25 Ekim 2014 Cumartesi

ÖZGÜRLÜĞÜN ANAYASASI ( Constitution of Liberty ) FRIEDRICH AUGUST VON HAYEK : Sağlam bir kitap 'Bir kitap okudum hayatım değişti' sözünü zaman zaman işitiriz. Bir kitap bir insanın hayatını gerçekten değiştirebilir mi



ÖZGÜRLÜĞÜN ANAYASASI ( Constitution of Liberty )
FRIEDRICH AUGUST VON HAYEK / BigBang Yayınları
Çeviren: Yusuf Ziya Çelikkaya

Temel bir eser: Özgürlük ile özgür olmama durumu ve bunların her birinden yana olan kurumlar üzerine derinlemesine düşünülmüş bir bildiri. Bildiri üç kısma ayrılmış. Bu üçlü yapı muhteşem bir başarı, birinci sınıf bir düşünürün yüksek bir idealin hizmetindeki eseri."
-The Economist-

"F. A. Hayek ahlâk ve antropolojiden, hukuk bilimi ve düşünce tarihine, oradan refah devleti ekonomisine uzanan sosyal felsefenin mükemmel bir açıklamasını sunar. Kısım 1'de özgürlüğün sadece bir değer olmayıp, tüm moral değerlerin koşul ve kaynağının yer aldığı özgür toplumun ahlâkî temellerini tahlil eder. "Özgürlük ve Hukuk" üzerine olan Kısım 2'de Hayek, Batı insanının bireysel özgürlüğü temin için geliştirdiği kurumları inceler. Kısım 3'te de özel teşebbüs ile sosyalist teşebbüs arasındaki ilişkileri tartışır ve refah devletinin yöntemleri ve hedeflerinin, ihtimallerinin ve tehlikelerinin tam bir tasvirini verir. Bu şekilde, özgürlük ilkelerini, önemli iktisâdî ve sosyal konulara uygulayarak test eder."

YENİ ŞAFAK YAZARINDAN ATİLLA YAYLA dan KİTABA YORUM
Sağlam bir kitap :
'Bir kitap okudum hayatım değişti' sözünü zaman zaman işitiriz. Bir kitap bir insanın hayatını gerçekten değiştirebilir mi bilmem. Belki de bu konuda bir hükme ulaşabilmek için ampirik araştırmalar yapılması lâzım. Bununla beraber, her okuyan insanın hayatında onu derinlemesine etkileyen, hayata ve dünyaya bakışının şekillenmesinde büyük rol oynayan kitaplar vardır. Kendi hesabıma bu tür birkaç kitaptan söz edebilirim. Bu kitapların sonuncusu bu yazının konusu: Londra Üniversitesi profesörlerinden Mark Pennington tarafından kaleme alınan ve tarafımdan Türkçeleştirilen Sağlam Politik Ekonomi (Liberte Yayınları, www.liberte.com.tr).
Politik ekonomi bir melez disiplin. Başka bir deyişle interdisipliner bir dal. Bundan dolayı olsa gerek çok zevkli bir çalışma alanı. Sanıyorum ki sosyal düşünce dünyasındaki en zevkli ve öğretici iki saha siyaset felsefesi ve politik ekonomi. Politik ekonomi iktisat, sosyoloji, tarih, hukuk, psikoloji, felsefe gibi dallardan yararlanıyor. İnsanların iktisadî davranışlarından kamu politikalarına uzanan bir çizgide başarılı ekonomik modellerin, kurumsal çerçevelerin neler olduğunu araştırıyor.
Mark Pennington tanınmış bir klasik liberal. Politik ekonomi ve kamu politikası hocası. Kitabı uzun, meşakkatli bir çabanın ürünü. Bazı yazarlara göre -ki ben de öyle düşünüyorum- büyük filozof F. A. Hayek'in 'Özgürlüğün Anayasası' (1960'ta yayımlandı, Türkçesi Yusuf Ziya Çelikkaya, BigBang Yayınları) adlı klasik eserinden bu yana kaleme alınmış en mühim politik ekonomi kitabı. Kitabı sabırla okuyan herkesin aynı kanaate ulaşacağını sanıyorum.
Pennington'ın işaret ettiği üzere, iktisadî olanlar dâhil tüm insan davranışları bir kurumsal çerçeve içinde cereyan eder. Dolayısıyla, politik iktisatçının yapması gereken, hangi kurumsal çerçevenin en kötü şartlar altında bile en iyi sonucu vereceğini araştırmaktır. Bu araştırmayı yaparken hesaba katılması gereken iki faktör vardır: Bunların ilki bilgi problemidir, ikincisi insanların şahsî çıkar için hareket etmeleridir veya böyle yapmaları ihtimâlidir.
İnsanların bilişsel kapasitesi sınırlıdır. Bu değiştirilemez bir insanî durumdur. Bu yüzden en zeki insanlar bile içinde yaşadıkları toplum hakkında nispî bir bilgisizlik içindedir. Pennington'ın dediği gibi, 'Bu yüzden, sağlam müesseseler insanların doğrudan doğruya farkında olmadıkları şartlara adapte olmalarına izin vermeli ve 'sınırlı rasyonalite' şartları içinde onları hatalardan ders almaya ve zamanla kararlarının kalitesini geliştirmeye muktedir kılmalıdır.'
İnsanlar genellikle kişisel çıkarlarına göre hareket ederler. Bu tespiti biraz yumuşatarak söylersek, insanların kişisel çıkarlarına uygun davranma ihtimâli hayli kuvvetlidir. Bu şu demektir: Ekonomik aktörler iktisadî davranışlarında bir 'ortak iyi'den veya 'kamu yararı'ndan ziyade kendi özgül gayelerini takip edecek şekilde davranabilirler. Şöyle söyleyeyim: İnsanların öz-çıkarları doğrultusunda hareket etmesi kural, tersini yapması istisnadır. Herkes kendi nefsinde test ederek bunun doğru olduğu sonucuna ulaşabilir. O zaman, iyi bir ekonomik kurumsal çerçeve insanları toplumsal yarar sağlayacak şekilde davranmaya itebilmelidir. Başka bir deyişle, ekonomik aktörlere öyle müşevvikler sağlamalıdır ki, aktörler, diğer insanların yararına olacak şekilde davransın. Eğer uygun bir kurumsal çerçeve yoksa kişisel çıkar arayışındaki davranışlar toplumsal hayatın çökmesine sebep olabilir. Uygun kurumsal çerçeve ise kişisel çıkara yönelik eylemleri toplumsal yararın motoruna çevirir.
Bu iki durum, yani insanın bilişsel sınırlılığı ve insanın kişisel çıkarını önemsemesi birer değer yargısı değildir, insanî durumun ta kendisidir. Dolayısıyla, her ekonomik model bunları veri alarak yola çıkmak zorundadır. Böyle yapmazsa işlerliği olmayan ekonomik politika önerilerine vücut vermesi ve bu politikaların yoksulluk, adâletsizlik, çatışma ve çöküş üretmesi kaçınılmazdır.
Penninton'a göre mükemmel olmayan ama zaten hiçbiri mükemmel olmayan mevcut alternatifler arasında en iyisi olan ekonomik model klasik liberal ekonomik modeldir. Buna piyasanın alabildiğine geniş olduğu, ekonomide devletin olabildiğince az yer aldığı model de diyebiliriz. Bu modelin, alternatifi olan tüm devletçi, müdahaleci ve iri devletçi modellerden çok daha üstün olduğu hem teorik olarak gösterilebilir hem de ampirik olarak ispatlanmıştır. Bu modelde devlet
minimal olacak ve insanların yeni denemelere, tecrübelere girişmesinin önü kapatılmayacaktır.
Şüphesiz, bu yaklaşımı kabul etmeyen ve çeşitli şekillerde eleştiren birçok akım var. Çevreciler, feministler, fark politikası taraftarları, sosyal demokratlar, sosyalistler, piyasa başarısızlığı teorisyenleri, yeni piyasa başarısızlığı teorisyenleri, Amerikan liberalleri, komüniteryenler, piyasa karşıtı muhafazakârlar akla ilk gelenler. Pennington kitabında yeni bir teori geliştirmiyor, iktisat ve siyaset teorisine orijinal bir katkıda bulunmuyor, ancak, zaten var olan malzemeyi muazzam bir maharetle kullanarak bütün bu akımların, ekollerin klasik liberal kamu politikalarına yönelik eleştirilerini etkili şekilde cevaplıyor, daha doğrusu darmadağın ediyor. O kadar ki, klasik liberal politik ekonominin muarızlarının bu cevapların altından kalkması bana göre imkânsız. Keşke Pennington'ın eleştirdiği yaklaşımlara mensup yazarlar, akademisyenler Pennington'a reddiye yazsa da durumu görsek.
Sıcak olaylara ve yüksek gerilime alışkın ülkemizde biraz soluklanıp nefes almak ve temel insanî problemlere derinlemesine bakmak için yol ve fırsat arayanlara bu kitabı hararetle tavsiye ederim.

ÖZGÜRLÜĞÜN ANAYASASI ( Constitution of Liberty )
FRIEDRICH AUGUST VON HAYEK



17 Ekim 2014 Cuma

CUMHURİYET TÜRKİYE' SİNDE NİFAK HAREKETLERİ


Cumhuriyet Türkiye’sinde
 NİFAK HAREKETLERİ:


Yaklaşık yirmi sene kadar önce; Ülkemizdeki din istismarlarını ve devrim simsarlarını konu alan ve halkımızı uyarmayı amaçlayan kanaat ve kaygılarımızı; Milli Gazete’de ve çeşitli dergilerde yazmış ve daha sonra bunları 1994 yılında “Nifak Hareketleri” ismiyle kitap halinde yayınlayıp okurlarımızla paylaşmıştık.[1]

Bazı devrim madrabazı sahte Atatürkçülerle, bir takım din yobazı istismarcı üfürükçülerin; görünüşte birbirine karşı gibi hareket etseler de, gerçekte nasıl sinsi bir ittifak içinde, yüce dinimizi ve devletimizi tahribe yöneldiklerine dikkat çektiğimiz için, her iki kesim tarafından da suçlanmış ve hücumlara uğramıştık.

Bediüzzaman Hz.lerinin ve Risalei Nur çizgisinin; kimler tarafından yozlaştırılmaya ve nasıl Yahudi ve Hıristiyanlara yaranmaya çalışıldığını

Süleyman Hilmi Tunahan Hz.lerinin Kur’an hizmetinin; niye ve ne şekilde istismara kalkışıldığını..

Bazı tarikat ve tekkelerin, niçin ve hangi ellerle yaygınlaştırılıp yamuklaştırıldığını…

İyi niyet ve samimiyetle kurulan bazı dernek ve dergilerin, sonradan İslami gaye ve gayret perdesi altında nasıl bir şöhret ve servet avcılığına araç yapıldığını...

Ağızlarıyla “Euzü billahi mineşşeytani vessiyaseti = Şeytandan Allah’a sığındığım gibi, siyasetten de sakınırım” sözünü çiğnedikleri halde; saf bağlılarını ve taraftarlarını sağcı, hatta solcu partilere nasıl pazarladıklarını..

Mustafa Kemali: “Dinsiz ve ahlaken seviyesiz” göstermek için, devrim simsarlarıyla din istismarcılarının adeta yarıştıklarını ve sadece “rakı ve karı” hatırlatan bir Atatürk imajını nasıl kafalara kazıdıklarını…

Ve hayret verici şekilde, bu her iki kesimin de, Milli Görüş’e ve Erbakan’a karşı, nasıl derin bir öfke duyduklarını ve hiç dinmeyen bir hırsla sürekli saldırıp karaladıklarını…

Ve Milli Görüş partilerinin bile, kendi içinden nasıl kuşatıldığını ve hangi hıyanetlere uğratıldığını dile getiren ve on beş-yirmi yıl öncesinden bunları deşifre eden tespit ve tahminlerimizde, hamd olsun ki yanılmadık ve yanlış yapmadık…

Toplumu etkileyen ve yönlendiren, girişim ve gelişimleri doğru yorumlamak.. Perde gerisindeki patron rejisörlerle, sahnedeki piyon figürleri iyi tanımak.. Olayları ve oluşumları tehdit ve tehlike bakımından önem ve öncelik sırasına koymak hususunda; Kur’an’ı dürbün ve mutlak değer ölçüsü kullanmanın hep huzurunu ve haklılığını yaşadık..

Erbakan Hoca’nın eğitimleri ve öğretileriyle: Temel insan haklarını ve evrensel hukuk kurallarını esas almanın, Vatani ve vicdani sorumluluklarımızı her şeyin üstünde tutmaya çalışmanın, Devlete ve cumhuriyete sahip çıkmanın; elbette bazı zahmet ve külfetleri yanında, asıl şerefini ve faziletini de tadarak ferahladık...

Doğruların ve başarıların ancak Rabbimizden, hataların ve zaafların ise nefsimizden olduğuna inandık ve tekrarladık.

Şımarmaktan, şaşırmaktan ve taşkınlıktan sürekli sakındık ve Allah’a sığındık..

Haddimizin çok üstünde hayırlar lütfedene, bize hikmet ve ferasetten nasip verene bağlı kaldık..

Bu arada zaman zaman:

“Biz nice yıllar Hoca’nın yanında ve yakınında bulunduk… Bu gerçekleri duyup anlamadık ta, siz nasıl öğrenip yararlandınız?” diyenlere:

“Buz patencisi olmak için, kutuplarda yaşamak yetseydi, bütün Eskimolar sürekli şampiyonluğu kimseye kaptırmazlardı.. Ama şimdiye kadar, tek bir buz patencisi Eskimo bile çıkmamıştır!.”  esprisini hatırlattık.

Evet, on beş sene kadar önce yayınladığımız “Nifak Hareketleri” kitabımızı, yeniden “Cumhuriyet Türkiye’sinde NİFAK HAREKETLERİ” olarak güncelleştirilmiş ve yeni katkılarla zenginleştirilmiş 2. baskısını okurlarımızın hizmetine hazırladık..

·  Atatürk ve Milli Görüş gerçeği ile

·  Fetullah Gülen gibi kişilerle

·  Ilımlı veya radikal İslamcı geçinenlerle

·  Mason locası ve Moon tarikatı güdümündeki ilahiyat bilginleriyle

İlgili bu günkü yorumlarımızla, yıllar önceki durumlarının hiç değişmediğini ve Kur’an’ın şaşmaz terazisiyle bunların yirmi sene önceden tespit edildiğini:

“Bak biz haklı çıktık!” diye hava atmayı değil; maalesef gaflet bulutlarının daha da kararıp basiret ufkumuzu kapladığı; dinimiz, devletimiz ve ülkemiz üzerindeki Haçlı ve Siyonist hesapların daha da yoğunlaşıp, Milletimiz için artık “Hayat-Memat (yaşam-ölüm)” halini aldığı bu günlerde, 

Şeytan şebekesini ve işbirlikçi şebeklerini, yeniden ve daha bir gür sesle hatırlatmayı amaçladık…

Yer yer, belki sert ifadelerimiz ve çıplak-net bilgilerimiz için: “Daha yumuşak ve yakışıklı bir kılıf içinde anlatılabilirdi” diyeceğiniz kısımlar için de; peşinen özür diliyoruz ve şu mazerete sığınıyoruz:

“Gecenin karanlığında ve herkesin uykuda bulunduğu bir sırada, bütün mahallenin ateşe verilip cayır cayır yakıldığını sezen birileri: “Uyanın, yangın var!.” diye feryat ederken, onların seslerinde nota, sözlerinde kota aranmaz sanıyoruz..

Ve geleceğin araştırmacılarına bir belge olmak üzere şu konuyu da, okurlarımıza aktarmak istiyoruz..

Biz hem bu kitabımızı, hem de daha önce sizlerin istifadesine sunduğumuz Bizim Atatürk, Dünya Dönüşüme Hazırlanıyor, Medeniyet Mücadelesi ve Mehdiyet Müjdesi, İletişim ve İşbirliği Sanatı, Siyaset ve Strateji ve AKP’nin Akıbeti gibi kitaplarımızı basmak için başvurduğumuz solcu, sağcı ve İslamcı, hiçbir yayın evinden maalesef olumlu sonuç alamadık.. “İnceledik gerçekten çok güzel, çok mükemmel, ama bizim yayın politikalarımıza uygun değil” yanıtıyla karşılaştık..

Ancak yılmadık, Milli çözüm dergisi ekibi arkadaşların üstün fedakârlıkları ve katkılarıyla bu kitapları bastırdık… Hatta birçok İslamcı gazete ve dergide parayla reklâmını bile yaptıramadık..

Sonunda şu kanaate vardık:

Ya bizim kitaplarımız ve yazdıklarımız; insanımızın ilgi ve ihtiyaçları, ülkemizin sorunları ve çözüm yolları, İslam’ın inançları ve amaçları konusunda hiç de ciddi ve dikkat çekici bulunmuyordu. Yararlı ve hayırlı görülmüyordu.

Veya “Zaman gelir, iman (Yalın=Mutlak ve çıplak gerçek) bir ateş koru halini alır. Tutanın avucunu yakacak, yere atan mahrum kalacaktır” hadisinin haber verdiği hikmete uygun şekilde; yazdığımız ve uyardığımız gerçekleri, şu korkularından veya bu kaygılarından dolayı, sahiplenmeye kimsenin gözü kesmiyordu..

Ya da; bu bozuk düzenin rantını birlikte paylaşan ve rahatlarını yaşayan;

Hem, Din İstismarcıları

Hem, Devrim Simsarları

Kendi çıbanlarına parmak basılmasını ve sömürü çarklarına çomak sokulmasını istemiyordu…


Ama sonunda, Nurettin Veren Beyin aracılığıyla bir televizyon programında tanıştığımız Fedai Erdoğ Bey, tarafsız ve tutarlı yayıncılık adına; farklı bakışlara ve aykırı yaklaşımlara saygı hatırına, bu kitaplarımızı basma cesaret ve olgunluğunu gösterdi. Kendilerini kutluyorum.

Bu vesile ile üstün fazilet ve fedakârlık örneği sergileyen tüm Milli Çözüm ekibine de, tebrik ve teşekkürlerimi sunuyorum.

Şimdi sizleri kitapla baş başa bırakıyorum.

Tenkit, teklif ve tavsiyelerinizi, içtenlikle ve ihtiyaç hissederek bekliyorum.

Çok yakın olduğunu umduğum aydınlık yarınlarda ve Türkiye merkezli yeni bir medeniyet baharında buluşmak üzere sevgi ve saygılar sunuyorum…

                                                                                                                  Ahmet Akgül

2. Baskının Önsözü

YALANCI MESİHLER VE SAHTE MEHDİLER


Ahir zaman fitnelerinden ve Altın Çağ öncesi alametlerinden birisi ve belki en tesirli ve tehlikelisi de, yalancı Mesih’lerin ve sahte Mehdilerin ortaya çıkmasıdır. Bu konudaki hadisleri ve Kur’ani işaret ve haberleri ciddiye almak ve Bediüzzaman gibi çok önemli zatların ikazlarına kulak asmak; hem inancımız, hem de ihtiyacımızdır.

“Her biri Allah’ın Resulü, (elçisi ve görevlisi) olduğunu iddia eden “otuz”a yakın yalancı zuhur etmedikçe kıyamet kopmayacaktır.”[2] Mealindeki hadisi şeriflerin haber verdiği şekilde; hem Hıristiyanlar ve Ehli Kitap arasında, hem de İslam dünyasında birçok “manevi kurtarıcılar” dini tamirat adına tahribat yapmakta ve maalesef çok sayıda taraftar bulmaktadır. Geçmişte:

75 müridiyle birlikte, Texas yakınlarındaki tesislerinde yanarak can veren David Koresh...

53 taraftarıyla Kanada’da intihar eden Luc Jouuret..

 Uganda’da bine yakın müridini öldüren Jim Jones, Hıristiyanların Mesih beklentisini istismar eden sahtekârlardan bazılarıdır.

İslam dünyasında da Mehdi beklentisini istismar eden ve safdil ve gafil kitleleri peşinden sürükleyen, “Gerçek hizmet adamı, örnek ilim ve hikmet erbabı” olarak bilinen kişiler vardır.

“Kıyametin öncesinde hilekâr (aldatıcı) seneler ve (dönemler) gelecektir. o zamanda emin insanlara (gerçek ve güvenilir din ve dava adamlarına) töhmet (şüphe ve hakaret) edilir, (ama) hain (ve hilekârlara) ise hürmet ve emniyet edilecektir.

Emin (Doğru ve değerli) kişi susturulmaya (ve yasaklanmaya) çalışılır. Yalancı (ve sahte kurtarıcılara) ise emin ( ve önemli kişi) nazarıyla bakılır.”[3]

“Ehil ( ve layık) olmayanın, malik (iktidar) olması, yaramazların makama oturtulması, yararlı olanın ise saf dışı tutulması da kıyamet alametlerinden” sayılmıştır.[4]

“Benim, ümmetim için en çok korktuğum husus, (diyanet ve siyaset yönünden)sapık (ve saptırıcı) önderlerin durumudur...”[5]

“Kıyamet öncesinde, karanlık gecenin (korkulu) kesitleri gibi fitneler olacak. (Öyle ki) kişi mümin olarak sabahlayıp, kâfir olarak akşama çıkacak… (ve yine) mümin olarak akşamlayıp kâfir olarak sabahlayacak...”[6]

Gelecekte (düşman ve kâfir) milletler, yemek çanağının başına üşüşenler misali, aleyhinizde toplanacaklar. Siz o günlerde, sayıca az değil, hatta çok bulunacaksınız. Ancak selin üzerindeki Çer-çöp gibi dağılmış (ve yabancıların güdümüne katılmış) olacaksınız.Allah düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu çıkaracak, ama sizin kalbinize “Vehen” salacak...!

Vehen nedir diye sorulduğunda ise: Dünyayı sevmek, ölümü kerih görmek (Dünya nimetlerini ahirete tercih etmek ve cihaddan vazgeçmektir)[7]  mealindeki hadislerin ikaz ve işaret ettiği dönemler yaşanmaktadır.

Sahte Mehdilerin peşine takılanlar, Siyonist Yahudilerin ve Haçlı emperyalistlerinin himayesinde huzur ve hürriyet aramaktadır. Geleceğini ve güvenliğini ABD ve AB gibi malum ve mel’un oluşumların gölgesinde arayan Müslümanlar çoğalmıştır.

Hâlbuki: “Onların milletine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar Sen’den (ve Sen’in yoluna gidenlerden hiçbir dönemde ve hiçbir şekilde) kesinlikle razı olacak değillerdir”[8] ayeti:

A- Yahudi ve Hıristiyanların genelinde din gayreti değil, milliyetçilik ve menfaatçilik duygusunun ağır basacağını... Yani;

1- Hz. Musa’nın dinini ve Tevrat’ın prensiplerini Yahudilerin; kendi ırklarının çıkarları doğrultusunda istismar ve suistimale kalkışacaklarına

2- Batılıların da Hz. İsa’nın dinini ve İncil’i kendi emperyalist amaçları için bir kılıf olarak kullanacaklarına ve yozlaştıracaklarına işaret buyurmaktadır.

B- Yine bu ayete göre: Herhangi bir asırda ve herhangi bir ortamda, Siyonist Yahudiler ve emperyalist Hıristiyanlar, hiçbir Müslüman’dan ve İslami oluşumdan asla razı olmayacak, iyiliğimize çalışmayacak, hayırlı ve yararlı işlerimize katkıda bulunmayacaktır.

C- Müslüman bilinen herhangi bir kişiden veya İslami bir hizmet ve girişimden eğer, Siyonist ve emperyalist merkezler memnun kalıyorsa, yardımcı oluyorsa... ABD ve AB gibi Yahudi ve Hıristiyan oluşum ve kuruluşlar, İslamcı görülen bir partiye ve harekete destek çıkıyorsa, bunlara mutlaka şüphe ile bakılacak, hain ve zalim odakların, milliyetçi ve menfaatçi hedeflerine hizmet ve İslami harekete hıyanet içinde olabilecekleri hesaba katılacaktır.

Ç- Çünkü Kur’an’ın ikazı ve izahı; kesinlik ve süreklilik tarzında çok net ve açıktır. Ki Kur’an’ın özüne ve Hz. Peygamberin (sav) izine bağlı İslami kişi ve girişimlerden katiyen ve ebediyen, Yahudi ve Hıristiyanlar razı olmayacak ve hele bunlara yardımda asla bulunmayacaktır.

Şayet bunun aksi oluyorsa, yani Siyonist ve emperyalist güçler İslami bir hizmet ve şahsiyete sahip çıkıyorsa, haşa, Kur’an yanılmayacağına göre: Böylesi şahsiyet ve hareketler; İslami gayret perdesi altında, Siyonizm’in amaçlarına hizmet eden münafık ve kiralık hainler konumunda olabileceklerine dair, ilahi bir töhmet altındadır.

“İnsanlar içinde, müminlere düşmanlıkta, en şiddetli ve (tehlikeli) olarak; Yahudileri ve Müşrikleri bulacaksın. İman edenlere meveddet (yardım, merhamet ve muhabbet) bakımından en yakın olarak ta; “Biz, Hıristiyanız” diyenleri bulacaksın... Ki bunların içinde kibirlenmeyen bilginler ve rahipler vardır.[9]

Ayeti ise şu ikaz ve işaretleri içermektedir:

1- Başka ayetlerde belirtildiği gibi, dünya malına ve zulüm saltanatına en haris ve en hain bir kesim olan Siyonist ve sapkın Yahudiler ve farklı din ve düşünceden bütün mason ve müşrikler, sadece Müslümanlara değil, Hıristiyanlar, hatta Yahudiler içindeki inanan kimselere, iyi niyet ve istikamet sahiplerine de, en şiddetli ve tehlikeli bir düşmandır.

2- Bu haris ve hain Siyonist Yahudiler ileride, bütün dünyada etkin olacakları, iman ve iyilik ehline ve tüm insanlık alemine, ahlaki, ekonomik, sosyal ve siyasi yönden tehlike saçacakları bir dönem yaşanacak ve Kur’an’ın, “en şiddetli düşman” tarifine uygun, her yönden kuvvetli, dehşetli ve tahripçi bir düzen kurulacaktır.

3- Ey Resulüm, sen ve seni temsil eden ve izinde giden; bütün insanlığı kurtaracak ve kuşatacak bir adalet ve saadet medeniyetini kurmak isterken; bütün dünyaya hâkimiyet kurmuş ve bu şeytani gücünden dolayı oldukça şımarmış ve kudurmuş olan ve gelip geçmiş en azametli ve en dehşetli küfür ve zulüm saltanatı sayılan Siyonizm gibi, çok şiddetli bir düşmanla uğraşmak zorunda kalacaktır.

4- Böyle bir ortamda, Siyonist şeytanlara karşı, İslam ve insanlık cephesine en yakın yardım ise bazı mütedeyyin ve mütevazi Hıristiyan ruhbanlardan, samimi ve seviyeli batılı bilginlerden ve devlet adamlarından ulaşacaktır. Ki bunlar Siyonizm’in haksızlık ve ahlaksızlık düzenine karşı çıkacaklardır.

Efendim, dini ve dünyevi eğitim hizmeti veren filan kişiye ve falanca kesimlere Yahudi ve Hıristiyan ülkeler olsun, Siyonist ve emperyalist çevreler olsun, destek veriyor ve kolaylık gösteriyor amma, ibadet ve istikamet sahibi gençler yetişiyor... Daha ne istiyorsunuz? Diyenlerin cevabını Hz. Peygamberimiz (sav) veriyor:

“Cenabı Hak meleklerden birisine; filan şehri, ahalisinin üzerine devir (Altını üstüne getir) diye emir verince O melek:

Ya Rabbi onların içerisinde, göz kırpacak kadar (bir süre bile) sana isyan etmeyen (ve amelleri peygamber ameline benzeyen ve gece gündüz ibadet ve hizmetle vakit geçiren) kullarından vardır?... Dedi.

Cenabı Hak: Hem onları hem diğer halkı yerin dibine geçir. Çünkü onun (gibi ibadet ve hizmet ehli bilinen çoğunun) yüzü, hiçbir zaman (İslam’a ve insanlığa yapılan hakaret ve hıyanetler karşısında) ekşimedi. (Tam tersine zalimleri destekledi ve müsamaha gösterdi.)”[10]

“Aman suizan etmeyin çarpılırsınız. Çünkü gece namazı kılıyorlar! Pazartesi ve Perşembe oruç tutuyorlar!”  gibi ifadeler; zulüm ve zillet düzenine, faiz ve fuhuş sistemine destek çıkan ve hele İslami ve insani girişimlere köstek olan, hiçbir kimseyi mazur ve makbul gösteremez.

Hem Kur’an’a, hem vicdana aykırı olarak; Siyonizm’in küfür ve zulüm saltanatına payanda olacaksın...

Irak’taki vahşet ve hakaretlerine rağmen, Amerika’yı haklı bulacak; arka çıkacaksın...

Mazlum ve masum Filistinli Müslümanların feryadına kulak tıkayacak ama Saddam’ın bir serseri füzesi Telaviv’e düşünce, Yahudiler için gözyaşı akıtacaksın...

Başörtüsü mağdurlarına sahip çıkmayıp, AB’ye uyum yasaları çerçevesinde, eşcinselliğe izin veren ve bu ahlaksızlığı karşılıklı rıza ile yapanları kınamayı suç sayıp 1 yıl ceza öngören kanunları çıkaran ve ülkemizi İslam dünyasından ve kendi coğrafyasından koparıp AB’ye yamamaya çalışan ve ekonomik olarak IMF reçeteleriyle iflasa hazırlayan AKP gibi dış güdümlü parti ve iktidara oy verip alkış tutacaksın... Kıbrıs’ın satılmasına, Kürdistan’ın kurulmasına, Türkiye’nin parçalanmasına göz yumacaksın...

Sonra da, “gece namazı kılıyor” diye kurtulacaksın!?:..

Hâlbuki imanın, ihlâsın ve insanlığın ölçüsü: Allah için nefret ve Allah için muhabbettir... Yani İslam’a ve insanlığa uygun kişileri ve girişimleri, sevmek ve desteklemek... Kur’an’a ve evrensel hukuk kurallarına aykırı hareket ve şahsiyetlerden ise buğu ve nefret etmek ve bunlara karşı dini ve insani bir gayret göstermektir.

Teheccüt namazı, farz değildir, vacip değildir... Terki günah değildir... Kabirde sorulacaklar içinde değildir... Kılmayanlar hesaba çekilmeyecek ve ceza görmeyecektir..