak, teknik iktisat ya da başka bir bağımsız disiplin sâhasının ötesine
uzanan ilkelerin anlaşılmasıyla bulunacağını gitgide daha çok düşünmeye
başladım. İktisâdî politikanın temel meselelerini özgün bir ele alış tarzıyla
yola çıkmakla beraber, zamanla, bu meselelere bir özgür-lük felsefesinin temel
ilkelerinin şümullü bir yeniden ifâdesiyle yaklaşma gibi iddialı ve belki de
ağır bir işe girişmiş bulunuyorum.
Ama bütün teknik ayrıntılarını derinlemesine incelemiş ve
uzmanı olduğumu iddia edebileceğim sâhanın çok ötesine bu şe-kilde cesaret
etmekten dolayı herhangi bir özür arz etmeyeceğim. Dâvâmızın tutarlı bir fikriyâtına
sahip olacak isek, benzer teşeb-büslere belki daha çokça girişilmelidir.
Gerçekten bu kitap üze-rine çalışmanın bana öğreiği bir husus şudur: Kararları
uzman-lara bırakmaya ya da uzmanların derinlemesine ancak küçük bir veçhesini
bildiği problemler hakkında onların düşüncelerini hiç eleştiriye tâbi tutmadan
kabul etmeye çok fazla meyyal olmamız nedeniyle, özgürlüğümüz birçok alanda
tehdit altındadır. Fakat, iktisatçılar ve diğer uzmanlar arasında her zaman
olagelen çatış-ma bu kitapta da sık sık karşımıza çıkacağı için, burada açıkça
belirtmek isterim ki, iktisatçı, kendisini diğer bütün uzmanların çabalarını
organize etme vasfıyla mücehhez kılan özel bilgi iddi-asında bulunamaz. İddia
edebileceği şudur: Cârî bir durum olan amaçların çatışması konusu, iktisatçının
profesyonel meşguliyeti olup, bu meşguliyet onu, hiçbir beşerî zihnin toplum
faaliyetle-rine kılavuzluk eden tüm bilgiyi kavrayamayacağı gerçeğine ve bu
keyfiyetin getirdiği, bireysel çabaları koordine edecek, birey-sel beşerî
yargılardan bağımsız gayrişahsî bir mekanizma ihtiya-cı hususuna diğer
alanlardaki uzmanlardan daha vâkıf kılmıştır. İktisatçılar, herhangi bir tek
birey veya organize insan grubunun sahip olabileceğinden daha çok bilginin
kullanıldığı toplumun gayrişahsî süreci üzerinde dururlar. İşte bu keyfiyeir
ki, onları, uzmanlık bilgilerine yeterince îtibâr gösterilmediğini düşünme-leri
münâsebetiyle kontrol kudreti talep eden öteki uzmanların hırsları karşısında
dâim bir muhâlif mevkîine yerleştirir. Bu kitap bir bakıma okuyucunun
beklediğinden aynı zamanda hem daha az, hem daha çok iddialıdır. Kitabın esas
îtibâriyle üzerin-de durduğu husus, belli bir ülkeye veya tarihin belli bir
kesitine dâir problemler değil de –en azından ilk bölümlerde– evrensel geçerlilik iddiasındaki ilkelerdir. Bu kitabın düşünülüp
tasarlanmasının ardında, farklı ad veya görüntüler altında olsa da aynı
entelektüel eğilimlerin özgürlük fikrini bütün dünyada zayıatmış olduğu
şek-lindeki kabul yatmaktadır. Eğer sözü edilen bu temâyüllere etkin şekilde
karşılık vermek istiyorsak, onların ortaya koydukları şeyle-rin temelini teşkil
eden ortak unsurları anlamamız gerekir. Ayrıca, özgürlük geleneğinin tek bir
ülkenin inhisârî mahsulü olmadığını ve hiçbir ülkenin bugün bile gizli
bilgilerin tek sahibi olmadığını hatırlamalıyız. Benim üzerinde durduğum esas
konu, ABD ya da Büyük Britanya’nın politikaları ya da bu ülkelerin belli
kurumları değil; eski Yunanlılar, erken dönem Rönesans İtalyanları ve
Hol-landalılar tarafından ortaya konan, kezâ Fransızlar ile Almanların önemli
katkılarda bulunduğu temeller üzerine bu ülkelerin geliştir-diği ilkelerdir.
Ayrıca, amacım ayrıntılı bir siyâsî program sunmak olmayıp daha ziyâde, belli
ölçülerin bir özgürlük rejimine uyup uymadığının muhâkeme edileceği kıstasları
ifâde etmek olacaktır. Kapsamlı bir politik program tasarlamaya kendimi yetkin
görecek olsaydım, böyle bir şey kitabın tüm rûhuna aykırı olurdu. Böyle bir
program olsa olsa genel bir felsefenin günün problemlerine uygu-lanmasından
geliştirilebilir. Bir ideali bir diğerleriyle sürekli kıyaslamadan bihakkın
tasvir mümkün değildir; mâmâfih burada gâyem esas îtibâriyle eleştiri
değildir.5 Niyetim, diğer kapıları kapatmak yerine gelecek geliş-melere kapı
açmaktır. Ya da, şunu söylemeliyim belki: Niyetim, bu kapıların –devletin bazı
gelişmelerin mutlak kontrolünü ele aldığında her zaman kapandığı gibi–
kapanmasını önlemektir. Vurgum, kurumlarımızı geliştirmeye dâir müsbet görev
üzerine olup, gelişmeye ilişkin arzu edilir istikâmetleri göstermenin öte-sinde
bir şey yapamasam bile, her hâlükârda kenara atılacak çalı çırpıdan çok,
açılması gerekli yollar üzerinde durmaya çalıştım. Kitap, genel ilkelerin bir
ifâdesi olarak esas îtibâriyle siyâsî felsefenin temel meselelerini ele alacaktır. Fakat ileriye doğru
daha somut meselelere de temas eder. Kitabımızın üç kısmından birinci-si,
özgürlüğü neden istediğimizi ve özgürlüğün ne istediğini ortaya koymaya
çalışır. Bu, bütün uygarlıkların gelişmesini belirleyen un-surların biraz
tetkikini içerir. Bu kısımdaki tartışma esas îtibâriyle teorik ve felsefî –eğer
bu ikinci kelime siyâsal teori, ahlâk ve antro-polojinin buluştuğu alanı
tanımlamada doğru kelime ise– olacaktır. Bunun ardından, Batılı insanın
bireysel özgürlüğü temin için geliş-tirmiş bulunduğu kurumların bir incelemesi
gelir. Burada hukuk felsefesi sâhasına gireriz. Hukuk felsefesinin meselelerini
tarihsel olarak ele alacağız. Ama bu evrime esas îtibâriyle ne hukukçu ne de
tarihçi nazarıyla bakacağız. Meşguliyetimiz, çoğu zaman ancak belli belirsiz
anlaşılmış ve tahakkuku mükemmellikten uzak olmuş, zamanımız meselelerinin
çözümünde bir rehber olarak hizmet edecekse hâlâ daha çok tavzîhe muhtaç bir
idealin inkişâfı olacaktır. Kitabın üçüncü kısmında, mevzubahis prensipler
günümü-zün bazı önemli iktisâdî ve sosyal meselelerine uygulanarak test
edilecektir. Seçmiş olduğum konular, önümüzdeki ihtimaller ara-sında yanlış bir
tercihin özgürlüğü tehlikeye düşürmesinin çok muhtemel olduğu alanlardandır.
Bunların tartışılmasından mak-sat, farklı usûllerle aynı amaçları tâkip etmenin
özgürlüğü nasıl geliştireceği ya da tahrip edeceğini resmetmektir. Bu konular
ço-ğunlukla, teknik iktisadın tek başına bir politika oluşturmak için bize
yeterli kılavuzluk etmediği ve ancak daha geniş bir çerçeve içinde münâsip
şekilde ele alınabilen türden konulardır. Ama bu konuların her birinin ortaya
çıkardığı kompleks meseleler, tabiî ki bu hacimdeki bir çalışmada tam tekmil
ele alınamaz. Bu konu-ların tartışılması kitabın temel amacının ne olduğunun,
yani hâlâ ihtiyaç duyulan felsefe, hukuk ve özgürlük ekonomisini bir araya
getirme işinin bir tasviri olarak hizmet eder.
Bu kitap coşku ve vecd ateşi verme değil, düşünmeye katkıda
bulunma maksadı taşır. Gerçi özgürlük üzerine yazarken insan
duygusallığa kapılmaktan kendini alamaz, ama ben tartışmayı ola-bildiğince
vakur bir hava içinde götürmeye çalıştım. “İnsan onuru” ve “özgürlüğün
güzelliği” gibi terimlerde ifâdesini bulan duygular asil ve övgüye değer
olmakla beraber, bunların rasyonel iknâ çaba-sında bir yer tutmaları mümkün
değildir. Birçok insan için kutsal bir his olmuş, yine kendileri için asla
entelektüel bir mesele teşkil etmemiş çok daha geniş bir kesim tarafından azim
ve cesaretle sa-vunulmuş bir ideale, öyle hissiz ve saf entelektüel bir
yaklaşımın tehlikesinin farkındayım. Heyecanlarımız uyanıp harekete geç-medikçe
özgürlük dâvâsının muzaer olacağını zannetmiyorum. Gelgelelim, özgürlük mücâdelesinin
kendini beslediği güçlü sâik-ler, ona vazgeçilmez bir dayanak teşkil etmekle beraber ne emin bir
kılavuz ne de hatâlara karşı kesin bir korunaktırlar. Aynı asil duygular son
derece sapkın amaçların hizmetine mâtuf da hareke-te geçirilmiş bulunmaktadır.
Yine daha da önemlisi, özgürlüğü za-yıatan argümanlar esas îtibâriyle
entelektüel sâhaya aiir ve do-layısıyla bunlara burada mukâbelede bulunmamız
gerekmektedir. Bazı okuyucular, bireysel özgürlüğün değerini mutlak bir ah-lâkî
ön kabul olarak almadığım ve onun değerini ortaya koymaya çalışırken
desteklenmesindeki argümanı belki muktezâ-i hâl bâ-bından getirdiğim şeklindeki
izlenimden muhtemelen rahatsız olacaklardır. Bu bir yanlış anlama olurdu. İşin
doğrusu şu ki, hâli-hazırda bizim moral kabullerimizi paylaşmayanları iknâ
etmek is-tiyorsak, bu kabulleri sadece tabiî bir şey olarak görmekle
kalma-malıyız. Özgürlüğün özel bir değer olmaktan ibâret olmadığını, ayrıca
çoğu moral değerlerin şartı ve menşei olduğunu da ortaya koymamız gerekir.
Özgür bir toplumun bireye sunduğu, bireyin sadece kendisinin özgür olması
durumunda yapabileceğinden çok daha fazladır.6 Bu yüzden, bir özgür insanlar
toplumunun özgürlüksüzlüğün hâkim olduğu bir toplumdan bir bütün olarak ne kadar farklı olduğunu anlayıncaya kadar, özgürlüğün
değerini tam olarak takdir edemeyiz. Okuyucuya ayrıca şu uyarıda bulunmalıyım:
Tartışmaları-mızın her zaman ulvî idealler ya da mânevî değerler düzleminde
süreceği beklenmemelidir. Özgürlük, pratikte hiç de şâirâne ol-mayan müşahhas
konulara dayanmakta olup, özgürlüğü koruma konusunda ateşli olanlar, kamu hayâtının
gündelik konularına gösterdikleri alâkayla ve idealistlerin genellikle bayağı
değilse de alelâde görme temâyülünde oldukları meseleleri anlamaya yönelik
ortaya koyacakları çabalarla içtenliklerini kanıtlamak du-rumundadırlar.
Özgürlük hareketi içinde yer alan entelektüel li-derler dikkatlerini her zaman
ziyâdesiyle kalplerindeki mahrem özgürlüğün faydalarına hapsetmiş ve özgürlük
üzerindeki kendi-lerine doğrudan dokunmayan tahditlerin önemini kavrama
husu-sunda pek az çaba sarf etmiş bulunmaktadırlar.7 Eğer tartışmanın ana
gövdesi mümkün olduğunca baştan sona duygudan uzak ve sıkı sıkıya vâkıalar
olacak ise, başlangıç noktası kaçınılmaz olarak çok daha sıkıcı olmak
durumundadır. Bazı vazge-çilmez kelimelerin anlamı o kadar muğlâk bir hâle
gelmiştir ki, daha başta bu kelimelerin kullanacağımız anlamları üzerinde
mutâbık kalmamız gerekir. “Freedom” ve “liberty” kelimeleri bu muğlâk-lığın en
çok zararını gören kelimeler olmuştur. Bu kelimeler istis-mâr edilmiş ve
anlamları çarpıtılmıştır. Öyle ki, “özgürlük (liberty) kelimesi özel bir içerik
verilinceye kadar hiçbir anlama gelmez ve binâenaleyh kelime küçük bir mesajla
istediğiniz herhangi bir içe-riğe sahip olacaktır.”8 Bu yüzden bizim üzerinde
durduğumuz bu özgürlüğün ne olduğunu açıklayarak başlamak durumundayız. Ta-nım,
bir özgürlük tartışmasında vazgeçilmez olan “zor, keyfîlik ve yasa” gibi hemen
hemen aynı ölçüde muğlâk diğer terimleri incele-yinceye kadar da tam
olamayacaktır. Mâmâfih, bu kavramların tah-lili Kısım II’nin başlangıcına
bırakılmıştır. Ki böylece kelimelerin netliğe kavuşturulması konusundaki sıkıcı çaba, daha esaslı
konu-ları ele almamızın önünde ziyâdesiyle bir mânia arz etmeyecektir.
İnsanoğlunun birlikte yaşayışına dâir iki bin yılı aşan bir
zaman içinde tedrîcen gelişmiş bir felsefeyi yeniden ifâde girişimi husu-sunda,
mezkûr felsefenin zor dönemlerden çoğu kez taze bir güçle çıkması bana şevk
vermiştir. Son birkaç kuşaktır bu felsefe, düşüş dönemlerinden birine dûçar
olmuş bulunuyor. Bazılarının, özel-likle Avrupa’dakilerin indinde bu kitap,
artık mevcut olmayan bir sistemin temellerine yönelik bir tahkik türü olarak
görülebilir. Bu durumda buna cevap şudur: Eğer uygarlığımız düşüşe geçmeyecek
ise bu sistem yeniden canlandırılmalıdır. Sistemin altında yatan fel-sefe, en
etkili olduğu zamanlarda durağan hâle gelmiştir; savunma durumundayken
genellikle ilerlemiş olduğu gibi¼ Son yüz yıl bo-yunca bu felsefenin pek az
ilerleme kaydeiği ve şimdi savunmada olduğu ortadadır. Mâmâfih bu felsefeye
yönelik fiilî hücumlar, bize bu felsefenin geleneksel formunda nerelerde
savunmasız olduğunu göstermiş bulunmaktadır. Bireysel özgürlüğün koşullarını
kavrama hususunda daha iyi bir durumda olmak için, geçmişin düşünürle-rinden
daha zekî olmanız gerekmez. Son yüz yılın tecrübeleri bize, bir Madison veya
bir Mill, bir Tocqueville veya bir Humboldt’un tasavvur edemeyeceği kadar çok
şey öğretmiştir. Bu geleneğin canlandırılabileceği zamanın gelip gelmediği,
sadece bu geleneği geliştirmedeki başarımıza değil, ayrıca kuşağı-mızın
tabiatına bağlıdır. Bu gelenek, insanların hırslarının önün-de hiçbir sınır
tanımadığı bir dönemde reddedildi. Çünkü bu gelenek, insanların akıl ve
kapasitelerini kutsamayan bir anlayışa dayanan çok yeni ve de mütevâzı bir
fikir olup, hakkında plân ya-pabileceğimiz menzil içinde en iyi toplumun bile
bütün istekleri-mizi karşılayamayacağından haberdardı. Bu gelenek, belli dert
ve belâlar konusundaki ö esi
nedeniyle plânlarının gerçekleşmesi-nin ortaya çıkarması muhtemel adâletsizlik
ve zararlara karşı öy-GİRİş 33
lesine kör olan hırslı reformcunun acele ve sabırsızlığından
uzak olduğu kadar, mükemmeliyetçilikten de uzaktır. Hırs, sabırsızlık ve
acelecilik bireylerde genellikle hayranlık uyandırır. Fakat bu meziyetler,
icbâr (zorlama) gücüne kılavuzluk eiği takdirde ve ilerleme, kendilerine yetki
tevdî edildiğinde uhdelerindeki yetki-lerin üstün bir akıl içerdiği ve bu
sıfatla da fikirlerini diğerlerine empoze etme hakkı olduğu zehâbına kapılan
kimselere dayandığı takdirde, ölümcül ve tahripkârdırlar. Umarım bizim nesil,
top-lumların ulaştığı istikrar seviyesini genellikle tahrip edenin şu ya da bu
türden mükemmeliyetçilik olduğunu öğrenmiştir.9 Daha sınırlı amaçlarla, daha
çok sabır ve daha mütevâzılıkla, aslında “bu çağın yargısına ve aşkın [zaman ve
mekândan münezzeh] aklına olan mağrur ve son derece kibirli bir güvenin”10
rehberliği altındayken gerçekleştirmiş olduğumuz ilerlemeden daha öte ve daha
hızlı ilerleyebiliriz.
Tarih boyunca hatipler ve şâirler özgürlüğü yüceltmişler, ama
hiç kimse bize özgürlüğün neden bu kadar önemli olduğunu söyle-memiştir. Bu
meseleler hususundaki tavrımız, uygarlığı sabit mi yoksa gelişen bir mâhiyee mi
alıyoruz buna bağlıdır. ... İlerleyen bir toplumda, özgürlük üzerindeki
herhangi bir tahdit, üzerinde tecrübe girişiminde bulunulan konuların sayısını
azaltır ve böylece ilerleme hızını da azaltır. Böyle bir toplumda faaliyet
özgürlüğü, bireye, ona daha fazla tatmin verdiği için değil, birey, kendi
yoluna gitmesine izin verildiği takdirde geri kalan insanlara, vermeyi
bil-diğimiz herhangi bir emir altındaki durumundan genellikle daha iyi hizmet
edeceği için tanınır.
ÖZGÜRLÜĞÜN ANAYASASI
BÖLÜM 1
ÖZGÜRLÜK VE ÖZGÜRLÜKLER
Dünya hiçbir zaman özgürlük kelimesinin iyi bir tanımı-na
sahip olmadı. Amerikan halkının hemen âcilen iyi bir tanıma ihtiyacı var.
Hepimiz özgürlükten yana olduğu-muzu beyân ederiz; gelgelelim aynı kelimeyi
kullanır-ken aynı şeyi kastetmeyiz. ... İşte size aynı adla –öz-gürlük– anılan,
sadece farklı değil üstelik birbiriyle de bağdaşmayan iki şey.
Abraham lincoln *
1. İcbârın Yokluğu Anlamında Özgürlük
Bu kitapta ele alacağımız husus şudur: Toplumda, bazı
insanlara diğer insanlardan gelen zorlamanın olabil-diğince azaltıldığı
[asgariye indirildiği] bir beşerî hâl ve şart mümkündür. Bu durumu hep özgürlük
(liberty) ya da hürri-yet (eedom) olarak vasıandıracağız.1 Bu iki kelime
hayâtın diğer birçok hoş hâl ve cihetleri için de kullanılmaktadır. Bu nedenle
bu kelimelerin aslında ne anlama geldiğini sorarak başlamak pek fazla yararlı
olmayacaktır.2 Önce bu kelimeleri kullanırken bizim kasteiğimiz durumu
belirtmek, sonra da sadece kabul edemediğimiz anlamı daha berrak çizgilerle tanımlamak için bu kelimelerin
di-ğer anlamlarını ele almak daha iyi görünmektedir.
Birinin bir başkası ya da başkalarının3 keyfî irâdesinin
icbârı-na mâruz kalmadığı durum çok defa, “ferdî” ya da “şahsî” hürriyet olarak
da bilinir. Okuyucuya “hürriyet” kelimesini bu mânâda kullandığımızı belirtmek
istediğimizde bu ifâdeyi kullanacağız. Bazen “civil liberty (sivil özgürlük)”
terimi aynı anlamda kullanıl-maktadır, fakat bundan kaçınacağız. Zîrâ terim
“political liberty (siyâsî özgürlük)” olarak ifâde edilen şeyle karıştırılmaya
–“civil (sivil)” ve “political (siyâsî)” kelimelerinin, aynı anlama sahip
sı-rasıyla Lâtince ve Grekçe kelimelerden gelmesinden kaynaklanan kaçınılmaz
bir karışıklık– çok müsâiir.4 “Özgürlük”ten murâdımızın ne olduğuna dâir kabaca
işâreti-mizin de göstereceği gibi, özgürlük, cemiyet içinde yaşayan in-sanın
epeyce yaklaşmayı umabileceği ama tam olarak gerçekleş-tirme umudu olmayan bir
hâli anlatır. Bir hürriyet politikasının işi bu münâsebetle, icbârı veya
icbârın menfî [zararlı] tesirlerini –tamamen ortadan kaldıramasa bile– asgarîye
çekmek olmalıdır.
Vâkıâ, özgürlük kelimesinin bizim kabul eiğimiz anlamı,
ke-limenin orijinal anlamı gibi görünmektedir.5 İnsan, en azından Avrupa
insanı, tarihe özgür ve özgür olmayan şeklinde ayrılmış olarak başlar ve bu
ayrımın çok belirgin bir anlamı vardır. Özgür-lerin özgürlüğü geniş ölçüde
farklılık gösterebilir, fakat bu farklı-lık sadece, kölelerin hiç sahip
olmadığı bağımsızlığın düzeyi bakı-mındandır. Özgürlük her zaman, birini keyfî
bir kararla belli bir tarzda davranmaya ya da davranmamaya zorlayabilecek bir
baş-kasının irâdesine kat’î sûree tâbi olan bir kimsenin durumunun aksine,
insanın kendi karar ve plânlarına göre hareket etmesi im-kânı anlamına
gelmiştir. Bu zikredilen özgürlüğün sıklıkla ifâde ve tavsif edildiği, zamanın
eskitemediği kadîm ibâre bu nedenle, “başkasının keyfî irâdesinden bağımsızlık”
ibâresidir.
“Özgürlüğün” bu en kadîm anlamı, bazen kavramın genel
(kabaca) anlamı olarak vasıandırılır; ama filozoarın özgürlük tanımını
iyileştirme ve geliştirme teşebbüsleriyle sebep oldukları onca karışıklığı
nazara aldığımızda, bu tanımı pekâlâ kabul ede-biliriz. Mâmâfih bu tanımın
orijinal anlamında olmasından daha önemli olan husus şudur: Zikredilen tanım
kendine mahsus bir anlam taşır ve tek, ama tek bir şeyi, –”özgürlük” diye
adlandırılan diğer şeyleri arzu etmemizin gerekçelerinden farklı gerekçelerle
şâyân-ı arzu bir durumu– tasvir eder. Tam olarak ifâde edersek, bu muhtelif
özgürlüklerin aynı cinsin (genus) farklı türleri (species) değil, genelde
birbiriyle çatışan tamamen farklı durumlar olduğu-nu, bu yüzden de kesinlikle
ayrı tutulması gerektiğini göreceğiz. Vâkıa diğer anlamların bazılarında farklı
özgürlük türlerinden, “...den özgürlükler (freedoms from)” ve “...e özgürlük
(freedoms to)”ten söz etmek câiz olabilir, ama bizim anlayışımızda özgürlük tek
olup, farklılık nevi açısından değil düzey açısındandır. Bu anlamda “özgürlük”
sadece insanların diğer insanlarla iliş-kisine atı a bulunur,6 yegâne ihlâli
de insanlardan gelen icbârdır. Bu özellikle, bir kimsenin belli bir zamanda,
arasından seçim ya-pabileceği fizîkî imkânlar listesi ve alanının, özgürlükle
doğrudan bir alâkaya sahip olmadığı anlamına gelir. Hayâtını kurtarmak için
sadece tek bir çıkış yolu gören sarp bir yerdeki dağcının herhangi bir seçeneğe
sahip olduğunu pek söyleyemeyiz ama bu dağcı şüp-hesiz özgürdür. Aynı dağcının
bir uçurumdan aşağı düşüp oradan çıkamadığı bir durumda da, çoğu insan yine de
bu dağcının sade-ce mecâzen “özgür olmadığı”ndan bahsedilebileceğini ve
hakkın-da “özgürlüğünden mahrum” bulunduğu veya “esir” tutulduğu şeklinde söz
etmenin, bu terimleri sosyal ilişkiler bağlamından farklı bir anlamda kullanmak
olduğunu görecek kadar özgürlük kelimesinin orijinal mânâsına ilişkin idrâk
sahibidir.7 Kişinin önünde ne kadar hareket tarzı seçeneği olduğu mese-lesi tabiî ki çok önemlidir. Fakat bu husus, kişinin faaliyee
bulu-nurken nereye kadar bizzat kendi niyet ve plânlarını tâkip edebil-diği
meselesinden, kişinin hareket örgüsünün hangi ölçüde –ona istediklerini
yaptırmak için başkalarınca ortaya konan iktizâlara yönelik değil, bilakis
kişinin sürekli çalışıp çabaladığı hedeer istikâmetinde– kendisinin tasarımı
olduğu meselesinden farklı-dır. Acaba kişi hareket biçimini hâlihazır plânları
doğrultusunda şekillendirme umudu taşıyabiliyor mu, yoksa bir başkası mı o
kişiyi onun irâdesinden ziyâde kendi irâdesi doğrultusunda dav-randıracak kadar
koşulları kontrol edecek güce sahip? İşte kişinin özgür olup olmaması bu hususa
bağlıdır, tercih yelpâzesine değil. Özgürlük bu îtibârla, bireyin teminat
altına alınmış bir alana sa-hip olmasını, çevresinde başkalarının müdâhale
edemeyeceği bir hâl ve şartlar kümesinin mevcudiyetini gerektirir. Bu özgürlük
meumu ancak
bununla alâkalı icbâr kavramını tetkikten sonra daha sarih bir hâle
getirilebilir. Bu işi, özgürlüğün neden o kadar önemli olduğuna baktıktan sonra
sistematik olarak yapacağız. Fakat buna teşebbüs etmeden önce de, kavramımızın mâhiyetini, özgürlük
kelimesinin sahip olduğu diğer anlamlarla karşılaştırarak biraz daha vuzûha
kavuşacak şekilde tanımlamaya çalışacağız. Bu farklı anlamlar da çoğu insanın
şâyân-ı arzu gördü-ğü durumları tasvir emektedir. Bu keyfiyet, söz konusu
anlamlar ile kelimenin orijinal anlamının ortak vasfıdır. Kezâ kendilerine
atfen aynı kelimenin kullanıldığı farklı mânâlar arasında başka bazı
bağlantılar da vardır.8 Mâmâfih burada ilk işimiz, bu mânâlar arasındaki farklılıkları
mümkün olduğu kadar açık ve net şekilde ortaya koymak olmalıdır. 2. Siyâsî
Özgürlükle Karşılaştırma “Özgürlük” teriminin bizim kendi kullanımımızla
karşılaştırmak durumunda olduğumuz ilk anlamı, genellikle farklı bir anlam
ola-
BÖlüM 1 - ÖZGüRlüK vE ÖZGüRlüKlER 41
rak kabul edilir. Bu anlam genellikle “siyâsî özgürlük” diye
ifâde edilen şeydir; insanların hükûmetlerini seçmeye, yasama sürecine ve
idârenin denetimine katılımıdır. Siyâsî özgürlük, kavramımızın bir bütün olarak
insan grupları için kullanılmasından –ki bu onlara bir tür kollektif özgürlük
vermektedir– türetilir. Fakat bu anlamda özgür toplum illâki özgür insanların
toplumu olmadığı gibi, birey olarak özgür olmak için bu kollektif özgürlükten
pay sahibi olmanız da gerekli değildir. Washington sakinlerinin, ABD’de ikâmet
eden yabancıların ya da oy kullanma ehliyetine mâlik olamayacak kadar genç
kişilerin, siyâsî özgürlükten pay almamaları nedeniyle tam ki-şisel özgürlüğe
sahip olmadıklarını iddia etmek zordur.9 Kezâ, aktif hayâta henüz giren gençlerin,
içinde doğdukları sosyal düzene, yani genç insanların belki de karşısında
hiçbir al-ternatif bilmedikleri, ebeveynlerinden farklı düşünen bütün bir
kuşağın bile ancak olgun yaşa geldikten sonra değiştirebileceği bir sosyal
düzene rızâlarını tevcih etmeleri münâsebetiyle özgür olduklarını ileri sürmek
anlamsız olacaktır. Ama söz konusu rızâ, onları özgürlükten mahrum (unfree)
yapmaz yahut yapması ge-rekmez. Siyâsî düzene böyle bir rızâ ile bireysel
özgürlük arasın-da sıkça aranan bağlantı, özgürlüğün mânâsı konusunda mevcut
karışıklığın kaynaklarından biridir. Elbee herkes “özgürlüğü ... kamusal yasa
vaz’ etme süreci ve kamusal iktidara aktif katılma süreci ile özdeşleştirme”
hakkına sahiptir.10 Şu kadar var ki, birisi böyle bir özdeşleştirmede bulunduğu
takdirde, onun bizim bu-rada ele aldığımız durumdan başka bir durum hakkında
konuş-makta olduğu; yine bu farklı hâlleri tanımlamada aynı kelimenin ortak
kullanımının, bir hâlin herhangi bir cihee diğerinin eşiti veya ikâmesi
anlamına gelmediği belirtilmelidir.11 Burada karışıklık tehlikesi şudur: Bu
özgürlüğü siyâsî özgür-lükle özdeşleştiren kullanım hâli, bir kişinin
kölelikten yana rey beyân edebileceği veya kendini köle olarak akitle
bağlayabileceği
42 KıSıM ı - ÖZGüRlüğüN DEğERİ
ve bu sûree orijinal anlamdaki özgürlükten ferâgate rızâ
göstere-bileceği gerçeğini nazara almama temâyülündedir. Mesâisini gö-nüllü ama
akdini geri alamayacak şekilde yıllar sürecek uzun bir dönem için Yabancı
Lejyon gibi askerî bir kuruma satmış birinin, artık bizim kasteiğimiz anlamda
özgür kaldığını iddia etmek, kezâ, tarîkatının kurucusunun ideallerine bağlı
olan ve kendini “ne aklı ne de irâdesi olan bir ten” olarak gören Cizvit’in de
özgür ola-rak tasvir edilebileceğini iddia etmek zor olacaktır.12 Kendilerini
bir despota tamamen tâbi kılma yönünde oy kullanan milyonlara şahit olmamız,
belki de bizim kuşağın, insanların hükûmetlerini seçmesinin illâki özgürlüğü
güvence altına alması demek olmadı-ğını idrâk etmesini sağlamıştır. Mâmâfih,
halkın onayladığı her-hangi bir rejim, tanım îtibâriyle bir özgürlük rejimi
ise, özgürlük değerini tartışmanın anlamsız olduğu takdir edilecektir. Bir
halkın yabancı boyunduruktan kurtulması ve kendi ka-derini belirlemesinden
bahseiğimizde, özgürlük meumunun bireylerden ziyâde bir topluluğa mâtuf kullanıldığı âşikârdır. Bu durumda “özgürlük”
kelimesini, bir bütün olarak halkın icbârdan uzak olması anlamında kullanırız.
Bireysel özgürlük savunucula-rı bu ulusal özgürlük ülkülerine genellikle
sempati duymuşlar ve bu keyfiyet de 19. yüzyıldaki millî hareketler ile liberal
hareketler arasında dâim ama sıkıntılı bir iifaka yol açmıştır. Fakat ulusal
özgürlük meumu
bireysel özgürlük kavramına mümâsil olmak-la beraber, aynı şey olmayıp,
birincisi için çalışmak her zaman ikincisini geliştirip ileri götürmez. Ulusal özgürlük
meumu
ba-zen, halkı kendi ırkının despotunu bir yabancı çoğunluğun liberal hükûmetine
tercih etmeye götürmüş; çok zaman azınlıklara men-sup insanların bireysel
özgürlükleri üzerinde acımasız sınırlandır-malar için gerekçe teşkil etmiş bulunmaktadır. Her ne
kadar birey olarak özgürlük arzusu ile bireyin mensup olduğu grubun özgür-lük
arzusu çoğu kez benzer hissiyat ve anlayışlara dayansa da, iki kavramı
birbirinden net bir şekilde ayrı tutmak gereklidir.
BÖlüM 1 - ÖZGüRlüK vE
ÖZGüRlüKlER 43
3. “İç Özgürlük” ile Karşılaştırma “Özgürlüğün” bir diğer
farklı anlamı “iç (inner)” veya “metafizik” (bazen de “sübjektif”)
özgürlüktür.13 İhtimal bu iç özgürlük birey-sel özgürlükle daha yakından
alâkalıdır ve bu yüzden de kolayca onunla karıştırılmaktadır. Zikredilen iç
özgürlük, kişinin, faali-yetlerinde o zamana bağlı sâik veya şartın değil de,
kendi bilinçli irâdesi, aklı ya da öteden beri taşıdığı kanaatinin
kılavuzluğunu tâkip etmesine işâret eder. Ancak iç özgürlüğün meumu muhâ-lifi başkalarından gelen icbâr
değil, geçici hislerin, moral ve zihnî zaafiyetin baskısıdır. Bir kimsenin
sağlıklı bir muhâkemeden sonra yapmayı kararlaştırdığı şeyi yapmada başarısız
olması durumun-da, düşünceleri veya tâkati kader anında onu yarı yolda bırakır
ve ne yapıp edip başarmak arzusunda olduğu konuda akâmete uğra-ması hâlinde, bu
şahsın “ihtiraslarının esiri” olduğunu, “özgür ol-madığını (unfree)”
söyleyebiliriz. Ayrıca zaman zaman, bilgisizlik ve hurâfenin insanları daha
mâlumât sahibi olmaları durumunda yapabilecek oldukları şeylerden alıkoyduğunu
söylerken bu te-rimleri kullanır ve “bilginin özgür kıldığını” ifâde ederiz.
Bir kişinin alternatier arasında bilinçli şekilde seçim yap-maya ya da verdiği
karara sonuna kadar bağlı kalmaya muktedir olup olmaması, diğer insanların
kendi irâdelerini ona dayatıp da-yatmamalarından ayrı bir meseledir. Tabiî ki
aralarında bir irtibat yok değildir. Şöyle ki: Mevzubahis kişilerin irâde
gücüne bağlı olarak, bazıları için zorlama teşkil eden aynı hâl ve şartlar,
diğerle-ri için sadece üstesinden gelinmesi icap eden olağan müşkülâtlar olarak
kendini gösterebilir. Şu kadar var ki, “iç özgürlük” ile ic-bârın yokluğu
anlamında “özgürlük”, birlikte, bir kişinin fırsatla-ra ilişkin bilgisinden ne
kadar yararlanabileceğini belirler. Bu iki özgürlüğü ayrı tutmanın hâlâ çok
önem arz etmesinin nedeni, “iç özgürlük” kavramının, “irâde özgürlüğü” diye
adlandırılan kav-ram konusundaki felsefî karışıklık ile olan ilişkisidir.
Özgürlük 44 KıSıM ı - ÖZGüRlüğüN DEğERİ
idealinin îtibârını düşürme konusunda, bilimsel determinizmin
bireysel sorumluluğun temellerini tahrip eiği şeklindeki hatâlı fikrin
yaptığından daha fazlasını pek az fikir yapmıştır. Bu husus-ları ileride (Bölüm
5) daha geniş ele alacağız. Burada sadece bu özel karışıklığa karşı ve yine bir
anlamda ancak üzerimize düşe-ni yaptığımız takdirde özgür olacağımız şeklindeki
mugâlataya (sophism) karşı, okuyucuyu uyanık tutmak isterim. 4. Güç Anlamındaki
Özgürlükle Karşılaştırma Bireysel özgürlüğün aynı kelimeyle ifâde edilen farklı
kavramlarla sözünü eiğimiz tarzda karıştırılması hâllerinden hiçbiri, bu
öz-gürlüğün, şimdi burada kısaca temas eiğimiz kelimenin üçün-cü kullanımıyla
karıştırılması kadar tehlikeli değildir. Bu üçüncü kullanım, “özgürlük”
kelimesinin “istediğimi yapma hususundaki fizîkî kâbiliyeti”,14 arzularımızı
tatmin gücünü ya da içinden se-çim yapabileceğimiz önümüzdeki tercihlerin
genişliğini ifâde etmek için kullanılmasıdır. Bu tür “özgürlük”, birçok insanın
ken-dilerinin uçabildikleri, yerçekimine bağlı olmayıp diledikleri yere “bir
kuş misali özgür” hareket edebildikleri veya isteklerine göre çevrelerini
değiştirme kudretine sahip oldukları illüzyon formun-daki rüyalarında görünür.
Kelimenin bu mecâzî kullanımı öteden beri yaygın olmak-la beraber, bu
engellerden özgürlük (freedom from), bu kâdir-i mutlaklık mânâsına gelen
özgürlük, herhangi bir sosyal düzenin temin edebileceği bireysel özgürlükle
nisbeten yakın zamanlara kadar ciddî ölçüde pek az kimse tarafından
karıştırılıyordu. An-cak bilinçli şekilde sosyalist argümanın cüzü olarak
beslendiğin-den beridir ki, bu karıştırma tehlikeli hâle gelmiştir. Özgürlüğün
güç ve kudretle tanımlanması bir kez kabul edilmeye görsün, ar-tık “özgürlük”
kelimesinin cazibesinin bireysel özgürlüğü tahrip eden düzenlemelere mesnet
bulmak için kullanılabileceği mu-BÖlüM 1 - ÖZGüRlüK vE ÖZGüRlüKlER 45
gâlatanın hududu,15 insanların özgürlük adına
özgürlüklerinden vazgeçmeye teşvik edildiği hilelerin sonu yoktur. Özgürlük
keli-mesinin işte aynı telauzla başka başka anlamlar taşıması sâye-sindedir ki, hâdiseler üzerinde kollektif
güç/kudret fikri bireysel özgürlük anlayışı yerine ikâme edilmiş olup,
totaliter devletlerde özgürlük, özgürlük adına bastırılmıştır. Bireysel
özgürlük kavramından güç anlamındaki özgürlük kavramına dönüşümü, bizim
özgürlüğü tanımlarken “coercion (icbâr)” kelimesini kullandığımız yerde
“restraint (tahdit)” keli-mesini kullanan felsefî gelenek kolaylaştırmıştır.
Gerçek anlamın-da “tahdit (restraint)” kelimesinin sınırlayıcı bir beşerî
âmilin ey-lemini tazammun eiği her zaman akla gelseydi, belki zikredilen kelime
bazı cihetlerden daha uygun olurdu.16 Bu mânâda, “icbâr (coercion)” kavramı
insanlara belli şeylerin yaptırılmasını vur-gularken, “tahdit (restraint)”
kullanışlı bir sûree bize, özgürlük ihlâllerinin geniş ölçüde halkın bir
şeyleri yapmaktan alıkonul-masından teşekkül eiğini hatırlatır. Her iki durum
da aynı ölçü-de önemlidir. Daha doğrusu özgürlüğü belki tahdit (restraint) ve
mecburiyeen (constraint) mâsuniyet olarak tanımlamalıyız.17 Maalesef, bu her
iki kelime, beşerî fiil üzerinde diğer insanlardan kaynaklanmayan etkiler için
de kullanılır olmuştur. Bu münâse-betle, özgürlüğü tahdien mâsuniyet şeklinde
tanımlamaktan, “arzularımızı gerçekleştirmenin18 önündeki engellerin yokluğu”,
haâ daha genel olarak “haricî engellerin yokluğu” şeklinde ta-nımlamaya geçiş
son derece kolaydır.19 Bu, özgürlüğü her ne is-tersek onu yapmaya dâir fiilî
kudret olarak yorumlamakla eşiir.
Özgürlüğün bu yeniden yorumlanması keyfiyeti, bireysel
öz-gürlüğün vâkıâ hâlâ geniş ölçüde korunduğu ülkelerden bazılarının
kullanımında derinlemesine yer bulmuş olması nedeniyle, özellik-le hayra alâmet
değildir. Bu yeniden yorumlama ABD’de “liberal” çevrelerde hâkim siyâsal
felsefenin temeli olarak geniş ölçüde kabul 46 KıSıM ı - ÖZGüRlüğüN DEğERİ
görür hâle gelmiştir. J. R. Commons20 ve John Dewey gibi,
“ilerici-lerin” tanınmış entelektüel liderleri, “özgürlüğün güç, spesifik
şey-leri yapmak için etkin güç” olduğu ve “özgürlük talebinin de güç talebi”21
olduğu; öte yandan icbârdan mâsuniyetin ise sadece “öz-gürlüğün negatif yönü”
olduğu ve “icbârdan mâsuniyete, güç olan Özgürlüğe sadece bir vasıta olması
sıfatıyla değer verileceği”22 şek-linde muhtevâya sahip bir ideoloji yaymış
bulunmaktadırlar. 5. Bu Kavramlar Kıyaslanamaz Güç anlamındaki özgürlüğün,
kelimenin orijinal anlamındaki öz-gürlükle karşılaştırılması, tabiatıyla
özgürlüğün servet23 ile tanım-lanmasına yol açar ve bu da, özgürlük kelimesinin
servetin yeniden-dağıtılmasına yönelik bir iddiayı destekleme bakımından taşıdığı
tüm cazibenin istismârını mümkün kılar. Her ne kadar özgürlük ve refah ikisi
de, çoğumuzun arzu eiği güzel şeyler olsa ve çoğu kez arzu eiğimiz şeyi elde
etmede ikisine de ihtiyaç duysak da, bu durum bunların farklılığını ortadan
kaldırmaz. Kendi kendimin efendisi olup olamama ve kendi tercihlerimi tâkip
edip edememe durumu ile içinden seçim yapma durumunda olduğum tercihlerin az
veya çok olması durumu, tamamen farklı iki meseledir. Lüks ve rahat içinde ama
prensinin emrine âmâde yaşayan saray adamı, fa-kir bir çi çi veya sanatçıdan
çok daha az özgür; kendi hayâtını ya-şama ve yararlılık bakımından kendi
tercihlerini seçmede çok daha az muktedir olabilir. Benzer şekilde bir ordudan
sorumlu general ya da büyük bir inşâat projesinden sorumlu yönetici bazı
yönler-den hiçbir murâkabenin söz konusu olmadığı geniş yetkileri elinde
bulundurabilir, ama öte yandan bu insanlar, yoksul bir çi çi veya çoban
nazara alındığında, pekâlâ daha az özgür, üstünden gelen bir sözle tüm niyet ve
plânlarını değiştirmek zorunda kalmaya daha açık, kendi hayâtını değiştirmeye
veya kendi indinde en önemli şe-yin ne olduğuna karar vermeye daha az muktedir
olabilir. BÖlüM 1 - ÖZGüRlüK vE ÖZGüRlüKlER 47
Eğer özgürlük tartışması vuzûha kavuşturulacaksa, özgürlü-ğün
tanımı, bu tür özgürlüğe herkesin iyi bir şey olarak îtibâr edip etmemesini
temel almaması lâzımdır. Çok muhtemeldir ki, bizim nazara aldığımız özgürlüğe
değer vermeyen, ondan kendisine bü-yük faydalar geleceğine inanmayan ve başka
avantajlar elde etmek için onu fedâ edebilecek insanlar vardır. Haâ kişinin
kendi plân ve kararları doğrultusunda hareket etmesi lüzûmu, bu insanlar
tarafından avantajdan ziyâde bir külfet olarak görülebileceği de doğru
olabilir. Ama özgürlük, avantajlarından bütün şahısların istifâde edebilmesi
mevzubahis olmasa da şâyân-ı arzu olabilir. Çoğunluk tarafından özgürlükten
elde edilen yararın, özgürlüğün kendilerine sunduğu fırsatları kullanmalarına
bağlı olup olmadı-ğına; kezâ, özgürlükten yana argümanın hakîkaten çoğu insanın
özgürlüğü kendileri için istemelerine dayanıp dayanmadığına bak-mak zorundayız.
Pekâlâ, herkesin özgür olma durumundan temin eiğimiz faydalar, çoğu insanın
özgürlüğün neticeleri olarak kabul eiği şeylerden neş’et etmeyebilir; haâ
özgürlüğün, faydalı tesir-lerini, sunduğu çok müşahhas fırsatlar vasıtasıyla
olduğu kadar bize getirdiği disiplin vasıtasıyla göstermesi de mümkündür.
Evvelemirde şunu kabul etmek durumundayız: Özgür ama aynı
zamanda sefil bir hâlde olabiliriz. Özgürlük bütün güzelliklerin varlığı24 ya
da bütün kötülüklerin yokluğu anlamına gelmez. Evet doğrudur, özgür olmak aç
kalma, pahalıya patlayan yanlışlar yap-ma ya da ölümcül riskler alma özgürlüğü
anlamına gelebilir. Terimi kullandığımız mânâda, bulduğu ile idâre ederek
yarını meçhul bir şekilde yaşayan beş parasız âvâre biri, her şeyiyle güvenlik
ve nisbî bir rahatlık içinde olan silâh altındaki askerden aslında daha
hür-dür. Özgürlük bu bakımdan diğer iyi şeyler karşısında her zaman tercihe
şâyân görülen bir şey olmayabilir. Öyleyse özgürlük farklı bir ad gerektiren
farklı bir iyidir. Yine, “siyâsî özgürlük” ve “iç öz-gürlük” ifâdeleri,
özgürlük teriminin birazcık îtinâ ile karışıklığa yol 48 KıSıM ı - ÖZGüRlüğüN
DEğERİ
açmadan kullanılabilecek öteden beri mevcut alternatif
kullanımla-rı olmakla beraber, “özgürlük” kelimesinin “güç” anlamında
kulla-nımına cevaz verilip verilemeyeceği tartışmaya açıktır. Bununla beraber
her hâlükârda, bu “özgürlüklerin” –hepsi için aynı kelimeyi kullanmamız
nedeniyle– aynı türün farklı cinsleri olduğu telkininden kaçınılmalı. Bu telkin
son derece saçma neti-celere yol açan bir söz tuzağı, tehlikeli bir saçmalık
kaynağıdır.25 Güç anlamında özgürlük, siyâsî özgürlük ve iç özgürlük durumları,
bireysel özgürlükle aynı tür durumlar değildir: Birinden daha fazla elde etmek
için ötekinden birazcık fedâkârlık ederek, etraıca dü-şünüldüğü takdirde
herhangi bir ortak özgürlük unsuru elde ede-meyiz. Böyle bir değişimle bir
iyinin yerine bir başka iyiyi pekâlâ elde edebiliriz. Lâkin zikredilen
özgürlüklerde, böyle bir değiş to-kuşun özgürlük üstünde sahip olduğu etkiden
söz etmemize yol açan ortak bir unsur olduğunu iddia etmek, bu koşulları aynı
keli-melerle tanımladığımıza göre aralarında ortak bir unsur da olması
gerektiği faraziyesinde bulunan felsefî realizmin en ilkel türü, katık-sız
cehâlet tara arlığıdır (obscurantism). Hâlbuki biz bu özgürlük durumlarını
geniş ölçüde farklı nedenlerle isteriz ve onların varlığı ve yokluğu farklı
tesirlere sahiptir. Bu özgürlük durumları arasında seçim yapma durumunda
kalırsak, seçimi özgürlüğün bütün ola-rak artıp artmayacağına bakarak değil,
ancak bu farklı durumlardan hangisine daha fazla değer atfeiğimizi
kararlaştırarak yaparız. 6. Özgürlük ve Kölelik Çok defa bizim özgürlük
kavramımızın sadece negatif karakter-li olmasına itiraz edilir.26 Barışın da
negatif bir kavram olması veya güvenlik, sükûnet ya da herhangi bir muayyen
engel veya fenâlığın nâmevcutluğu keyfiyetinin negatif olması cihetinden
kavramımızın negatif vasıı olduğu doğrudur. Özgürlük işte bu zikredilen
kavramlar sınıfına girer: Özgürlük, muayyen bir en-BÖlüM 1 - ÖZGüRlüK vE
ÖZGüRlüKlER 49
gelin –diğer insanlardan gelen zorlamanın– yokluğunu anlatır.
Özgürlük ancak onu kullanmamızla pozitif hâle gelir. Özgürlük bize muayyen
fırsatları garanti etmez, ama kendimizi içinde hazır bulduğumuz hâl ve
şartlardan nasıl yararlanacağımıza karar ver-meyi bize bırakır. Özgürlüğün
kullanımları pek çoktur, ama özgürlük bir tektir. Özgürlükler ancak özgürlük
bulunmuyorsa ortaya çıkar: Özgür-lükler bireyler ve grupların diğer insanların
az ya da çok özgürlük-ten mahrum olmaları pahasına iktisap edebilecekleri özel
muafiyet ve imtiyazlardır. Tarihsel olarak, özgürlük yolu belli özgürlüklerin
başarılmasına müncer olmuştur. Fakat, özgürlük diye adlandırıl-makla beraber
birinin spesifik şeyleri yapmaya mezun kılınması özgürlük değildir; kezâ,
özgürlük kişinin spesifik şeyleri yapma-sına müsaade edilmemesi durumuyla
bağdaşır iken, kişinin eğer yapabileceği şeylerin çoğu için izin alması
gerekiyorsa özgürlük yoktur. Özgürlük ve özgürlükler arasındaki fark, genel
kurallarca yasaklanmamış her şeye izin verilen durum ile açıkça izin
verilme-miş her şeyin men edildiği durum arasında var olan farktır. Özgürlük ve
esaret arasındaki temel zıtlığa bir kez daha bakıl-dığında görürüz ki,
özgürlüğün negatif karakteri onun değerini hiçbir şekilde azaltmaz [özgürlük
için bir noksanlık değildir]. Bi-zim kullandığımız anlamın, kelimenin en kadîm
anlamı olduğunu zaten ifâde etmiş bulunuyoruz. Özgür insanın durumunu kölenin
durumundan ayıran esas farka göz atmamız, kelimenin mânâsını yerine koymamıza
yardım eder. Kadîm özgür toplumlara –kadîm Grek şehirlerine– bakacak olursak,
bu fark konusunda çok şey biliyoruz. Kölelerin özgür bırakılması hususunda
ortaya konul-muş sayısız hükümler, bize, konuya dâir ilkelerin net bir resmini
verir. Özgürlük iktisâbının tam olarak tevdî eiği dört hak vardı. Efendisinin
izniyle kölenin âzâd edilmesine dâir hükümler nor-mal olarak eski köleye,
birincisi, “toplumun muhâfaza altında 50 KıSıM ı - ÖZGüRlüğüN DEğERİ
bir üyesi sıfatıyla hukukî statü”; ikincisi, “keyfî
tutuklanmadan mâsuniyet”; üçüncüsü, “kişinin arzu eiği işte çalışma hakkı” ve
dördüncüsü de “kendi tercihi doğrultusunda seyahat ve yerleşme hakkı”
veriyordu.27 Bu liste 18. ve 19. yüzyıllarda özgürlüğün temel koşulları olarak
görülen hususların çoğunu içerir. Liste mülkiyet hakkını kenarda bırakır, zîrâ
mülkiyet hakkına köleler de sahip olabiliyor-du.28 Mülkiyet hakkının da
ilâvesiyle, bu liste bireyi icbâra karşı korumak için gerekli bütün unsurları
ihtivâ etmektedir. Ama, son-raları özgürlüğe ikâme olarak ileri sürülen bütün
“yeni özgürlük-ler” bir yana, bizim nazara aldığımız diğer özgürlükler
konusun-dan da hiç söz etmez. Açıktır ki, sadece oy hakkına sahip olmakla köle
özgür hâle gelmez ve hiçbir “iç özgürlük” boyutu da –her ne kadar idealist
filozoar bizi aksi yönde iknâya çalışsalar da– onu kölenin dışında bir şey
yapmaz. İçinde bulunduğu rahat ve kon-forun ölçüsü veya diğer insanlar ya da
tabiat kaynakları üzerinde kullanabileceği herhangi bir kudret de, kölenin,
efendisinin keyfî irâdesine bağımlılığını değiştirmez. Ama köle, çevresindeki
tüm vatandaşlar gibi sadece aynı yasalara tâbi ise, keyfî tahdit ve
hap-sedilmekten mâsun, işini seçmede serbest, kezâ, mal mülk iktisap edebiliyor
ve mâlik olabiliyorsa, hiç kimse veya insan grubu, onu emirlerine itaate
zorlayamaz. 7. Özgürlük, İcbâr ve Yasa Bizim özgürlük tanımımızın icbâr
(coercion) kavramının anlamı-na dayanması münâsebetiyle, bu terimi de benzer
şekilde tanımla-madıkça özgürlük tanımımız tam olmayacaktır. Hakîkaten ayrıca,
birbiriyle yakından alâkalı bazı kavramlara, özellikle keyfîlik ve ge-nel
kurallar veya yasa kavramlarına da daha açık ve tam bir anlam vermek
durumundayız. Bu nedenle normal olarak şimdi bu kav-ramların benzer bir
analiziyle konumuza devam etmemiz gerekir. BÖlüM 1 - ÖZGüRlüK vE ÖZGüRlüKlER 51
Bu işten külliyen kaçınmamız mümkün değil. Fakat okuyucudan,
anlamsız bir iş gibi gelebilecek terimlere tam anlam kazandırma hususunda bizi
tâkip etmesini istemeden önce, tanımlamış oldu-ğumuz özgürlüğün neden o kadar
önemli olduğunu açıklamaya çalışacağız. Bu nedenle tam bir tanım çabamıza,
özgürlük rejimi-nin hukukî cephelerini inceleyeceğimiz, kitabımızın ikinci
kısmı-nın başında yeniden dönüp devam edeceğiz. Elan bu noktada, icbâr
konusunda yapılacak daha sistematik bir değerlendirmenin neticelerine ilişkin
fikir veren birkaç gözlem yeterli olacaktır. Bu özet formda bu gözlemler
kaçınılmaz olarak biraz dogmatik görü-necek ve daha sonra ilerde
değerlendirilmesi icap edecektir. “İcbâr” ile, daha büyük bir fenâlığı önlemek
için, bizzat kendi-ne ait bir plâna göre hareket etmeye değil de başkasının
amaçla-rına hizmet etmeye mecbur kalan bir kişinin çevresi ya da hâl ve
şartlarının, bir başkası tarafından kontrolünü kastediyoruz. Baş-kası
tarafından kendisi üzerine zorla tatbik edilen bir durumda ehven-i şer olanı
seçme takdîri dışında, kişi ne kendi bilgi veya zekâsını kullanabilir, ne de
kendi amaç ve fikirlerini tâkip edebilir. Zorlama kötüdür. Zîrâ zorlamanın bu
şekilde, bireyi düşünen ve değerlendirmede bulunan birisi olmaktan çıkarıp, onu
başkası-nın amaçlarının tahakkukunda alelâde bir vasıta hâline getirdiği çok
açıktır. Kişinin, bizzat kendi bilgisinin rehberlik eiği araçlar-la bizzat
kendi amaçları peşinden giiği özgür eylem, başkasının irâdesiyle
şekillendirilmemiş verilere dayanmalıdır. Özgür faali-yet, –hal ve şartların
başka bir kimse tarafından bir kişiyi sadece dikte edilen tercihe mahkûm edecek
ölçüde şekillendirilemedi-ği– tanınan [kabul edilen] bir sâhanın varlığını
tazammun eder. Mâmâfih, icbârı önlemenin yegâne yolunun icbâr kullanma tehdidi
olması münâsebetiyle, icbâr tamamıyla önlenemez.29 Özgür toplum bu meseleye,
icbâr tekelini devlete30 tevdî ederek ve devletin bu gücünü fertlerden gelen
icbârı önlemenin gerek-52 KıSıM ı - ÖZGüRlüğüN DEğERİ
tiği durumlarla sınırlamaya çalışarak mukâbelede bulunmuştur.
Bu ancak devletin, diğerlerinin müdâhalesi karşısında bireylere ait tanınan
özel alanları korumasıyla ve bu özel alanları, spesifik tâyin ve tahsisle değil
de, bireyin, yönetimin farklı durumlarda ne yapacağını kedisine beyân eden
kurallara güvenerek kendi alanı-nı belirleyebileceği şartlar yaratmak sûretiyle
sınırlandırmasıyla mümkündür. Devletin icbârı önleme amacıyla her şeye rağmen
başvurmak durumunda kaldığı icbâr, bilinen genel kurallar vasıtasıyla
sınırla-narak en aza indirilir ve olabildiğince zararsız hâle getirilir.
Böy-lece çoğu durumda, birey icbâra mâruz kalacağını bildiği bir du-ruma
kendini düşürmedikçe hiçbir zaman icbâr tatbikine gerek de olmaz. İcbâr,
kaçınılmaz olduğu durumda bile, belirli ve ön-ceden bilinebilir görevlerle
sınırlandırılarak veya en azından bir başkasının keyfî irâdesinden bağımsız
kılınarak pek çok tahripkâr tesirinin önüne geçilir. Gayrişahsî (belli bir
şahıs gözetmeyen) mâhiyet kazandırılmak ve vaz’ edildiği zaman belirli bireyler
üze-rinde tesiri önceden bilinmeyen genel ve soyut kurallara dayandı-rılmak
sûretiyle, devletin zorlayıcı faaliyetleri bile, bireyin kendi plânlarını
istinat eirebileceği veri hâline gelir. O zaman, bilinen kurallara göre icbâr
–ki bu genellikle icbâra mâruz kişinin kendi kendini düşürdüğü durumun sonucudur–
başkalarının amaçları için kullanılacak bir araç değil, bireylere kendi
amaçlarını tâkip etmede yardım eden bir enstrüman hâline gelir.F. A. HAYEK |
ÖZGÜRLÜĞÜN ANAYASASI 733
DIZIN
A
Abel-Smith, B. 714
Achinger, H. 713, 716 Acton, H. B. 620 Acton, Lord 215, 271, 282, 351, 571, 577, 586, 589, 596,
606, 616,
636, 637, 645, 649, 660, 661,
662, 667, 690, 731, 732, 733,
734
Adams, Henry 205
Adams, John 589, 636, 651, 665, 734
Adams, Samuel 271, 662 Adler, J. H. 720 Adler, Mortimer 601 Alchian, A. A. 626 Alcmaeon
648 Alexée, Paul 675, 686 Allen,
H. D. 713 Allen, Sir Carleton K. 659, 679, 680, 686, 698
Allix, Edgard 719
Altmeyer, A. J. 710 Amonn, Alfred 726 Anschütz, Gerhard 678 Antiphon
615 Aquinas, Thomas 625, 645
Archipov 693 Aristo 183, 257, 258, 615, 623, 625, 647, 650, 651,
693
Arnold, Thurman 697
Asanger, Raimund 677
Aubrey, John 647, 656 Auden, W. H. 600 Austin, John 624, 640, 660
B
Bacon, Francis 646,
682 Bagehot, W. 64, 290, 596, 671, 683,
723
Bähr, O. 678 Bailey, Samuel 612 Baker, J. R. 731 Baldwin, A. M. 662 Bamberger, Ludwig 703 Barker, Sir Ernest 602, 649, 660, 680 Barnard, C. I. 594, 633, 706 Barna, Tibor 719 Barnett, H. G. 608 Barthélemy, J. 673 Bartolus
645 Battaglia, Felice 681, 687
Bauer, P. T. 728 Bäumlin, R. 681 Bay, Christian 600, 602, 620 Becker, Carl L. 600 Bednarik, Karl 700 Belin, Jean 673 Bellièvre
610 Bellot, H. H. L. 680 Benham,
Frederic 728734 F. A. HAYEK | ÖZGüRlüğüN
ANAYASASı
Bentham, Jeremy 107,
269, 601, 618, 619, 631
Bergbohm, K. 691 Berg,
G. H. von 295, 672, 677 Berlin, Sir
Isaiah 606 Bernatzik, Edmund 691 Berns, Walter F. 639, 702 Beudant, L. C. A. 639 Beveridge, Sir William (Lord) 701, 708, 714
Bieri, E. 633 Black,
John 728 Blackstone, William 267, 268, 660 Blank, D. 731 Blum, W. J. 718, 721, 722 Bodenheimer, Edgar 686 Bodin, Jean 664, 677 Bolingbroke, H. St. J. 658 Bonald, L. G. A. 575 Bonno, G.
673 Bosch, W 714 Boulding, K. E. 727, 728 Böhm, Franz 681, 707 Bracton, Henry 213, 635, 647 Bradley, P. D. 705, 706 Brandeis, Louis D. 699 Brandes, E. 677 Briefs, Goetz 707 Broad, C. D. 623 Brochier, H. 720 Broglie, Achille Charles, Due de 674 Bronfenbrenner, M. 606 Brown, A. J. 707 Brunet, René 685 Brunner, Emil 643, 698 Bryce, James (Lord) 734 Buckland, W. W. 651 Burckhardt, Jakob 215, 636, 638 Burgess, J. W. 733 Burke, Edmund 101, 107, 114, 215, 268, 272, 521, 577, 586,
596, 599,
616, 618, 619, 620, 621, 636,
646, 660, 661, 715, 727
Burnet, Gilbert 655
Burns, Edward M. 734
Burns, Eveline M. 709
Burns, Robert 191 Bury, J. B. 611 Busolt, G. 649, 650 Butler, Joseph 619 Butterfield, Herbert 619, 647 Butters, J. K. 722 Buttinger, S. 700
C
Camden, Lord 266, 653,
658 Campbell, C. A. 623, 657 Cannan,
Edwin 594, 725, 726 Cantillon, Richard 616 Carlyle, A. J. 645, 654 Carr, C. T. 686 Carré de Malberg, R. 683 Carrol, J. J. 720 Carter, J. C 639 Cartter, A. M. 720 Carver, T. N. 624 Cato, Marcus Procius 103 Cecil, Lord Hugh 732 Chamberlain, Joseph 629 Chamberlin, E. S. 704, 705, 706 Christern, Hermann 677 Churchill, W. S. 696 Cicero, Marcus Tullius 103, 259, 615, 652
Ciriacy-Wantrup, S. V.
729 Clark, Colin 715, 722, 723
Clarke, Sir William 653 Clark, John 613 Clark, John M. 607, 637, 689 Clark, Sir George 644 Cohen, M. R. 686 Coing, Helmut 698 Coke, Sir Edward 261, 616, 646, 647, 652, 653, 654, 667
Cole, G. D. H. 699
Coleridge, S. T. 575, 599, 631 Collier,
D. S. 615 Collingwood, R. G. 613, 627, 680, 732 Colm, G. 720DİZİN 735
Commager, H. S. 628
Commons, J. R. 46, 605, 637, 660, 689
Condillac, E. B. de
614 Condorcet, M. J. A. N. de Caritat, Marquis de 673 Constant, Benjamin 101, 118, 614, 621, 648, 674, 678
Cooke, C. A. 618
Cooke, L. D. 720 Cooley, T. M. 671 Cooper, R. M. 686 Cormenin, L. M. de Lahaye, Vicomte
de 674 Cortés, Donoso 575 Corwin, S. E. 605, 646, 652, 663, 667, 668, 670, 671, 734
Cranston, M. 601, 603,
653, 656 Crick, B. 732 Croce, Benedetto 629 Cromwell, Oliver 77, 610, 654, 733 Cropsey, J. 606, 618 Crosland, C. A. R. 624, 625, 626, 638, 699, 700, 714, 720
Crosskey, W. W. 668,
669 Crossman, R. H. S. 378, 694, 695,
699, 700
Culpeper, Sir John (Colepeper) 630 Curle, A.
730
D
Dahlmann, F. C 677
Darmstädter, F. 675, 680, 692 Darwin,
Charles 106, 205, 616, 620, 634
Davenport, John 594,
705 Defoe, Daniel 657 Demosthenes 638, 650 Denning, Lord Justice 657 Descartes, René 104, 615, 621, 691 Dewey, John 46, 605 Dicey, A. V. 297, 309, 310, 322, 360, 361, 362, 610, 630,
631, 646,
660, 673, 679, 682, 685, 686,
694, 703
Dickinson, J. 610,
680, 697 Dickinson, John 666 Diehl,
E. 648, 649 Diels, H. 648 Dietze, G
698 Diez del Corral, Luís 674
Diogenes Laertius 647 Director, Aaron 595, 610, 705 Disraeli, B. 732 Dobrin, S. 693 Dodds, E.
716 Dostoevski, F. 622 Drucker,
Peter 604 Duguit, Leon 642, 675, 682, 683, 685 Dunbar, H. L. 668 Dunham, Allison 726 Dunlop, J. T. 704
E
Edgeworth, F. Y. 719
Eheberg, K. T. 717 Ehrenberg, V. 595, 649, 650 Einaudi, Luigi 653 Eliot, Sir John 646 Ellwein,Thomas 677 Emge, C. A. 684 Enfield, Sir Ralph 727 Engels, Friedrich 452, 691, 718 Entrèves, A. P. d’ 691 Esmein, A. 653, 681 Evans-Pritchard, E. E. 615, 643
F
Fagan, F. D. 719 Faguet,
E. 613 Falter, G. 676 Feiling, Keith 732 Fenet, P. A. 674 Ferguson, Adam 101, 103, 607, 610, 611, 615, 648
Ferrera, S. V. 723
Ferrero, G. 635, 664 Feuerbach, P. J.
A. 676736 F. A. HAYEK | ÖZGüRlüğüN
ANAYASASı
Fichte, J. G. 676, 729
Fickert, A. 678 Field, M. G. 715 Figgis, J. N. 645, 657 Finer, H. 629, 694, 696 Fink, Z. S. 647 Fleiner, F. 629, 679, 681, 682 Florio, John 648 Foot, P.
623 Forbes, Duncan 595, 610, 614,
615 Forstho, E. 679, 726 Fosdick,
Dorothy 605 Fourastié, J. 727 France, Anatole 352, 653, 674, 690, 698, 710
Frane, L. 720 Frankel,
S. H. 728 Frankfurter, Felix 687, 694 Frank, Jerome 368, 697 Frank, Tenney 653 Frazer, Sir John G. 616 Freeman, Katherine 625, 648 Freund, Ernst 671, 686, 689 Friedman, Milton 552, 595, 634, 705, 707, 726, 728, 730
Friedmann, W. 694, 695
Friedrich, C. J. i, vi 452, 675, 676,
680, 691
Fromm, E. 622 Fuchs,
R. F. 686 Fung, Y.-L. 644 Fustel de Coulanges, N. D. 648
G
Gabor, A. 606 Gabor,
D. 606 Galiani, F. 611 Gallie, W. B. 625 Gardiner, S. R. 654 Geddes, Charles 709 Geddes, Patrick 726 Gellhorn, Walter 689, 697 Gentz, Friedrich 718 Gerland, H. B. 682
Geyl, Peter 644
Giacchi, O. 682 Giacommetti, Z. 687 Gibbon, Edward 634 Gierke, Otto von 645, 677 Gilboy, E. W. 724 Gilby, Thomas 645 Gladstone, W. E. 586, 619, 668, 732, 733
Glaser, Stefan 657,
682 Glass, D. V. 730 Gneist, Rudolf
von 304, 306, 679 Godwin, William 101 Goebbels, J. 732 Goethe, J. W. 611 Gomperz, Heinrich 623 Gooch, G. P. 653 Goodnow, F. J. 680 Goodrich, P. F. 594, 609 Gordon, Scott 729 Gough, J. W. 646, 651, 654, 656 Gouldner, A. W. 707 Grabein, M. 718 Graveson, R. H. 641 Green, T. H. 602, 606, 689 Grene, M. 594, 622 Gri n, C. E. 699 Groethuysen, B. 613 Grossmann, R. H. 681 Grote, George 205 Gruchy, A. G. 604 Gsovski, Vladimir 693 Guicciardini, F. 717 Guizot, F. P. G. 674, 678 Guttridge, G. H. 661, 733
H
Haar, C. M. 727
Haberler, Gottfried, von 685, 705, 707
Haenel, Albert 683 Haensel, W. 675 Hagenbuch, W. 710, 716 Haines, C. G. 367, 697 Haldane, J. B. S. 624DİZİN 737
Hale, R. L. 637 Hale,
Sir Mathew 104, 614, 616, 656 Halévy,
Élie 613 Hallam, H. 733 Haller, William 627, 653 Hall, Jerome 682 Hallowell, J. H. 680, 691, 692 Hall, R. L. 638 Hamilton, Alexander 662, 668 Hamson, C. J. 675, 698 Hand, Learned 733 Hansen, A. H. 701, 703, 721 Hansmeyer, K. H. 713 Hardin, Charles M. 728 Hare, R. M. 623 Harrington, James 258, 259, 647, 651 Harris, A. L. 689 Harrod, Sir Roy F. 634, 726 Hart, H. L. A. 623 Hashagen, J. 664 Haskell, J. J. 653 Hauriou, M. 687 Havelock, E. A. 647 Hazard, J. N. 693 Hazlitt, Henry 593, 595 Hegel, G. W. F. 606, 691 Heller, Hermann 680, 691 Heman, G. F. 623 Henne, R.
644 Hennings, A. 644 Henry,
Patrick 271 Hermens, F. A. 629 Herodotus
257, 636, 650 Hewart, Lord 360,
694 Hicks, J. R. 705, 707, 715, 732
Hintze, Otto 676 Hobart, R. E. 623 Hobbes, Thomas 101, 104, 258, 605, 616, 623, 640, 647, 648,
651,
655, 656, 691
Hobhouse, L. T. 701,
722 Hoebel, E. A. 607, 629 Holbach, P.
H. D. Baron d’ 621 Holcombe, A. N. 680 Holdsworth, Sir William S. 616, 656,
657, 658, 661, 684, 685, 698
Holland, Philemon 648,
651, 718 Hollar, Wenceslas 627 Holmes,
O. W. Jr. 143, 244, 624, 641 Hooker,
Richard 211, 635, 645 Horkheimer,
Max 695 Hönn, K. 648 Huizinga, Johan 624, 648 Humboldt, Wilhelm von 32, 273, 300, 548, 569, 617, 676, 678, 730,
731
Hume, David 101, 103,
107, 111, 120, 169, 247, 267, 269, 600, 610,
618, 620, 622, 623, 626, 627,
639, 641, 642, 652, 658, 659,
663, 664
Humphreys, R. A. 662,
663, 667 Hutton, D. G. 594, 720 Hutton,
James 617 Hutt, W. H. 704, 705 Huxley, Aldous 687 Hyperides
650
I
Ihering, Ruldolf von
607, 690, 692 Ipsen, H. P. 685
Isokrates 650
J
Jack, D. T. 708
Jackson, R. H. 669, 671, 704 Jahrreiss,
H. 621, 643, 684 James I 260, 643, 654 James, William 604 Jay, John
666 Jeerson, Thomas 109, 367, 566,
589, 614, 619, 666, 667, 697,
731, 734
Jerey, Francis 615
Jellinek, Georg 648, 664, 682 Jellinek,
Walter 664 Jenks, E. 645 Jennings, Sir Ivor 360, 361, 694, 695 Jewkes, John 714, 731738 F. A. HAYEK | ÖZGüRlüğüN
ANAYASASı
Johnson, Samuel 266,
658 Jones, Arnold H. M. 648, 651 Jones,
Harry W. 680 Jones, J. Walter 662, 663 Jones, Sir William 617, 649 Joseph, M. 287, 619, 629, 668, 673, 708, 717, 731
Jouvenel, Bertrand de
594, 604, 626, 635, 636, 699, 726
Judson, N. A. 654
Junius 659, 661
K
Kägi, Werner 681
Kaldor, Nicholas 708 Kallen, H. M. 625 Kalven, Harry, Jr. 718, 721, 722 Kant, Immanuel 300, 636, 637, 675, 676
Kaufmann, E. 685
Keeton, G. W. 698 Keith-Lucas, A. 687 Keller, Robert von 645 Kelsen, Hans 356, 603, 614, 623, 628, 682, 691, 692, 693,
697
Kent, James 287 Kern,
Fritz 645 Keynes, J. M. (Lord) 414, 475, 631, 633, 723, 725
Klenner, Fritz 700
Kline, B. E. 608, 610 Knight, Frank
H. 594, 601, 603, 606, 625, 626, 635,
637, 702
Kolnai, Aurel 692
Koser, R. 675 Krutch, J. W. 717 Kuang, Chung 644
L
Laband, Paul 683
Laboulaye, E. 676 Lafayette, M. J. P.
Marquis de 297 Lamennais, H. de 674 Lange, Richard 681
Langlois, Charles Victor
645 Langmuir, Irving 612 Laroque,
P. 710, 713 Larsen, J. A. D. 649 Lasker, Eduard 678 Laski, H. J. 360, 586, 603, 624, 648, 694, 733
Laun, Rudolf von 648,
686 Lawson, George 655 Lecky, W. E.
H. 577, 721 Lee, Arthur 661 Legaz y Lacambra, Luís 681 Leibholz, Gerhard 685, 692 Lenho, Arthur 707 Lerner, A. P. 609 Lerner, Max 628, 672 Leroy, Maxime 680 Letwin, W. L. 594, 653 Levi, E. H. 685 Lewis, Sir George Cornewall 641 Lewis, W. A. 608, 699, 722, 725 Lieber, Francis 100, 614 Lilburne, John 655, 663 Lincoln, Abraham 601 Lindblom, C. E. 705 Lintner, J. 722 Lippmann, Walter 632, 680 Lipsius, J. H. 650 Liszt, Franz von 690 Livius, Titus (Livy) 256, 258, 259, 647, 648, 651, 660
Llorens, Eduardo L.
685 Lloyd, Dennis 586, 687, 701
Locke, John 64, 107, 183, 253, 264, 265,
622, 644, 653, 655, 656,
657
Lolme, J. L. de 603,
659 Louis Philippe 674 Lovejoy, A.
O. 617 Lowell, A. L. 628, 675, 679 Loyola, Ignazius of 604 Löning F.
676 Lösch, August 520, 727
Lubbock, John 205 Lurton, H. H. 680DİZİN 739
Lutz, F. A. 724 Lutz,
H. L. 718 Lübtow, Ulrich von 635, 651, 652
M
Mabbott, J. D. 623,
643 Macaulay, T. B. (Lord) 205, 269,
577, 586, 630, 657, 660
Macbeath, A. 616
MacDermot, Lord 636, 704 MacDonald,
William 662 MacGregor, D. H. 618 Machiavelli, Nicolo 618 Machlup, Fritz 594, 702, 704, 705 MacIver, R. M. 635 MacKay, D. M. 623 Mackintosh, Sir James 616 Maclean, A. R 655 MacMillan, Harold 732 Madison, James 32, 282, 286, 589, 619, 636, 666, 667, 668,
669,
670, 697, 734
Maine, Sir Henry 637,
641 Mainzer, O. 685 Maistre, Joseph
de 575 Maitland, F. W. 262, 608, 615, 622, 629, 635, 644, 654, 734
Malinowski, Bronislaw
606, 607, 616, 637
Malitzky, A. L. 692,
693 Malthus, T. R. 616 Mandeville,
Bernard 614 Mangoldt, Hermann von 670 Mannheim, Karl 700 Marchet, Gustav 677 Marcic, René 681 Marshall, Alfred 632, 709 Marshall, John 244, 287, 641, 652, 668
Marshall, T. H. 701
Martin, N. H. 608 Marx, Fritz
Morstein 686 Marx, Karl 183, 205, 452, 691, 718, 732
Mason, George 665, 669
Mayer, T. 614, 723
May, Sir Thomas Erskine 613 McAdams, E.
L. 658 McCallum, R. B. 611, 619, 625, 629, 630, 638, 643, 688, 701,
729,
733
McCloskey, R. G. 643,
687 McCulloch, J. R. 452, 703, 718, 721
McGovern, W. M. 615 McIlwain, Charles
H. 643, 645, 654, 657, 661, 663, 664,
668, 672,
675, 680, 682, 697
McKechnie, W. S. 647
McLaughlin, A. C 661, 663 McNair, A.
D. 651 Meade, J. E. 721 Medawar, P. B. 624 Meinecke, Friedrich 643, 658 Menger, Anton 690 Menger, Carl 629, 681, 686 Menger, Christian-Friedrich 616, 639, 690
Menger, Karl 676
Meriam, Lewis 710, 711 Messner,
Johannes 700 Metzger, W. 676 Michelet, Jules 297, 672 Miege, Guy 656 Mignet, F. 672 Mill, John Stuart 32, 64, 108, 155, 183, 229, 231, 273, 333,
453, 569,
611, 612, 618, 619, 625, 629,
630, 631, 638, 639, 643, 676,
688, 701, 718, 729, 731, 733
Mills, C. W. 632, 703
Milton, John 64, 215, 552, 624, 636,
647, 655, 730
Mims, Edwin, Jr. 603,
628, 661 Minnigerode, L. 678
Mirkin-Getzewitsch, B. 692, 693 Mises,
Ludwig von 594, 602, 615, 630, 633, 634,
637, 643, 686,
687, 689, 702, 704, 711, 714,
718, 722, 723, 729, 730
Mitteis, Heinrich
698740 F. A. HAYEK | ÖZGüRlüğüN ANAYASASı
Mohl, Robert von 677
Mommsen, Theodor 651 Montague, F. C 599 Montesquieu, Charles de Secondat, Baron
de 101, 296, 601, 602, 603, 614, 618,
636, 644, 652,
658, 684
Morstein 686 Mossner,
E. C. 622, 658 Mounier, J.-J. 673 Möser, Justus 575 Mullett, C. F. 662 Mumford, Lewis 615, 726 Musgrave, R. A. 720 Müller, Armaek 710
N
Nash, C. C 713
Nawiasky, H. 685 Neckel, G. M. 602 Nef, Hans
672, 685 Nef, John U. 595, 596,
653 Neratius 615 Neumann, F. J. 720 Neumann, Franz L. 601, 628, 641, 672, 679, 680, 685, 692, 695
Nicias 256 Niehaus,
H. 727 Nowell-Smith, P. H. 623
O
Oakeshott, Michael
605, 613, 623, 647, 651, 666
Oertel, F. 652
Oertmann, P. 686 Ofstad, Harald 601 Ojala, E. M. 727 Olivecrona, Karl 640 Ollier, F. 615 Olmsted, F. L. 726 Ortega y Gasset, José 628, 639, 640 Orwell, George 700 Osborn, H. F. 617 Osborn, Sir Frederick 726
Otis, James 271, 662
P
Padover, S. K. 636,
667, 668, 734 Paine, Thomas 101 Paish,
F. W. 726, 728 Paley, William 101, 267, 268, 660 Pashukanis 359, 693, 694 Pasteur, Louis 609 Peacock, A. 713, 719, 720 Pease, T. C 653, 655 Pechman, J. A. 723 Pekelis, A. H. 697 Pennock, J. R. 680 Pericles
256, 599, 648 Perry, R. B. 601,
605 Perticone, G. 693 Petro,
Sylvester 413, 594, 704, 705, 706, 707,
708
Pfizer, P. A. 678
Philbrook, Clarence 632 Phillips,
G. 684 Phillips, H. B. 600 Philon (İskenderiyeli Philo) 647 Picot, A.
680 Pigou, A. C 632, 689, 701
Plamenatz, J. P. 625 Planitz, Hans 645 Plant, Sir Arnold 642, 727 Plato 625, 650 Plucknett, T. F. T. 595, 645 Polak, C. H. F. 681 Polanyi, Michael 250, 594, 607, 612, 635, 643, 731
Pollock, Sir Frederick
644 Popper, Karl R. 594, 610,
611, 616, 622, 630, 640, 690
Portalis, J. 673
Pound, Roscoe 368, 664, 680, 684, 690,
693, 696, 697, 702, 704,
705
Pöhlmann, R. 652
Price, Richard 101, 270, 618, 660, 721
Priebe, H. 727 Priestley, Joseph 101DİZİN 741
Pringsheim, Fritz 653
R
Radbruch, G. 369, 629,
697 Radclie, Lord 636, 684, 687, 698
Ramsey, F. P. 608 Rapin de Thoyras, Paul
de 644 Rashdall, H. 609 Rasmussen, S. E. 635 Rawls, J.
643 Ray, Jean 673 Rees, A. 705 Rehberg, A. W. 677 Rehfeldt, Bernhardt 646 Reilley, G. D. 705 Renan, Ernest 618 Retz, Jean F. P. de 610 Rheinstein, Max 595, 640, 646, 684 Ricardo, David 725 Ricca, Salerno 717 Richberg, Donald 705 Riesman, David 624 Ripert, George 370, 690, 698 Ritchie, D. G. 690 Ritter, Gerhard 636 Ritter, Klaus 698 Robbins, Lionel (Lord) 594, 618, 620, 641, 682, 688, 701, 702, 722
Roberts, B. C 705
Roberts, Ffrangcon 714 Robespierre,
Maximilien 104 Robinson, Joan 601, 603 Robson, W. A. 362, 363, 694, 695, 698
Roosevelt, F. D. 290,
367, 584, 601, 671, 701, 727
Roscher, Wilhelm 611
Rossiter, Clinton 606, 661 Rostas,
L. 720 Rostovtze, M. 652, 653 Rothschild, W. 654 Rotteck, C. von 678 Rottier, G. 713 Roubier, Paul 684, 698 Rougier, Louis 674, 698
Rousseau, J. J. 101,
104, 183, 296, 617, 652, 657, 672
Rowland, K. W. 665
Röpke, Wilhelm 594 Ruggiero, Guido
de 613, 674 Ruml, Beardsley 728 Russell, Bertrand (Lord) 605, 635, 638, 729
Rutherford, Samuel 654
Rüegg, W. 652 Rümelin, Max 685 Ryle, Gilbert 607
S
Sabine, G. H. 649, 652
Sadler, John 655 Saint-Just, A. L.
L. 104 Salander, G. A. 665 Santillana, G. de 608 Sapir, Edward 620, 640 Savigny, F. C. von 639, 653 Sawers, D. 731 Sayers, R. S. 723 Scharpf, F. A. von 645 Schiller, Friedrich von 624, 676 Schlesinger, A. M. Jr. 693, 727 Schlesinger, Rudolf 693, 727 Schlick, Moritz 601, 623 Schliemann, Heinrich 205 Schlotterbeck, K. 710, 711 Schmitt, Carl 629, 680, 682, 693 Schnabel, Franz 628, 677 Schoeck, Helmut 595, 632 Schottländer, Adolf 682 Schrader, O. 602 Schreiegg, J. 712 Schultz, T. W. 727 Schumpeter, Joseph 629, 633, 702, 703
Schwartz, Bernard 675,
697 Scott, Anthony 647, 651, 670, 728,
729
Sears, Paul B. 728
Selden, John 311, 643, 680 Seldon,
Arthur 712742 F. A. HAYEK | ÖZGüRlüğüN
ANAYASASı
Seligman, E. R. A. 721
Seligmann, E. 683 Senior, N. W. 269, 688 Shaw, George B. 622 Shehab, F. 718 Shirras, G Findley 720 Sidgwick, Henry 599, 701 Sidney, Algernon 647, 651, 655, 733 Sieghart, M. A. 675, 679 Sieyès, E. J. 103 Silone, Ignazio 638 Simons, Henry C 488, 594, 703, 704, 705, 719
Simon, Yves 623, 725
Skinner, B. F. 621, 687 Slichter, S.
H. 706 Smart, J. J. C 643 Smiles, Samuel 632 Smith, Adam 81, 101, 103, 267, 269, 333, 334, 338, 500,
612, 614,
617, 659, 688, 726, 732, 733,
734
Smith, D. T. 723
Smith, S. B. 652 Snow, Sir Charles
P. 731 Sobotka, S. P. 706 Solomon, M. 626 Solon
256, 258, 648 Sombart, Werner 605
Spencer, Herbert 346, 608, 689 Stahl, F.
G. 677 Stamp, Sir Josiah (Lord) 719 Stearns, Harold 638 Stebbing, L. S. 627 Stephen, J. F. 629 Stern, A.
673 Stewart, Dugald 617 Stigler,
G. J. 702, 726, 730, 731 Stillerman,
R. 731 Stokes, Dillard 711, 713, 716 Stoll, H. 682 Stone, J.
699 Story, J. 287, 668, 677
Stourzh, Gerald 594, 666 Strigl,
Richard 705
Stubbs, W. 645
Stuchka, P. J. 693 Sumner, W. G. 625
T
Tacitus, Cornelius 259
Talmon, J. L 102, 613, 614, 615, 621
Tarasov, H. 720 Tarde, G. 612 Taton, R.
609 Tawney, R. H. 556, 624, 625,
730 Tezner, F. 686 Thiers, A. 452, 718 Thoma, Richard 691 Thomas, Norman 101, 367, 566, 616, 625, 645, 648, 677, 697,
700,
728, 731, 734
Thompson, Dorothy 668,
671 Thucydides 257, 599, 647, 648, 650
Thür, J. 629 Titmus, R. M. 714 Tocqueville, Alexis de 32, 101, 177, 205, 298, 577, 586, 613, 614,
619, 621, 630, 670, 674, 699,
733
Todsen, Hans-Heinz 687
Toulmin, S. E. 643 Trevelyan, G. M. 657 Treves, G. E. 686 Triepel, H. 692 Trotsky, Leon 219, 636 Tucker, Josiah 101, 617 Tucker, R. S. 617, 724 Turgot, A. R. J. 270, 273, 452, 610, 614, 660, 718
Turvey, Ralph 594,
725, 726, 727
U
Urmson, J. O. 643
V
Vanderbilt, Arthur T.
680, 686, 687 Vattel, E. ije
662DİZİN 743
Vaughan, C. E. 652,
657 Vecchio, G. del 626 Veit, O. 622 Vico, G.
611 Viner, Jacob 595, 704, 707
Vinogrado, Sir Paul 649, 653 Vlastos,
G. 649 Voltaire 652 Vossler, Otto 614, 645, 661, 665 Vögelin, Erich 692
W
Waas, Adolf 602
Waddington, C. H. 622 Wade, H. W. 684 Wagner, Donald O. 653 Waldo, Dwight 696 Waline, Marcel 680 Walker, F. A. 708, 721 Walker, K. F. 708 Wallich, H. C 612 Warfield, E. D. 697 Watkins, Frederick 599 Watson, A. D. 702, 710, 716, 719 Webb, Beatrice 715, 733 Webb, Sidney 715, 733 Weber, Hilde 728 Weber, Max 607, 640, 643, 684 Webster, Daniel 287, 670 Webster, W. C 665 Weiss, E.
650 Weisser, G. 710, 713 Welcker,
C. T. 677, 678 Weldon, T. D. 695 Wentworth, Thomas (Earl of Straord) 646, 649
Westerman, W. L. 606,
647 Wheeler, J. A. 609 Whitehead, A.
N. 600, 607 White, L. A. 600, 607, 632, 721 Wiese, Leopold von 629
Wieser, Friedrich von
635, 664, 719 Wiles, Peter 702,
716 Wilhelm, Theodor 548, 569, 594, 611,
617, 678, 730
Wilkes, John 266, 659
Willcox, B. F. 636 Willgerodt,
Hans, 716 Williams, Gertrud (Lady) 708 Williams, Roger J. 624 Wilson, F. G. 680 Wilson, James 287, 667, 669 Wilson, Thomas 699 Wilson, Woodrow 604 Winkler, B. 682 Wirszubski, C. 651 Wolfe, D. M. 653 Wolf, Erik 648, 697 Wolin, S. S. 622, 645 Wollheim, Richard 640 Wolman, Leo 704 Woodhouse, A. S. P. 653, 664 Woodhouse, W. J. 648 Woolf, C. N. S. 645 Wootton, Barbara (Lady) 604, 704, 708, 715
Wordsworth, William
600 Wormuth, F. D. 123, 622, 643,
654, 655
Wright, David McCord
700, 705, 718, 722
Y
Young, Michael 627,
700, 731
Z
Zagorin, P. 654
Zehner, H. 678 Zeno 647 Ziegler, H. O. 628 Zschimmer, Eberhard 605
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder