8 Eylül 2014 Pazartesi

DİNDARLIK VE DİNCİLİK -İSLAM′A SOKULAN BİD′AT VE HURAFELER Müslüman bir topluma, şahsa, dinsizden değil, tüm zarar dinciden gelir. Hz. Peygamberin ardında beş vakit namaz kıldığı halde, menfaati için dindar görünen münafıklar dinci tipler idi.


DİNDARLIK VE DİNCİLİK

YAZAR : HALİT BÜLBÜL       İŞTİRAK YAYINEVİ   

İlahıyatçı-Yazar Halit Bülbül'ün yoğun ilgi gören, Allah'ın İndirdiği ve İnsanların Uydurduğu Din kitabından sonra yeni 
 Dindarlık ve Dincilik

Dindar, Allah'ın dinine samimi olarak inanır. İnandığı gibi yaşar, yaşadığı gibi de inanır. Din üzerinden maddi çıkar, oy, beklemez.
Dini sömürü aracı yapmaz. Dindar özüyle sözüyle namuslu ve haysiyetli, onurlu insandır.
Dinci böyle değildir. Menfaati neyi gerektiriyorsa, dini o yönde kullanır.
 Dinci de samimiyet olmaz.
Dinsiz inanmadığını açıkça söyler,
Dinci inanmış gibi yapar.
"Dikkat edin, halis, arı duru din Allah'ın dinidir.
Zümer-3" ayetini okuyan dindar canı pahasına da olsa, sadakatten, dürüstlükten vazgeçmez. Aynı ayeti okuyan dinci ise, kendi yaşantısını din diye topluma kabul ettirme çabasındadır. Müslüman bir topluma, şahsa, dinsizden değil, tüm zarar dinciden gelir. Hz. Peygamberin ardında beş vakit namaz kıldığı halde, menfaati için dindar görünen münafıklar dinci tipler idi.



İSLAM′A SOKULAN BİD′AT VE 

HURAFELER

YAZAR : MUSTAFA UYSAL            ÇELİK KİTAPEVİ

İslâm'â Sokulan Bid'at ve Hurâfeler
-Günümüzde hurafeler ve bid'atlar ile hakikatlar iç içe girmiş, neyin hakikat veya hangisinin bid'at olduğu anlaşılmaz bir hal almıştır. Bu eserin, gerek bundan dolayı, gerekse sapık fırkaların telkin ve tasallutlarından salim olmak ve eh-li sünnet ve'l-cemaat'e bağlı kalmak için ehemmiyeti büyüktür. Bu değerli eser, siz muhterem okuyucularımızın istifadesine sunulmuştur.

KİTABA İLAVEler :
 HURUFİCİLİK ; 1386  Osmanlı içinde ilk 2. Yüzyılın da yılında yaymaya başlandı.
 Kendisini Bektaşı gibi gösteren  Hurufîliğin  kurucusu olan Fadlullah Hurûfî, vb … gibileri:
Kendisi seyit ve Müslüman olan Haci Bektaşî Velinin  tarikatı adı altında saklanan Hurûfîler, müslümanları aldatmak için, birkaç yoldan saldırıyorlardı:Hurûfîler  Bektâşîlik ve Kızılbaşlık’ta kendisine İsmet(Günahsız) sıfatı atfedilen Ali tasviri ile ,nitekim bu günkü aldanmış alevi toplumunu oluşturdular.Kendilerini de bunlardanmış alevi gibi göstererek gizlendiler.Günümüz de  bunlardan siyasi partilerin için de yığınla vardır ,dikkatle incelediğinizde net görebilirsiniz.
HURİFİ LERİN KISA BAZI FELSEFELERİ.
1- Fadl-ı Hurûfî’ye, ilâh, tanrı diyorlardı. “Tanrılık, ezelde görünmez bir kuvvet idi. Önce harfler şeklinde, sonra Peygamberler şeklinde, nihâyet Fadl’da açığa çıktı” derler.
2- Hazret-i Ali’nin sözleri diyerek uydurduktan sözler ve düzdükleri uydurma hadîsler ile; “Ali’yi sevenlere günah zarar vermez, ibâdete lüzum yoktur, haramlar helâldir” derler.
3- Bütün dinlerin bir olduğunu, Fadl-ı Hurûfî’nin, Muhammed  aleyhisselâmdan ve Hazreti Ali’den (hâşâ) üstün olduğunu söylerler.
4- Bunlara göre namazı bir kerre kılmak, orucu bir kerre tutmak ve guslü de ömründe bir kerre yapmak farzdır derler.
“Gusl abdest edip vücûdunuzu hırpalamayın” derler.
Hurûfîlik  Yahudilerin Kabal ve “Neveflâtunî” âkideleriyle şerh ve imâları temeli üzerine inşa edilmiş bir halita demekti. Yahudilerin “Kabalâ Mezhebi” ile ortaklık arzeden Hurûfî  talimâtları kitapları vardır.(Haci Bektaşi ve Alevilik yazımıza bakınız)
 Müslüman toplumun içini kemiren yalancı düzanbaz  din adamlarını organize eden  bu topluluklara dikkat etmelidir.
Hiç kimsenin aklına da şu soru gelmez: Şeytan yolunda giden, şeytanî bir dünya düzeni kurmak gayesi uğruna İslâm toprağına savaşlar açmaktan çekinmediği ,  Bu kimselerin dünya âlem herkes tarafından bilinen ülkemizdeki siyasetten , medaya üniversite den adliye iş adamları siyonist masonların aralarındaki bu ittifakları nasıl birleşiyor?
Bu şer şeytani odakları  birleştiren guruplar vardı , varlarda . Bunlara karşı savaşmanın bir kulun görvlerindendir.Kuranı Kerim de  bildirdiği  gibi bu konularla ilgili ayetler şöyledir.


Bismillâhirrahmânirrahîm
"Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil’deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki melek, “Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de) sakın küfre girme” demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Hâlbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi! 2/BAKARA-102
Şeytanın zulmanî ilimlerinin adı occultismdir. Bugün dünyada occult kültürün temsilcileri bütün insanlara düşmandır.
( İlluminati , Masonlar .Satanistler , Siyonist Yahudiler .Bunlar hepsi aynıdırlar. )
(Transandantal meditasyon yapanlar, reenkarnasyona inananlar, şeytanla ilişki kuranlar, şeytana tapanlar, büyü ve sihir yapanlar, hüddamla cinleri insanların üzerine saldırtanlar zulmanî ilimlerle meşgul olanlardır. Bunların hepsi, ne yazık ki; kendilerini cehenneme atan insanlardır. Dünyada süflî bir hayat yaşayacaklar, kıyâmet günü mutlaka cehennemin en alt katına gideceklerdir. Çünkü bunlar, başkalarına sadece Allah'ın yolundan saptırmakla kalmayan, onlara zarar veren ilimlerle mücehhezdirler. Ve bu insanlar artık sırf başkalarına zarar vermek tüm insanları köleleştirmek ve emirleri altına almak üzere yaşamaktadırlar. Başkalarını devamlı bir huzursuzluk içine atarak ömür tüketmektedirler. Şeytandan aldıkları telkinlerle insanlara bu kötülükleri reva görenler, cehennemde en çok cezaya muhatap olanlar olacaklardır.
Onları nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden  siz de onları çıkarın. Zulüm ve baskı, adam öldürmekten daha ağırdır. Yalnız, Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa (siz de onlarla savaşın) onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir. 2/BAKARA-191
Mescid-i Haram, insan öldürmeye Allah'ın müsaade etmediği yerdir. Ama Allah'ın düşmanları, yer ayırımı yapmadan Mescid-i Haram'da da mukaddes olan başka bir yerde de insanları öldürmektedirler. Böyle bir durumda Allah'ın dostları da Mescid-i Haram'da insan öldürmeye yetkili kılınmışlardır. Allahû Tealâ'nın dişe diş, göze göz olan cezalandırma sistemi kısastır. Allahû Tealâ bu yetkiyi, fitne kıtalden daha önemli olduğu için vermiştir. Allah'ın verdiği emirleri çiğnemek fitnedir. Allah'ın emirlerine karşı açık bir isyandır. Fitne çıkaranlar kâfirlerdir. Fitnenin sahipleri yaptıkları hükmün aynısı ile cezalandırılacaklardır. Allah'ın dostları, takva sahipleridir, birrin sahipleridir, hidayete erenlerdir, Allah'a teslim olanlardır, Allah'a kul olanlardır.Bu ayet günümüz hayatımızda biz sıkıntı ve zorluk çektirenler için karşı çıkmak için bir örnek teşkil eder.
İman edenler Allâh uğruna savaşırlar. Hakikati inkâr edenlere gelince, (onlar da) şeytanın güçleri uğruna savaşırlar. O hâlde siz de şeytanın velîleriyle savaşın. Muhakkak ki şeytanın tuzağı zayıftır. 4/NİSÂ-76
Arzu ettiler ki kendilerinin küfre saptıkları gibi siz de sapasınız da beraber olasınız. Bu sebeple, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse, onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan ne bir dost edinin, ne de bir yardımcı. 4/NİSÂ-89
Elinizdeki Tevrat’ı tasdik edici olarak indirdiğimize (Kur’an’a) iman edin. Onu inkâr edenlerin ilki olmayın. Âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin ve bana karşı gelmekten sakının. 2/BAKARA-41
Tevrat, Kur'ân hükümlerinin aynını taşır. Allah'a ulaşmayı dilemek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, özellikle zikir yapmak, Allah'a teslim olmak değiştirilmemiş şekliyle Tevrat'ta da yer almaktadır. Hz. Musa ve ona tâbî olanlar Kur'ân'daki esasların aynı olan Tevrat'taki esaslara tâbî olarak ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de Allah'a teslim etmişlerdir.

Allahû Tealâ, İsrailoğullarının Mekke'de bulunan mensuplarına (kitap sahiplerine), bu âyette de hitap ederek, Tevrat'ı Kendisinin indirdiğini, o'nda ne varsa Kur'ân'da da aynı şeylerin olduğunu ve Tevrat'ı tasdik ettiğini, Kur'ân'a îmân etmelerini, inkâr etmemelerini emretmektedir.
Şüphesiz Tevrat’ı biz indirdik. İçinde bir hidayet, bir nur vardır. (Allah’a) teslim olmuş nebiler, onunla yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Rabb’e adamış kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi. Çünkü bunlar Allah’ın kitabını korumakla görevlendirilmişlerdi. Onlar Tevrat’ın hak olduğuna da şahit idiler. Şu hâlde, siz de insanlardan korkmayın, benden korkun ve âyetlerimi az bir maddi , menfaat karşılığa değişmeyin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir. 5/MÂİDE-44
Allahû Tealâ burada Tevrat'tan bahsediyor. Tevrat Allah'ın Kitabı'dır. Bir Hidayet ve Nur'dur. Ve Allahû Tealâ yahudilerden O Kitaba sadık kalan peygamberlerin Kitap'taki hükümlerle, insanlar arasında adaleti yerine getirdiğinden bahsediyor. Onlar ayrıca bu kitap üzerine şahitlerdir. Allah'ın indirdiği ile kim hükmetmezse onlar kâfirlerdir.

Dünya üzerindeki dînlerin herbir mensubu, kendilerinin en doğru olduğunu ve başka dînlerdekilerin kendilerinin dostu olmadıklarını zannetmekle iki büyük hataya düşmektedir. Allah'ın bütün peygamberlere indirdiği mukaddes kitaplar, insanları 7 safha üzerinden Allah'a teslim eder. Ama hem İslâm'ın içinde hem de diğer dînlerde kendilerinin dışındaki bütün dînlere karşı bir husumet vardır. Şeytan dînlerin mensuplarına birbirlerine düşmanlık tohumları ekmiştir. Bütün dînlerin bir çatıda toplanmasıyla ve Allah'a teslim olma esaslarına dayalı olarak asrı saadet bütün dînler içinde yaşanacaktır.
Kendilerine ellerindekini (Tevrat’ı) tasdik eden bir kitap (Kur’an) gelince onu inkâr ettiler. Oysa, daha önce (bu kitabı getirecek peygamber ile) inkârcılara (Arap müşriklerine) karşı yardım istiyorlardı. (Tevrat’tan) tanıyıp bildikleri (bu peygamber) kendilerine gelince ise onu inkâr ettiler. Allah’ın lâneti inkârcıların üzerine olsun. 2/BAKARA-89
Her kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mîkâil’e düşman olursa bilsin ki, Allah da inkâr edenlerin düşmanıdır. 2/BAKARA-98
Andolsun, “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir”, diyenler kesinlikle kâfir oldular. De ki: “Şâyet Allah, Meryem oğlu Mesih’i, onun anasını ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmek istese, Allah’a karşı kim ne yapabilir? Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunan her şeyin hükümranlığı Allah’ındır. Dilediğini yaratır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” 5/MÂİDE-17
Andolsun, “Allah, üçün üçüncüsüdür”diyenler kâfir oldu. Hâlbuki bir tek ilâhtan başka hiçbir ilâh yoktur. Eğer dediklerin den vazgeçmezlerse, andolsun onlardan inkâr edenlere elbette, elem dolu bir azap dokunacaktır. 5/MÂİDE-73
O gün Allah, şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Senin üzerindeki ve annen üzerindeki nimetimi düşün. Hani, seni Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile desteklemiştim. Beşikte iken de, yetişkin iken de insanlara konuşuyordun. Hani, sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı, İncil’i de öğretmiştim. Hani iznimle çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapıyordun da içine üflüyordun, benim iznimle hemen bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle doğuştan körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Hani benim iznimle ölüleri de (hayata) çıkarıyordun. Hani sen, İsrailoğullarına açık mucizeler getirdiğin zaman, ben seni onlardan kurtarmıştım da onlardan inkâr edenler, “Bu, ancak açık bir büyüdür” demişlerdi. 5/MÂİDE-110
Allahû Tealâ “Kim, Allah, Meryemoğlu Mesih'tir, İsa'dır derse o kâfir olmuştur.” diyor. Arapça adıyla İslâm denilen hanif dîninin birinci özelliği vahdet, Allah'ın tekliğidir. Bu sebeple Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim boyunca Allah'ın tek olduğundan bahsediyor, tek bir Allah var. “Sizin İlâhınız tek bir ilâhtır.” diyor. Yani sadece Allah, İlâh mertebesindedir. Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'de Hz. İsa'nın birtakım özelliklerle doğduğunu Âli İmrân- 45, 46'da açıklıyor. Doğarken konuşmaya başladığını, bir peygamber olduğunu söylediğini biliyoruz. Ama netice itibarıyla onun da bütün insanlar gibi sadece Allahû Tealâ'nın bir yaratığı, bir mahlûku olduğunu Âli İmrân-59'da açıklıyor. Mahlûk, Halîk olamaz. Hz. İsa'nın Allah'ın bir Resûl'ü olduğunu Nisâ-171 işaret ediyor. Allahû Tealâ bu konuda “Allah ne oğul edinir ne de kız edinir.” ifadelerini kullanarak bir hükme varıyor. Öyleyse Allah kâinatın tek ilâhıdır.

PKK ile Mossad , CIA , Derin Gladyo , CFR Üyeleri, Masonik  Zirve , BİLDERBERG grup ,13 ler 300 ler
Bu gün PKK ile Mossad , CIA , Derin Gladyo ,Kendini gizlemiş gerçek CFR üyeleri, Uluslararası Masonik Zirve: BİLDERBERG GRUP  ile yapmaktadırlar.Bunların hepsi 13 ler 300 ler denilen yönetim kadrolarındaki yahudi kökenli mason siyonist kişilerdir.
Geçmişte  masoniarın ataları olan  kendisini  Hiristiyan ve Müslüman gibi göstren Templiyer Şövalyeleri 
 Tapınak  Şovalyeleri  yöneticileri  1100  yıllarındaki sistemlerini bugünkü günümüz de  2000 yılların da
illuminatinin geleneksel yapısında benzer yöntemlerle 13 ler konseyi  ve  dünyayı 300 ler  meclisi ile yönetiyorlar.
Yıllar geçiyor , İnsanlar ve dünya değişiyor ama onların zihniyeti ve amaçları hiç değişmemektedir.
Kısaca kendileri düşmanları tarafından çok isimle adlandırılmışlardır. Bunlar Allah evrenin mimarı, haşa kendilerini yarı tanrı her şeyi gören , yapılan çalışmalar dünya iktidarının sağlanmasına yöneliktir. İşte  bu düzene  günümüzde yeni dünya düzeni’ deniyor.
Kuran'da en çok üzerinde durulan toplumlardan birisi ise, İsrailoğulları yani Yahudi toplumudur. Özellikle Hz. Musa'nın hayatının anlatıldığı kıssalarda, İsrailoğulları'nın yaşadığı olaylar, bu olaylar karşısında gösterdikleri tepkiler ve bu toplum içinde yer alan bazı kimselerin tavır ve ahlak bozuklukları anlatılmıştır. İsrailoğulları arasında Allah'ın sınırlarını tanımamaya yatkın, kendilerini tüm diğer toplumlardan üstün gören, bu nedenle de diğer insanları sömürmekte ve onlara eziyet etmekte bir sakınca görmeyen kimselerin olduğu Kuran'da bize bildirilen bir gerçektir.
Bununla birlikte, Allah Kuran'da yeryüzünde "şer"rin temsilcisi olan organize bir gücün de var olduğunu ve var olacağını da bildirmiştir. Özellikle Müslümanlara karşı düşmanca tavır alan bu "organize güç odakları"  eski çağlardan pagan dininde başlangıç alır. ki bu tanım İlluminati ve masonluk örgütlerine çok uymaktadır. (En doğrusunu Allah bilir.)
Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir:
Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini, orada hileli düzenler kursunlar diye, oranın suçlu günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar. (En'am Suresi, 123)
... Kötülüğü örgütleyip düzenleyenler ise; onlar için şiddetli bir azab vardır... (Fatır Suresi, 10)
Ayrıca Kuran'da Enfal Suresi'nin 18., Rad Suresi'nin 33., Rad Suresi'nin 42., İbrahim Suresi'nin 46., Neml Suresi'nin 50., Sebe Suresi'nin 33., Tur Suresi'nin 42., Nuh Suresi'nin 22., Tarık Suresi'nin 15. ayetinde ve daha pek çok ayette "hileli düzen kurucuları"ndan bahsedilmektedir.
Masonluğu en tehlikeli hale getiren yönü, faaliyetlerini büyük bir gizlilik içinde yürütmesidir. Bu yöntem nedeniyle sokaktaki insan, masonik faaliyetlerin içyüzünü fark edemez. Zaten farkedildiği zamanlarda hemen takiyecilik yaparlar felsefeyi, yalanı , kandırmayı çok iyi bilirler.Duruma göre bir kılıf bulurlar.Örneğin en koyu yardım sefer,insancıl dindar görünürler hemen .
Tek bir noktadan yönlendirilen, fakat tesadüf süsü verilen olaylara ancak çok dikkatli bir inceleme ile bakılırsa, var olan bağlantılar hissedilebilirsiniz.
"Bize verilen sırları, kalbimizin en derin köşelerinde saklamalıyız. Bir ölü kadar sessiz, bir mezar kadar ketum olmalıyız." (Mimar Sinan Dergisi S. 7, Sf. 14)Masonluğu eğer masonlara sorarsak, alacağımız cevap, "Masonluğun bir hayır ve yardımlaşma kurumu olduğu" şeklinde olacaktır. Türkiye'de de masonluk, Türk Yükseltme Cemiyeti adı altında kurulmuştur.
Masonlar dışarı yaptıkları bütün açıklamalarda, ropörtajlarda örgütün hayırseverliğinden, iyi niyetinden bahsederler.
Fakat masonlar, dışarıya karşı, gizli bir örgüt olduklarını dahi kabul etmezler. Bu konuda yapılmış bir röpörtajda Türkiye'deki mason üstadlardan Şekür Ökten şöyle diyor:"Derneğimiz, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na göre faaliyette bulunur. Gizli değildir. Bizim hiçbir toplantımız ve merasimimiz gizli değildir."
Üstad vekili Halil Mülküs ise şöyle demektedir:
"Biz, gizli bir cemiyet değiliz. Bunu kesinkes açıklıkla söylemek durumundayım." (Nokta Dergisi s.40 sf.26-27, 13.10.1985)
Masonların yalnızca kendi üyeleri için çıkardıkları kaynaklara baktığımızda ise, durumun farklı olduğunu görürüz. Bu kaynaklarda masonluğun gizliliği önemle vurgulanır:
"Arılar, karanlık olmazsa çalışamazlar... Sol elinizin yaptığını sağ eliniz bilmesin. Gizliliğin sayılamayacak çok etkileriyle ilgili olarak ve daha büyük şeylerle alakalı olarak sembollerin gizemli işlevleri vardır." (Şakül Gibi, 3/25 sf.20)
Masonların eşleri dahi bu sırları öğrenemezler
Masonluğun dışarıya karşı takındığı hayır kurumu maskesinin altında yatan gerçek ortaya çıktığında, yeni mason bir seçim yapmak durumunda kalır. Masonluğa bu maskeye kanmış olarak katılan kişi, ya masonluğun ilkelerini kabul eder ya da masonluk dışı bırakılır. Mason dergisi Mimar Sinan, bu hayır kurumu maskesine kanarak gelen fakat sonra "hayal kırıklığına" uğrayan acemilerin toplantılara gelmeyi aksatmalarını şöyle anlatıyor:
"Masonluğu bir yardım kuruluşu olarak görüp bu tür çalışmaları bulamayınca hayal kırıklığına uğramak devamsızlığın başlıca nedeni oluyor..." (Mimar Sinan s.30 sf.11 1979)
Masonların gizledikleri gerçekler ise, kendi deyimleriyle bunlara hazırlıksız olanlar için "yıkıcı ve şaşırtıcı" olabilmektedir. Bu doğru bir tesbittir. Gerçekten bir insanı, birdenbire Allah inancından, milli kimliğinden ayırmak, materyalist yapmak kolay değildir. Bu, ancak yavaş yavaş verilecek bir telkinle mümkün olabilir.
Bu noktada şunu da belirtmek gerekir ki, masonların alt kademesinde olan birçoğu gerçekten ne tür emellere hizmet ettiklerini bilmemektedirler ve sadece bir hayır ve dayanışma kurumu içinde olduklarını sanmaktadırlar. Masonluğun asıl amacını bilenler, çok daha az sayıdadır. Dolayısıyla, bunu farkeden kişilerin masonluğun dünya düzenindeki yıkıcı kötü etkisinden sorumlu olmamaları için bu şeytani decal yardımcıları ve düzenden hemen uzaklaşmalıdır.
Fakat masonlar bu bağlantının ortaya çıkmaması konusunda çok titizdirler. Mason yükümlülüklerini belirten Anderson Yasası davranış maddesi dördüncü fıkrası şöyledir:
"Mason olmayan yabancılar bulunduğunda, sözlerinizde ve tutumunuzda öyle ketum ve ihtiyatlı olunuz ki en ince zekalı yabancı bile duyulması uygun olmayan şeylerin farkına varmasın." (Akasya Mason Dergisi, s.62)
Masonluğun kurucusu olarak kabul edilen Hiram Usta'nın dahi Tevrat'ta anlatılan bir kişi olması masonluğun tevrata da yansıdığı belli olmuştur. Buda bağlılığın bir başka göstergesidir.

MASON BEKTAŞİLER : 

ENCÜMEN-İ DANİŞ   VE 

HURUFİLİK'TEN 

KABALA'YA ÇİFT DİNİ KİMLİ

yazar :faruk arslan     karakutu yayınları
Osmanlı İmparatorluğu'nu ve Türkiye'yi yaklaşık iki asırdır Mason Bektâşiler'in kurduğu derin örgütler yönetiyor. Masonik Bektâşi yapının geçmişte kullandığı İttihat ve Terakki geleneği Ergenekon ile bugün ortaya çıkmış gözüküyor
. Mason Bektâşilik ve Geleneksel Bektâşilik arasında ki savaşta 1997'de yol ayrımına gelindi. Bu savaşın sonuçları ise en fazla Masonik Bektâşilikten kurtulmaya çalışan Alevileri etkileyecektir. Encümen-i Daniş laik bir Mason Bektâşi tarikatı mı, yoksa derin devletin 'Büyük Devlet Jürisi' mi? Bir asırdır Türk Silahlı kuvvetleri'ne, bürokrasiye, yargıya yerleşen, Türkderin devleti Ergenekon'un gerçek sahipleri Mason Bektâşiler mi? Mason Bektâşiler elit Bektâşiliği neden savunuyor ve Anadolu Aleviliği'nden kendilerini ayrı görüyorlar?
 Sabataycıların, Masonlukla Bektâşiliği mezcederken kullandıkları Hurufilik ile Kabala arasındaki ilişki nedir? 'Alisiz Aleviliği' neden icat ettiler, Aleviliği İslam dışına çıkarma gayretleri başarıya ulaşabilir mi? Bektâşiler ve Alevilerin çoğu neden solcu Kemalist'tir veya kendilerini Kemalist olarak tanımlıyorlar?Yabancı istihbaratlar, Masonik Bektâşilerle birlikte Alevi sorununu provoke mi edecekler?
İLAVE GÖRÜŞLER :
Bir adam düşünün, hem ermeni  hem yahudi , hem sebatayist yahudi  hem türk…
Bir adam düşünün hem mason  hem müslüman görüntüsün de bektaşi ,alevi…Bir adam düşünün  Din adamı gibi görünen sahte Şeh ler dinler arası diyalok çerçevesinde eskinin Hurifisi (Eskinin Aleviliği başlatan Fadlullah Hurûfî ) bu günün cemaat önderi  ,  Hem İngiliz casusu hem ABD casusu , alman casusu… Hem Türk Kızılay’ının başkanı, parti başkanı , ,bakan ,genaral , millet vekili , ,Mitin için de PKK Kurucusu , başbakan ,Cumhur Reisi Devletin  kurucusu…

HURUFİCİLİK ; BEKTAŞİLİK  ;MASONLUK
1386  Osmanlı içinde ilk 2. Yüzyılın da yılında yaymaya başlandı.
 Kendisini Bektaşı gibi gösteren  Hurufîliğin  kurucusu olan Fadlullah Hurûfî, vb … gibileri:
Kendisi seyit ve Müslüman olan Haci Bektaşî Velinin  tarikatı adı altında saklanan Hurûfîler, müslümanları aldatmak için, birkaç yoldan saldırıyorlardı:Hurûfîler  Bektâşîlik ve Kızılbaşlık’ta kendisine İsmet(Günahsız) sıfatı atfedilen Ali tasviri ile ,nitekim bu günkü aldanmış alevi toplumunu oluşturdular.Kendilerini de bunlardanmış alevi gibi göstererek gizlendiler.Günümüz de  bunlardan siyasi partilerin için de yığınla vardır ,dikkatle incelediğinizde net görebilirsiniz.
Hurifi lerin kısa bazı felsefeleri.
1- Fadl-ı Hurûfî’ye, ilâh, tanrı diyorlardı. “Tanrılık, ezelde görünmez bir kuvvet idi. Önce harfler şeklinde, sonra Peygamberler şeklinde, nihâyet Fadl’da açığa çıktı” derler.
2- Hazret-i Ali’nin sözleri diyerek uydurduktan sözler ve düzdükleri uydurma hadîsler ile; “Ali’yi sevenlere günah zarar vermez, ibâdete lüzum yoktur, haramlar helâldir” derler.
3- Bütün dinlerin bir olduğunu, Fadl-ı Hurûfî’nin, Muhammed  aleyhisselâmdan ve Hazreti Ali’den (hâşâ) üstün olduğunu söylerler.
4- Bunlara göre namazı bir kerre kılmak, orucu bir kerre tutmak ve guslü de ömründe bir kerre yapmak farzdır derler.
“Gusl abdest edip vücûdunuzu hırpalamayın” derler.
Hurûfîlik  Yahudilerin Kabal ve “Neveflâtunî” âkideleriyle şerh ve imâları temeli üzerine inşa edilmiş bir halita demekti. Yahudilerin “Kabalâ Mezhebi” ile ortaklık arzeden Hurûfî  talimâtları kitapları vardır.(Haci Bektaşi ve Alevilik yazımıza bakınız)
 Müslüman toplumun içini kemiren yalancı düzanbaz  din adamlarını organize eden  bu topluluklara dikkat etmelidir.
Ey İslami Alemin insanlaır aklınıza  da şu soru hiç gelmezmi ?
 Şeytan yolunda giden, şeytanî bir dünya düzeni kurmak gayesi uğruna İslâm toprağına savaşlar açmaktan çekinmediği ,  Bu kimselerin dünya âlem herkes tarafından bilinen ülkemizdeki siyasetten , medaya üniversite den adliye iş adamları siyonist masonların aralarındaki bu ittifakları nasıl birleşiyor?
Kuranı Kerim de  bildirdiği  gibi ;Bu şer şeytani odakları  birleştiren guruplar vardı , varlarda . Bunlara karşı savaşmanın bir kulun görvlerindendir.
Osmanlı ve Türkiye'yi neredeyse 170 yıldır Mason Bektaşilik, gizli kurdukları derin örgütler veya açıktan iktidarları ele geçirerek, satın alarak yönetiyor. Türkiye'nin adı bir türlü konamayan derin kimlik sorunu, tabusu budur. Mason  Bektaşiler, Bektaşiliği ve Aleviliği amaçlarına uygun defalarca dönüştürdü, evirip çevirip kullandılar, yine kullanmaya hazırlanıyorlar. Batı modernizmini de ateizmide ülkemize onlar getirdi. Mason Bektaşilerin koordinesinde, Aleviler/Bektaşiler arasında taban oluşturmak isteyen aşırı sola mensup terör örgütleri ve etnik bölücü terör örgütleri, Aleviliği ve Alevileri savunuyor görünerek kendi siyasi ve ideolojik anlayışlarını Alevilik/Bektaşilik olarak sunmaya çalışıyor, yurt içinde ve dışında bu maksatla yayınlar yapıyorlar. Mason Bektaşilik’i hiç bir zaman münafıklık anlamında kullanmak istemiyoruz.


SELAHADDİN EYYÜBİ  VE HAŞHAŞİLER   
 YAZAR  . CORCİ ZEYDAN    MİLENYUM YAYINLARI

Oryantalizm konusunda uzmanlığı ile tanınan yazar Corci Zeydan, bu romanında Selâhaddin Eyyubînin ve komutanlarının olağanüstü kahramanlıklarını dile getiriyor, o dönemde Doğunun başına belâ kesilen Haşhaşilerle yapılan çatışmaları anlatıyor. Alamut Kalesinden dünyaya dehşet saçan bu esrarengiz terör örgütünün bütün gizli sırlarını ortaya çıkarıyor.
Mısırda Eyyûbîler Devletini nasıl kurduğu gözler önüne seriliyor.
Tüm tarihin ve insanlığın takdirini kazanmış, hem kendi yazgısını hem de yaşadığı iklimlerin yazgısını reddeden, barışçı ve bağışlayıcı Selahaddin Eyyubinin destansı yaşamını, oryantalist klişelere saplanmadan, tüm gerçekliğiyle ve ustalıkla belirtilmektedir.

KONU İLE BAĞLANTILAR:
Hıristiyanlar çeşitli İslam bölgelerini işgal etmişler, Kudüs Krallığını kurmuşlar, ona bağlı olarak değişik mıntıkalarda üç tane kontluk teessüs ettirmişlerdi. Selahaddinin ülkesi her taraftan kuşatılmıştı; sadece Beyruttan denize açılıyor, donanması olmadığı için de ondan yararlanamıyordu. Haçlılar silindir gibi çiğneyerek geldiklerinden Anadolu Selçuklularının yardım etmek için gücü kalmamıştı. Gerek Iraktaki Abbasiler, gerekse Mısırdaki Fatımiler bu feci durumu umursamıyorlardı. Endülüs de çok uzaktaydı. Selahaddin, Nureddin Zenginin politikasını izleyerek önce Fatımilerin üzerine yürüdü. Nüfuz alanını Endülüs ve Yemene kadar genişletti. Ayağını toprağa sağlam bastıktan sonra kuzeye, Haçlılara döndü. Mümkün olduğu kadar ikmal yollarını kesti; kale ve kontlukları bir bir düşürdü; nihayet Hıttinde Haçlıları ağır bir yenilgiye uğratınca, onların derlenip toparlanmalarına fırsat vermeden Kudüsü fethetti.
Parlak zaferlerinden dolayı, o bölgede yaşayan Araplar, Türkler, Kürtler Selahaddini kendi milletlerine ait saymaktadırlar. Söz konusu bölgedeki dillerin tamamını konuşan Selahaddini bir millete mal etmek yanlıştır. O dönemde asıl olan din olduğu için evliliklerle hepsi birbirine karışmıştı. Onun kendisini İslama vermiş bir Müslüman olarak bilinmesi yeterlidir; gerisi uzmanlık gerektiren bir husustur;
4 Mart 1193te elli beş yaşında vefat etti. Öldüğü zaman hazinesinde bir keten elbise, bir Suri dinar ve 40 Nasiri dirhemden başka bir şey çıkmaması onun yüceliğini göstermektedir. Önce Mansare Kalesindeki evine defnedildi. Daha sonra oğlu El-Efdal, babasının naşını Emeviye Camiinin yanına yaptırdığı türbeye nakletti. İbn Şeddat onun için şöyle der: "Tarih bilgisi kuvvetli, umumi kuvveti genişti. Meclisinde bulunanlar başkasından duymadıkları şeyleri ondan duyarlardı." Laene Pooleden Sir Hamilton Gibbe kadar pek çok Batılı tarihçi onu övmek mecburiyetini hissetti. Poolenin onun hakkını teslim etmek zorunda kaldığını şu cümlesinden de anlıyoruz: "Kudüsü alması ona dair bilinen tek şey olsaydı bile, bu onun kendi zamanının, belki de bütün zamanların en yiğit ve en geniş yürekli fatihi ilan etmek için yeterliydi." Gibb ise ahlakını öne çıkarmaktadır: "Selahaddin gerçekten de üstün askerî meziyetlere sahipti; fakat onun zaferleri diğer büyük sultanlarda çok az bulunan ahlaki niteliklerinin bir sonucuydu."

ISPANYALI HAHAM VE GEZGİN TUDE-LALI BENJAMİN’İR SEYAHATNAMESİNDE (1167)
 Selçuklular, Haçlıları dize getirirken, küçük bir kaleye,Haçlıların kaleminden Nizariler Nizarilerle ilgili ilk yazılı bilgilere Ispanyalı haham ve gezgin Tude-lalı Benjamin’ir seyahatnamesinde (1167) rastlanmaktadır. Benjamin islam dinine inanmayan peygamber saydıkları önderlerine adanmışlık-la bağlı, hayatları pahasına krallar öldüren, Haşişin adıyla bilinen bir topluluktan bahseder. 
-ESKİNİN“HAŞHAŞÎ” HASAN SABBAH  DÜNYA DÜZENİ  , GÜNÜMÜZÜN YENİ DÜNYA DÜZENİ

"Kuzeyden İran'a göç eden Türkmenler'in nüfuslarının artması ve bu sebeple İran'da oluşan kapasite sorunun çözülmesi için Anadolu yarımadasına göç ettirilmesi projesinin engellenmesi ve böylece İslam'ın batıya yayılışının engellenmesi amacıyla dönemin gizli ve ezoterik özellik taşıyan dinsiz Yahudi örgütleri tarafından özel olarak yetişitirildiği ve el altından finanse edildiği, babasının bu örgütler adına çalışan Avrupalı bir Hristiyan olup Müslüman gibi yaşadığı annesinin ise bir Yahudi olduğudur.
Hasan Sabbah'ın asıl amacı orduya ve eyaletlere hakim Türkler ile bürokraside görevli Farslılar arasında kalıcı bir etnik gerilim oluşturmak ve Türkmen aşiretlerinin batıya göçünü olabildiğince geciktirmek ve mümkünse engellemekti ki Melikşah ve Nizamülmülk döneminde esas olarak ele alınan bu kapasie sorunu Melikşah'ın ölümünden sonra (Tuğrul ve Çağrı beyler zamanında) ancak fiili olarak çözülmeye başlamıştır."
Alamut Kalesinin, İsmaillerin Pamir’den güneydoğu Akdeniz kıyılarına ve Filistin’e kadar Ortadoğu coğrafyası içinde, Hasan Sabbahın 300’e  kadar ulaştığı bilinen Baş Dai’lerin yönetiminde ortaklaşa çalışarak, aynı kazandan yenilen, özel mülkiyetin olmadığı kale yerleşim birimleri “Darül Hicar”lardan (Göçmenevleri, Göçmenler yurdu) oluşan bir devletti.
Haşişi'lerin Gizli Öğretileri
(1) Düşünce Okulları
"Genel olarak İsmaili'lerin, özel olarak da Nizari İsmaili'lerin asıl sorunu, her dönemde resmi İslam tarafından sapkın kabul edilerek baskı altında tutulmak istenmeleridir (Mısır Fatımi halifelerinin yönetiminde İsmaili inancının resmi dinsel görüş olarak kabul edildiği dönem dışında). Bu baskının sonucu olarak, Haşişi inancının herkesce anlaşılabilir bir açıklaması hiç yapılmamıştır. Haşişi'ler kendi öğretilerini gizli tutmuşlar, düşmanları ise, sapkın oldukları gerekçesiyle, inceleme araştırma yapmadan onları neredeyse yok saymışlardır."
"Hasan Sabbah, sıradan kişilerin bilgi edinmesine engel olmuş, her kitabın tehlikesini ve her yazarın dağarcığını zaten bilenler dışında, bilginlerin eski kitapları incelemelerine izin vermemiştir. Yandaşları ile birlikte, teoloji alanında, "Allah'ımız Muhammedin Allah'ıdır" demekten öteye geçememiştir."
Şehrestani
"Mehdi" (Tanrısal Rehber) kavramı zamanla gelişmiştir. İsa'nın ortaya çıkmasıyla, "son yargı" dönemi başlayacaktır. İyiler cennete giderken, kötüler cehenneme atılacaklar; cennette ödüller, cehennemde ise cezalar olacaktır. Böylece öngörülen "Son"dan önceki dönem de oldukça karamsardır: Kabe yol olacak, Kur'an sayfaları boş kağıda dönüşecek, Kur'an'ın buyrukları belleklerden silinecek, Allah bile "Tanrısal Söz"ü (logos-kelam) terkedecektir. İşte o zaman kıyamet kopacaktır."
Bu öğretinin, İsmaili versiyonu iki ayrı düşünce okulu biçiminde ortaya çıkmıştır. İlki, İsmail"in kendisini doğrudan ölümsüz ve dolayısıyla Mehdi olarak kabul eder. İkincisi, İsmail'in oğlu Muhammed'in Mehdi olduğunu ve tüm dünyayı fethetmeden önce ölmeyeceğini ileri sürer.
Dürzi'ler "yeniden doğuş"u kendi inançlarının temel ve ayırd edici bir ilkesi olarak benimserler. Dürzi'liğin kurucusu Hakim'in on ikinci imamın ruhuna sahip olduğuna inanırlar. Hakim'in tüm dinsel yetkisi de bu olgudan kaynaklanmaktadır. Haşişi'lere oranla daha fazla bilgi sahibi olduğumuz Dürzi'lerin öğretileri aslında hemen hemen Haşişi'lerin öğretisiyle eştir: "tüm ruhlar hep bir anda yaratılmışlardır, sayıları sınırlıdır. Her ruh bir dizi ruh göçü ile gelişir ve mükemmelliğe doğru yükselir."
 
(2) Haka'ik - İçrek Gerçekler
"İnsanlığın dinsel gelişiminin, her biri yedi yıl süren, yedi ayrı peygamber döneminde gerçekleştiği tasavvur edilmektedir. Bu yedi peygamberin ilk altısı: Adem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed'tir. Bu Tanrı habercilerinin her biri, sıradan insanların bile anlayıp yorumlayabileceği bir dinsel yasa ortaya koymuşlardır. Buna "zahir", yani dış görünüş denilebilir. Ancak, bu peygamberlerin verdiği her bir mesajın bir de, içrek, gizli gerçekleri vardır. Bu içrek gerçekleri ancak az sayıda aydınlanmış kişi anlayıp yorumlayabilir. Buna da "batın", ya da içrek gerçek adı verilir."
"Haka'ik (içrek gerçeklerin bütünü), bu yedi peygamberi izleyen birer "Vasi" (elçi) ya da "Samit"(suskun) tarafından açıklanabilir. Bu kişinin görevi kutsal yazılar ve kurallardaki batını izah etmektir. Her bir vasiden sonra, ayrıca yedi tane imam dünyaya gelir. Yedinci imam bu dizgedeki yeni peygamberdir ve böylece çember tamamlanır. Son döneme damgasını vuracak olan Mehdi, herkese tüm içrek gerçeklerin açıklamasını yapacak ve böylece Tanrısal bilgi dönemini başlatacaktır."
"İsmaili teolojisi, işte bu denli "vahiyci" (revelationary) bir nitelik taşır. İnsan aklından aşkın olup, insanın anlayamayacağı düşünülen haka'ik, aslında gnostik öğretiden türetilmiştir. Tümüyle Neoplatoncu değerlerden yola çıkarak, maddi ve manevi dünyanın ilkelerini açıklama iddiasındadır. Gnostikler, maddi dünyanın ikincil bir tanrı tarafından yaratıldığını düşünürler. Bu Eski Ahit'teki Yahova'dır. Yahova, gerçek Tanrının dünyayı yanlış inançlardan temizlemek için İsa'nın bedeninde oğlunu göndermesine kadar, belirli bir özgürlüğe sahip olabilmiştir. Muhammed'in gnostik bir görüş olan, çarhıhta ölen kişinin sadece bir hayal, Romalılarla Yahudilerin yaralayamadıkları bir görüntüden ibaret olduğunu İslam'a uyarlamasıyla, birçok gnostik ögenin İslam'a geçiş yolu açıldı.
"İsmaili haka'ikinin özü, "İlk Neden" olarak Tanrı'nın reddedilmesinde ve kendi içinde belirli bir akılcılığa yönelmesindedir. Bu öğreti aynı zamanda İsmaili'lerin sapkınlığının temelidir. Onlara göre "İlk Neden" evrensel akılla birleşen Tanrısal buyruk yani Tanrı Sözüdür (logos-kelam). Bu yüzden, İsmaili'lerin buyruk-düzen-yasa hakkındaki düşünceleri, içrek öğretilerinin çekirdeğini oluşturur ve Neoplatoncu felsefe ile İslam'ın sentezini gerçekleştirir. Hasan Sabbah'ın gücü ve fedailerinin bağlılığı, Tanrı'nın aşkın doğası hakkında İsmaili öğretisinin kategorik ısrarından kaynaklanır. Böylesi mutlak bir Tanrı ve mutlak bir imam, mutlak bir inanç ve itaat gerektirir."
1-Sözde İmam (Ali ve Nizar'ın soyundan)
Tam Aydınlanmışlar:
2-Dai'd-D'uat (Baş Dai)
3-Dai'l-Kebir (Büyük Dai)
4-Dai
Yarı Aydınlanmışlar:
5-Refik
6-Lasik
7-Fedai
"Her ne kadar, aydınlanma derecelenmelerinin ayrıntıları, 1332 yılında Dürzi'ler hakkında kaleme alınmış tarihi bir belgeden aktarılmışsa da, Haşişi'ler ile asıl fark, derece sayısının Dürzi'lerde, belki de dokuz göksel cisimle uyum sağlamak için, dokuza yükseltilmiş olmasındadır."
(3) Dokuz Derece
Adaylar, yaşam boyu kendilerini de öğretmenleri kadar önemli kılacak olan, ebedi bilgelik ve gizli güç sahibi olacaklarına inanarak örgüte katılırlar ve dokuz dereceden oluşan bir aydınlanma sürecinden geçirilirler.
İlk Derece
İlk derecede, öğretmenler adayları, tüm önceden öğrenip kabul ettikleri dinsel ve siyasal düşünce ve yargılardan kuşku duyma durumuna düşürürler. Daha önce kendilerine öğretilen her türlü bilginin önyargılı ve sarsılabilir olduğuna, olası her çeşit tartışma tekniği kullanılarak, inandırılırlar. Arap tarihçi Makrızi'nin aktardığına göre; bunun sonucu, öğrencilerin her sorunun en doğru yorumunu yapabilen tek gerçek bilgi kaynağının öğretmenleri olduğuna inanmaları ve öğretmenlerinin kişiliklerine bağımlı duruma gelmeleridir. Öğretmenler, aynı zamanda, formel bilginin aslında, hazır duruma geldiklerinde öğrenecekleri, gerçek, gizli ve güçlü sırrın sadece bir örtüsü olduğu hakkında sürekli ipuçları verirler. Bu akıl bulandırma tekniği, öğrencinin bir öğretmene körü körüne bağlılık andı içecek hale gelmesine kadar sürdürülür.
İkinci Derece
Öğrencilere bu derecede, korunması İmama teslim edilmiş olan içrek bilgiler olmadıkça, bu içrek öğretinin basit birer simgesi durumunda olan dinsel kurallar izlenerek Allah'ın rızasına ulaşmanın imkansız olduğu öğretilir.
Üçüncü Derece
Bu derecede, gelmiş geçmiş imamların sayısı ve kişilikleri, yedi sayısının maddi ve manevi dünyadaki anlamı aktarılır. Artık, kesinlikle "Onikiimamcı" inanç ve görüşlerden uzaklaşılarak, son altı imamın saygı duyulmaya gerek olmayan, manevi bilgilerden yoksun, sıradan insanlar oldukları öğretilir.
Dördüncü Derece
Öğrenciye, yedi "Natık" (bildiren-peygamber) dönemleri, onları izleyen altı "Samit" (suskun imamlar) ve her yeni natığın kendinden önce gelenlerin dinsel öğretisini nasıl değiştirdiği öğretilir. Bu eğitim, Muhammed'in son peygamber ve Kur'an'ın da Allah'ın son vahyi olamadığının kabul ettirilmesini içerir ki, tüm bunlar öğrenciyi İslam dininden çıkarır. Bu derecede ayrıca, yedinci ve son natık, "Sahib-ul-Amr" (varlıkların sahibi) İsmail'in oğlu Muhammed'in "Eskilerin Bilimi"ni (Ulum-ul Evvelin) tamamlayıp, içrek öğretinin bilimi olan "Tevil" bilimini (Allegorik yorum) kurduğu aktarılır.
Beşinci Derece
Bu derecede, geleneklerin tümü terkedilerek, "Sayılar Bilimi" ve "Tevil" uygulamalarının öğretimine başlanır. Sürekli konuşulan konu dindir. Kur'an'ın sözcük anlamına giderek daha az önem verilirken, İslam dininin tüm kural ve koşulları ortadan kaldırılmak istenir. On iki sayısının anlamı ve on iki "hucca" (kanıt) öğretilir. Bu "hucca"lar, imamların propagandasına temel oluşturan ve onların kişisel öğretilerini yönlendiren kanıtlardır. Aynı zamanda, "hucca" sözcüğü, her imam tarafından, baş dai olarak atanan kişilere de ad olarak verilmiştir. Sonradan, oniki "hücce" insan omurgasındaki oniki sırt omuru ile bağdaştırılır; yedi kafa omuru (cervical) ise yedi peygamberi ya da yedi imamı simgeler.
Altıncı Derece
İslam dininin koşulları (namaz, oruç, hac, zekat, kelime-i şehadet) ve tüm diğer ritlerinin allegorik anlamları bu derecede öğrenciye aktarılır. Görünümde uygulanan bu koşul ve ritlerin temelde önemsiz olduğu ve bilgiye ulaşmış kişilerin bunlardan vazgeçebileceği öğretilir. Çünkü bu uygulamalar, kurnaz yasa koyucular tarafından, cahil  halkı kabala ile yönetmek için konulmuştur.
Yedinci Derece
Bu ve bundan sonraki derecelere, öğretinin gerçek yapısı ve amaçlarını kavrayabilen önde gelen kişiler kabul edilir. "Önceden varolan" (Pre-existent) ve "Sonradan ortaya çıkan" (Subsequent) kavramları ve bunların dualist yapısı bu derecede öğretilir ve böylece, kişinin Tek Tanrı öğretisine olan inancının yıkılması amaçlanır.
Sekizinci Derece
"Önceden var olan"-"Sonradan ortaya çıkan" ikili öğretisi geliştirilir, öğrenci tarafından derinlemesine kavranmasına çalışılır. Ayrıca, en önemlisi, bu iki kavramın da üzerinde, ne adı, ne nitelikleri bilinebilen, hakkında hiç bir bilgi bulunmayan, tapınmak bile mümkün olmayan bir yüce Varlık olduğu hakkında ilk bilgiler verilmeye başlanır. Bu isimsiz Varlık, Zerdüşt inancındaki,

"Zervan Akanana"yı (Sonsuz Zaman) andırmaktadır. Ancak, öğretinin bu noktasında, İsmaili'ler arasında farklı anlayışlar, çatışma ve karışıklıklar ortaya çıkmıştır. Yine de, Nuveyri "bu fikirleri kabul edenlerin yeri, dualistlerin ya da maddecilerin yanından başka bir yer olamaz" diyerek tümünü aynı sepete yerleştirmiştir. Bu derecede, öğrenciye peygamber olmak için, mucizeler yaratmaktansa politik, sosyal, dini ve felsefi bir sistem yaratıp uygulamak kabiliyetini göstermek gerektiği öğretilir. Ayrıca, dünyanın sonu, yeniden doğuş, cennet-cehennem gibi allegorik kavramların yanısıra çeşitli "kıyamet" doktrinleri de aktarılır.

 
Dokuzuncu Derece
Aydınlanma'nın bu en son derecesinde, tüm dogmatik din kurumlarından sıyrılan kişi artık, en saf ve basit anlamıyla, bir filozof olmuştur. Kendi arzusuna ve keyfine uygun düşen, düşünce sistem veya karışımını istediği gibi kabul etme özgürlüğüne kavuşmuştur.
        Edward Granville, St Bard's Hospital Journal (Mart 1897)
"Yedinci derece Büyük Giz'in açıklamasını getirir; tüm insanlar ve evrendeki tüm varlıklar aslında bir bütündür, en basit şey bile bu bütünün bir parçasıdır ve bu bütünün yaratma/yoketme gücü vardır. Bir İsmaili olarak birey, kendinde uyanmaya hazır olan bu gücü kullanma şansına sahiptir. Bu nedenle, gücün bir parçası olduğunu kavrayan kişi, insanlığın bu muazzam potansiyelinden habersiz olan diğer bilgisizleri yönetebilir. Bu güç, "Zamanın Tanrısı" (Lord of Time) adı verilen esrarlı varlık sayesinde edinilmiştir."
"Sekizinci dereceye hak kazanabilmek için, kişi tüm dinlerin bir sahtekarlık olduğuna inanmalıdır. Önemli olan yalnızca birey ve bireysel akıldır; o da ancak, en büyük güç olan imama hizmet ederek mükemmelliğe erişebilir."
"Dokuzuncu derece, inanç diye bir kavramın mevcut olmadığı, aslında herşeyin "eylem"den ibaret olduğu sırrının açıklandığı son derecedir. Her hangi bir eylemi düşünüp uygulamak da, tüm akıl ve mantığın yegane sahibi olan imamın elindedir.


(4) Okült Gelenek
Şeyh-ül Cebel Sinan'a duyulan büyük saygının hatırı sayılır bir bölümü, herkesçe bilinen telepati ve durugörü gücünden kaynaklanmaktadır. Ebu Firaz tarafından aktarılan öyküde, bahçede bulunan bir kişinin düşüncelerini okuyarak, aklından geçirdiği sorulara cevap verebildiği anlatılmıştır. Hasan Sabbah da döneminin tanınmış bir simya ustasıdır. Haşişi'lerin günümüzde okült uygulamalar olarak bilinen, karanlık konularla uğraştıkları su götürmez. Zaten, o zamanlar, simya ve astroloji felsefe eğitiminin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilirdi.
Edward Burman, The Assassins-Holy Killers of Islam

Hasan Sabbahın , İsmaillerin Günümüze İz Düşümleri
Avrupa'da dinsel ya da din dışı, tüm gizli örgütlerin oluşmasına yol açan temel kavramlar Haçlılar tarafından İsmaili'lerden alınmıştır. Tampliye ve Hospitalye şövalyeleri, Loyola tarafından kurulan Cizvit'ler gibi örgütlerin tümü davalarına kendilerini adayış biçimleri günümüzde asla görülemeyen özveri sahibi kişilerden oluşmuştur. Haşin Dominiken'ler, ılımlı Fransisken'ler ve tüm kardeşlik örgütleri, ya Kahire'ye ya da Alamut'a ulaşacak biçimde geriye bağlanabilirler. Özellikle Tampliye Şövalyeleri, Büyük Üstad'ları, Prior'ları, dinsel adanmışlıkları ve hiyerarşik yapıları ile Doğu'daki İsmaili'lerle en güçlü benzeşmeyi gösterirler. S. Ameer Ali

Günümüzdeki masoniarın yöneticileri  1100  yıllarındaki sistemlerini bu 2000 yılların da
illuminatinin geleneksel yapısında 13 ler konseyi  ve  dünyayı 300 ler meclisi yönetiyor.
Yıllar geçiyor , İnsanlar değişiyor ama onların zihniyeti ve amaçları değişmemektedir.
Kısaca kendileri düşmanları tarafından çok isimle adlandırılmışlardır. Bunlar evrenin mimarı, her şeyi gören , yapılan çalışmalar dünya iktidarının sağlanmasına yöneliktir. İşte  bu düzen de günümüzde   de kıripto dindarlar ile yeni dünya düzeni’ deniyor.
Tam tersine her türlü dine, her türlü peygambere, İsa’ya, Musa’ya, Muhammed’e ya da kısaca Allah’a karşılar.

Her ülkede üst düzey cellatları var. Herhangi bir nedenle ihanet edenleri mason ritüellerine göre öldürmek için hazır bir düzeneğe sahipler.Dünyayı sömürme teknikleri normal insanın aklının alamayacağı düzeydedir.

Üstün bir ırk olarak yaratıldık.Diğer insanlar bize hizmetkâr olarak yaratılmıştır.
Bizim üstünlüğümüz mutlaka gerçekleşecek.
“İşte bu inanç nedeni ile asırlardır dünyanın çeşitli yerlerinde sürgün olan Yahudilerin kendilerini gizleyerek.Bulundukları toplumların içerden inançlarını bozarak yaşamlarına devam ederler.                   
Hasan Sabbah, İmâm-ı Gazâlî ve Selçuklu Devletinin meşhur devlet adamı Nizam-ül Mülk devrinde yaşamış ve Selçuklu’ya karşı sarsıcı eylemlerde bulunmuş bir hareketin lideri. Hasan Sabbah, Şiâ’nın en sapık kollarından İsmaîlîye koluna mensub olup,  sapık Şiî tasavvuf (!)ekolünden Hurufîliğe tâbi bir şahıstır.  İsmaîliyenin Yahudi ezoterizmi ile olan münasebetleri sebebiyle de Sabbah, hem hahamlar ve hem de dönemin Haçlı ordusunun rahip-komutanları Tapınakçılar”la da çok yakın bir ilişki kurmuştur.
İsmaîliye mezhebindeki İmamiyet inancının İmamın Allah katındaki mevkiînin; Yahudilikte Hahamlık, Hristiyanlıkta İsa Mesih müessesesi ile gösterdiği benzerlik, kayıp imam mevzuu ve sıfatının, dünyaya geri dönüşüne dair bir çok yorumun,  Şiiliğin özellikle bazı ezoterik kollarının; Yahudilik ve Hristiyanlığın ezoterik yorumlarına birebir benzemesidir ki, gerek Tapınakçılar ve gerekse Hahamlarla bir oluşum içine girmeleri ile genişlemiştir.
Hasan Sabbah’ın Ehl-i Sünnet temelli devletlerin hâkim olduğu bu dönemde, Kudüs’ işgal etmek için, Sünnî Selçuklu devleti ile savaşan Haçlılarla işbirliği yapıp, Selçukluyu arkadan vurması, bugünkü Hristiyan-Yahudi Siyonist“Yeni Dünya Düzeni” nin kimleri müttefik olarak gördüğünü göstermesi açısından da ilginçtir.
Hasan Sabbah,  bir devletin ordusunun bile ulaşmasının çok zor olduğu bir yerde, Alamut Kalesinde, kendi sapık dünya görüşü çerçevesinde bir dünya nizamı kurmuştur. Kadınların ve erkeklerin çırılçıplak gezdiği; eroin, esrar ve içki âlemlerinin gırla gittiği; ibnelikten, lezbiyenliğe her türlü sapıklığın alenen işlendiği ve teşvik edildiği; her çeşidinden büyücülük, sihirbazlık, falcılık denaetlerinin gerçekleştirildiği bu küçük “Satanist- şeytanî” düzenin önündeki en büyük engel olarak; bu sapıklığın İslâm dünyasına ve dünyanın diğer kesimlerine yayılmasını engelleyecek Sünnî bir devletin varolmasıydı.
 Bu Sünnî devletin, yani Selçuklu devletinin en büyük talihi ise, İMAM-I GAZÂLΠ gibi bir “Müceddid”in o çağda yaşamış olmasıydı. Gazâlî gibi bir “ruh fatihi”nin muhatabının  Nizam-ül Mülk gibi feraset sahibi bir devlet adamının olması, bu sapık güruhun, sapık düzenlerini dünyaya yayılmasını engelledi.
Bugün, dünyaya hâkim olan ve insanlığa sapık “Yeni Dünya Düzen”lerini zorla kabul ettirmeye çalışan bu yapılanmaların en büyük düşmanı yine, dünkü Gazâlî-Nizam-ül Mülk çizgisini devam ettiren Sünnî Mücahidler- feda eylemcileridir. Fakat bugün roller değişmiş olup, “Şeytanî Yeni Dünya Düzen”cileri, elegeçirdikleri dünya hâkimiyetini tekrar kaybetmekle karşı karşıya kalırken, Dünya, İslâm-Ehl-î Sünnet Nizamcıları,  kaybettikleri dünya iktidarını tekrar elegeçirmek üzeredir. İşte bütün mesele de burada yatmaktadır. Hasan Sabbahçı şeytânî Yeni Dünya Düzencileri, “düzenlerinin” sapıklığını insanlardan ve özellikle de Müslümanlardan gizlemek için, yapıları gereği oldukça şeytanî bir yola başvurmakta ve bu şeytan düzenine karşı hayatlarını feda edecek kadar cesur Mücahidleri, “Haşhaşînci” olmakla suçlarken, kendisini de “insanlığa ahlâk, adalet ve huzur getirmiş olan Sünnî-İslâm medeniyeti yerine koymaktadır.
Haşhaşînci” sıfatları, ilginçtir ki,  daha çok kendilerine “Müslümanız” diyen modern Hasan Sabbahçı “Yeni Dünya Düzeni” diyenlerin benzer metodlarını ,
Günümüzün kıripto sahte mehdilerini ve dinler arası diyalok safsataları ile milliyeçi din adamların organize etmeye başlamıştır.
Bu şahsiyetsiz şahsiyetler İslam birliği diyeceklerine , Türk İslam Birliği demekle müslümanları baştan bölücülük tohumları atmaya başlamıştır.Bunlardan en önemli bölücü ırkçılık sözlerinden olan da  '' Ne Mutlu Türküm Diyene '' sözüdür.
Gelecekte, düşman gizli zihniyetlerini normalmiş gibi gösterecek  giderek“bu saldırılar hayat tarzımıza karşı “ yapılacak.Kendi iç kamuoyunun desteğini alarak , İslam için İslâm’da yerinin olmadığı propagandasını yaymaya çalışmaktadırlar.
Hiç kimsenin aklına da şu soru gelmez: Şetan yolunda giden, şeytanî bir dünya düzeni kurmak gayesi uğruna İslâm toprağına savaşlar açmaktan çekinmediği dünya âlem herkes tarafından bilinen ülkemizdeki siyasetten , medaya üniversite den adliye iş adamları siyonist masonların aralarındaki bu ittifakları nasıl birleşiyor?



KURAN'IN HURAFELERLE SAVAŞI
YAZAR : HALİT BÜLBÜL        DOĞU KİTABEVİ 
İlahıyatçı yazar Halit Bülbül'ün yoğun ilgi gören, Allahın İndirdiği ve İnsanların Uydurduğu Din kitabından sonra tartışma yaratacak Yeni Bir Kitap Daha: Kuranın Hurafelerle Savaşı. Kitap Allah-evren, Allah-insan ilişkisinden hareketle yıllar içinde oluşmuş hurafelerleri ortaya koyuyor.

 Halit Bülbül bu kitabında, insanı diğer canlılardan farklı olan beyin fonksiyonlarının özgürleşmesinin önündeki engel olan hurafelerle Kur'an referansı ile savaşıyor, okuyucularını özgürlüğün önündeki barikatları yıkmaya çağırıyor. 

Yılların birikimiyle, Muaviye'den bu yana uydurulmuş dinin hurafelerini ortaya koyan Halit Bülbül Kitabında; "Her insan, Kur'an'ı ana diliyle okuduğunda, mutlaka kendine ait şeyler görecek ve bulacaktır. Kur'an'ın bir benzeri yoktur, olamaz. Allah'ın kitabı ile kulları arasına duvar oluşturan fikirler, yorumlar, düşünceler yazılıp söylenenler insanlığı ve Müslüman camiayı İslam'dan koparmıştır", diyerek okuyuculara yeni bir pencere açıyor.


ALLAH'IN İNDİRDİĞİ VE 

İNSANLARIN UYDURDUĞU DİN
YAZAR : HALİT BÜLBÜL       DOĞU KİTABEVİ
İlahıyatçı-Yazar Halit Bülbül'ün yoğun ilgi gören, Allahın İndirdiği ve İnsanların Uydurduğu Din kitabından sonra Yeni Bir Kitap Daha: Dindarlık ve Dincilik Dindar, Allah'ın dinine samimi olarak inanır. İnandığı gibi yaşar, yaşadığı gibi de inanır. Din üzerinden maddi çıkar, oy, beklemez. Dini sömürü aracı yapmaz. Dindar özüyle sözüyle namuslu ve haysiyetli, onurlu insandır. Dinci böyle değildir. Menfaati neyi gerektiriyorsa, dini o yönde kullanır. Dinci de samimiyet olmaz. Dinsiz inanmadığını açıkça söyler, dinci inanmış gibi yapar. "Dikkat edin, halis, arı duru din Allah'ın dinidir. Zümer-3" ayetini okuyan dindar canı pahasına da olsa, sadakatten, dürüstlükten vazgeçmez. Aynı ayeti okuyan dinci ise, kendi yaşantısını din diye topluma kabul ettirme çabasındadır. Müslüman bir topluma, şahsa, dinsizden değil, tüm zarar dinciden gelir. Hz. Peygamberin ardında beş vakit namaz kıldığı halde, menfaati için dindar görünen münafıklar dinci tipler idi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder