9 Eylül 2014 Salı

TÜRKLER ARASINDA ROBERT KOLEJ'İNİ KURAN MİSYONERİN ANILARI Türkler Arasında" Osmanlı'nın çöküş döneminde yaşanan karanlıkta kalmış pek çok olayı aydınlatıp, geçmişi biraz daha berraklaştırıyor.

TÜRKLER ARASINDA  
(ROBERT KOLEJ'İNİ KURAN MİSYONERİN ANILARI)
YAZAR : CYRUS HAMLIN

Cyrus Hamlin 1811-1900 yılları arasında yaşamış ABD'li bir misyoner ve eğitimci. American Board misyoner kuruluşu adına Ocak 1839'da Osmanlı İmparatorluğu'na geldi. 1860 yılında Robert Kolej'in kurulması çalışmalarına başladı ve 1876 yılına kadar da okulun müdürü olarak görev yaptı.
Ancak, Hamlin'in hayatı ve faaliyetleri böyle üç cümleyle özetlenip geçilecek kadar tekdüze değil. O, her zaman pek çok iddia ve spekülasyonların baş figürü oldu.
Örneğin, Cyrus Hamlin'in Robert Kolej'i kurduğu Rumelihisarı sırtlarına çıkıp, hırsla, "Fatih'in İstanbul'u aldığı surlardan bu milletin kültürünü fethedeceğim" dediği; bu kararlılıkla okul binasını inşa ettiği taşları bile Rumelihisarı'nda kullanılan taş malzemenin aynısından seçtiği; Bulgar isyanlarına bu okul mezunu gençlerin liderlik ettiği; okulun, dış güçlerin bir üssü ve ajan yuvası haline geldiği,... bu iddialardan bazılarıdır.

Ayrıca, Türkiye'nin basın, yayın, sanat, siyaset, ekonomi... vitrininde bu okul mezunlarının yoğun bir şekilde yer almasına da hep dikkat çekilegeldi.
Bütün bunlar Robert Kolej etrafında sürekli bir spekülasyon fırtınası estirdi.
Robert Kolej'in kuruluş yılları ve misyonu hakkında fikir edinmek isteyenler için, okulun kurucusu ve ilk müdürü Amerikalı misyoner Cyrus Hamlin'in İstanbul anılarını toparladığı "Türkler Arasında" isimli kitap şüphesiz ki ilk okunması gerekenler arasında.

Türkler Arasında" Osmanlı'nın çöküş döneminde yaşanan karanlıkta kalmış pek çok olayı aydınlatıp, geçmişi biraz daha berraklaştırıyor.

KİTABA İLAVELER :
Cyrus Hamlin Gerçekte kimdir
Bu kitabın yazan Cyrus Hamlin 1811-1900 yıllan arasında yaşamış ABDIi bir misyoner ve eğitimcidir. 1834 yılında Bovvdoin College'den mezun oldu. 1837 yılında ise Bangor The- ological Seminary eğitimini tamamladı. 1838 yılında American Board isimli kuruluş adına misyoner olarak ABD’den ayrıldı. Ocak 1839'da Osmanlı împaratorluğu'na geldi. 1860 yılında Ro- bert Kolej'in kurulması çalışmalanna başladı. 1876 yılına kadar okulun MüdOrü olarak görev yaptı.

Sonra ABD'ye dönüp, Bangor Theological Seminary oku­lunda dogmatik teoloji konusunda profesör olarak çalışmaya baş­ladı. 1880 yılında Vermont'ta bulunan Middlebury College'in rek­törü oldu. Bu görevi 1885 yılma kadar sürdü. ««o
Hamlin'in klasik üslupla biyografisi böyle. Ama Hamlin'in ha­yatı ve faaliyetleri asla böyle üç cümleyle özetlenip geçilecek ka­dar tekdüze değil. Hamlin, ismi etrafında pek çok iddia ve spe­külasyonun dolaştığı cerbezeli bir isim.

Örneğin, Türkiye'nin yetiştirdiği önemli fikir adamlarından Nurettin Topçu bir eserinde'- Hamlin'in okulunu kurduğu Boğa-l Büyük Türkiye, Nurettin Topçu, İstanbul-1962, s. 48

Boğaziçi Rumelıhısarı'na çıkıp, “Fatih'in İstanbul'u aldığı surlardan bu milletin kültürünü fethedeceğim" dediğini, “kaleyi içerden ele ge­çirme davası güttüğünü” ifade etmektedir.


Tarihçi Cezmi Yurtsever de okul binasının inşa edildiği taşların sırf bu maksatla Rumelihisarın da kullanılan taş malzem­nin aynısından seçildiğini belirterek şunları söylüyor "Robert Kolej 'in amacı, Osmanlı yurttaşı yabancı azınlıklardan zeki olan çocukları en iyi şekilde yetiştirip, gelecekte onların ülke yönetiminde söz sahibi olmalarmı sağlamaktı Nitekim Bulgar isyanlarında Robert Kolej mezunu gençlerin lider olarak bulunması dik­kat çekiciydi. Hamlin in görevi sadece İstanbul 'da bir okul açmak da değildi. O, 1840'Iı yıllarda, gelecekte bütün Anadolu'yu sara­cak olan Anadolu Kolejlerinin de temellerini atmıştı. Nitekim Ana­dolu kolejleri içinde Merzifon'da kurulu olanı 1880 ve 90’lı yıl­larda Ermeni ve Rum isyanlarının merkezi oldu.
Hamlinin kurduğu bu okulun dış güçlerin üssü olarak bir ajan yuvası haline geldiği iddiaları da çok dillendirilen iddialar arasında yer alıyor. Örneğin, "Türkiye'de ve Dünyada Casuslar” adlı kita­bın yazan Aytunç Altındal, "Robert Kolej, ayrıca OsmanlI’daki Amerikalı. İngiliz ve Rum casusların da yuvası olmuştu. Birçok casus, bu okulda öğretmen kisvesi altında faaliyet göstermişti."1 diyor ve bahsi geçen kitabında bunlan ayrıntılandırıyor.
Yine Robert Kolej mezunu gazeteci-yazar Engin Ardıç okulda öğretim görevlisi olan ajanlan şu cümlelerle deşifre ediyor "...bizim A sınıfına Charles Gilchrist gelirdi. Savaş yıllarında SOE, yani İngiliz Özel Harekat Dairesi’nin ajanı olarak komandoluk yap­mıştı, görev bölgesi Yunanistan, uzmanlık alanı da köprü uçurmak 2 Robert Koiej’m Hıkayesi.Cezmı Yurtsever, Expres Gazetesi (Adana). 06.05.201! 3 İstihbarat tuzağındaki Tüıkiye-1, Tuna Serim. Tercüman Gazetesi, 01 06.2008 4 Sola Kıtakse. Engin Ardıç, Akşam Gazetesi, 17.12.200
ve daha önce de nöbetçi Alman askerinin gırtlağım çıt çıkarmadan jiletle kesmek ...Bayan Mary, Doğan Nadi'nın eşi. ...savaş yıllarında OSS ajanıymış! ...'Office o f Strategic Services', yani 'Witd Bili' namıyla maruf WiUiam Donovan'm kurduğu, FBİya bağlı olmayan ilk Amerikan dış istihbarat ve harekat örgütü. ...Gene çok sevgili hocalarımızdan biri olan Hilary Sumner-Boyd'un da MİS ajanı olduğunu. .. .Son Robert Kolej başkanı John Scott Everton 'im CIA ajanı olduğunu biliyorduk. ...Bayan Mary, daha sonra. Dünya Bankası'nda çalışan yeğeni Zeynep’in oğlunun, okulunu bitirince CIA örgü­tüne 'analizci' olarak girmesini önermiş, çünkü çok iyi para ve-riyorlarmış. ...Zeynep'in ablası Emine, Cumhuriyet Gazetesinin ortağı ve yöneticisi... Aile, İzmir eşrafından, eni konu zengin ve ünlü Uşşakizade Ailesi..."
Ünlü istihbaratçı Mehmet Eymür de kendi internet sitesinde yaptığı analizde Robert Kolej bağlamında bize şu ilginç bilgileri aktarıyor "Kolejin bir diğer öğretim görevlisi Prof. John Freeley-, ABD Deniz Kuvvetlerinde görev yapmış bir komando subayı. 2. ci Dünya Harbi sırasında Burma ve Çin'de görev yapmış, I960'da İstanbul Robert Kolejde "fizik" öğretmenliğine başlamış ve I993'e kadar İstanbul’da yaşamıştır. John Freely'nin "Boğaz Sırtlarından Türkiye" isimli Robert Koleji anlatan kitabı, okuldaki sol faaliyetleri de anlatıyor: (...) "İngiltere merkezli Troçkist "Kızıl Bayrak" Birliği. İngiltere ve Avrupa'da etkindi. Marksist Kızıl Bayrak Birliğinin Londradaki merkezinin yöneticisi olan Charles Sumner, 1910 yılında ABD Massachusetts, Boston'da doğmuş, Boston, Oksford'da bir Hıristiyan kilisesinde özel eğitim almıştı.
Türkçe, Yunanca, Almanca. Fransızca ve Latin dillerini biliyordu. 
 Adalete Sesledi*. Mehmet Eymür, www.adn.org, 21/5/20108

Bu örgütte önemli görevler alan ve 1937 ila 1940 yılları arasında "İngiliz Trocki’yi Savunma Komitesi Sekreterliği"pozisyonunda da bulunan Charles Sumner 1940'da İstanbul’a geldi ve İstanbul Robert Kolej'de Profesör olarak çatışmaya başladı. 35 yıl Ameri­kan Robert Kolej ‘de Temel Bilimler profesörü olarak görev yaptı.
O, aslında yukarıda Engin Ardıç'm "Sola Kitakse" isimli ya­zısında bahsi geçen Profesör Hilary Sumner-Boyd’du. "Charles Sumner" onun Kızıl Bayrak Birliğindeki takma adıydı. Zaman zaman A. Boyd takma ismini de kullanmıştı.

Hilary Sumner-Boyd, 35 yıl Robert Kolej'de görev yaptıktan sonra 06 Eylül 1976 tarihinde İstanbul'da öldü ve Feriköy'deki Protestan Mezarlığına gömüldü... (,..)12 Mart darbesinden sonra Sıkıyönetim, İstanbul’u ev ev arıyor teröristleri bulmaya çalışıyordu. 23 Ocak 1972 günü İstanbul'da, 03.00 ile 18.00 saatleri arasında sokağa çıkma ya­sağı konarak, kent genelinde 512.000 ev arandı.
İllegal TİİKP - Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi ’nin Ferit tl-sever başkanlığındaki İstanbul yönetimi, malzemeleri ile birlikte, Profesör Hilary Sumner-Boyd'un Robert Kolej kampüsii içindeki evinde yakalanmıştı."

Münir Aysu, Cahit Arf, May Fincancı, Dorothy Ashover, Fatma Banat, Behçet Kemal Çağlar, Tevfik Fikret, John Frecly, Hilary Sumner Boyd, Aydın Ungan, Waltraud Hanohulos, Doroth İz, Suna Kili, Necip Fazıl Kısakürek, David Leeming, Margaret Tregillus, James Maggart, Fay Linder gibi ilginç isimlerin hocalık yaptığı Robert Kolej mezunları, basın, yayın, sanat, siyaset, ekonomi... alanlarında Türkiye'nin vitrininde hep önemli yerler iş­gal etmişlerdir. Aşağıdaki bu okul mezunlarından oluşan küçüklisteye hızlıca bir göz atıldığında fâzla söze ihtiyaç kalmadan okulun ülke Özerindeki etkisi hakkında bir fikir edinilebilecektir.

ROBERT KOLLEJİ MEZUNLARI
DEVAMI NI OKU


Politlka:
Balent Ecevit, Rahşan Ecevit, Tansu Çiller, İsmail Cem İpekçi, Emre Gönensay, Algan Hacaloğlu, Cem Kozlu, Cem Boyner, İbrahim Betil, Ersin Faralyalı, Behice Boran, Kasım Gü lek, Emre Kocaoğlu
Müzik: Çiğdem Talu, Cem Karaca, İnci Başarır, Mehmet Uluğ, Ahmet Uluğ, Cem Yegül, Evin İlyasoğlu Sanat: Abidin Dino, Vasıf Kortun, Fatma Baş, Göl Derman, Can Göknil, Feyha Kısakürek, Şakir Eczacıbaşı
 Reklam:
 Serdar Erener, Yiğit Şardan, Erol Moran, Çınar Kılıç Basın: Şahin Alpay, Sedat Ergin, Altemur Kılıç, Ercan Anklı, Perihan Mağden, Deniz Alphan, Semra Somersan, Sevin Okyay, İpek Cem, Gündüz Vassaf, Etyen Mahçupyan, Korkmaz İlkorur, Lale Tayla, Yıldırım Türker, Elçin Yahşi
 Sinema-TV :
Nuri Çolakoğlu, Ömer Madra, Mim Kemal öke, Ömer Kavur, Ömer Karacan, Halit Refığ, Ersin Peıtan, Ayşe Şaşa, Yeşim Ustaoğlu,
 İş dünyası:
 Ömer Dinçkök, Melih Araz, Erhan Dumanlı, Rahmi Koç, Suna Kıraç, Sevgi Gönül, Semahat Arsel, Nejat Eczacıbaşı, Cem Boyner, Vural Akışık, Hüsnü özyeğin, Burhan Karaçam, Osman Berkmen, Haşan Subaşı, Hakan Karahan, Esat Edin, Feyyaz Berker, Nuri Akın, Osman Göksu, İbrahim Bodur, Ulvi Yalım, Mehmet Emin Karamehmet. Halis Komili, Osman Kavala, Betül Mardin, Arzu Çekirge Paksoy, Serdar Bilgili, Alp Yalman
 Edebiyat:
Halide Edip Adıvar, Pınar Kür, Refik Erduran, Orhan Pamuk, Talat Halman, Tomris Uyar, Nihal Yeğinobalı, Mina Urgan, Aslı Erdoğan, Cevat Çapan, Ayşe Kulin, Jak Deleon, Ali Neyzi, Turgut Cansever
Tiyatro :
 Genco Erkal, Haldun Dormen, Engin Cezzar, Ah­met Levendoğlu, Kerem Kordoğlu, Göksel Kortay, Nevra Screzli,Çiğdem Selışık, Nur Sabuncu, Zeki Alasya, Şirin Devrim, Ali Tay- gun, Tunç Yalman, Nedim Saban, Refik Erduran, Nüvit Özdoğru, Beklan AJgan, Nedim Göknil, Ülkü Tamer, Yavuzer Çetinkaya

Türkiyedeki Misyoner Okulları Mezunları
Türkiyedeki Misyoner Okulları Mezunları
 - Robert Koleji'nin şerefli (!) geçmişi.

(Şimdi o okullarda okuyan, birde üstüne "Ne mutlu Türküm diyene" sloganı atanlara elin ecnebileri kim bilir nasıl da gülüyorlardır.
Rumlar'ın bağımsız Yunanistan Devleti'nin kurulması için çalışmaları, ya da Bulgarlar'ın bağımsız Bulgaristan'ın kurulması için Osmanlı toprakları

üzerinde ve bağlı bulundukları Osmanlı Devleti aleyhine faaliyetlerde bulunmaları gibi. Bu siyasi çalışmalara ilişkin bir-iki örnek verecek olursak:

1897 tarihli bir belgeden kısa bir alıntı:

"Bebek'te bulunan Robert Kolej nam mektebin müdürü ile mualliminin Rumeli Hisarı ile civarında meskun bulunan Ermeniler'in hicretlerini teshil (kolaylaştırma) ile beraber bunlara muavenet-i nakdiyede (para/silah yardımı) bulunmakta oldukları mesmu-ı âlî (işitilmiş) bulunduğundan..." [1]


Yine Ermeni - Amerika ilişkisine ait bir örnek: Amerikan bir profesör olan Mr. Earle'un "American Missions in the Near East" adlı eserinde söyledikleri:

"Amerikan misyoner okullarında Ermeniler dillerini ve tarihsel geleneklerini yeniden üstün tutmayı öğrendiler. Batı'nın siyasal, toplumsal ve ekonomik ilerleme ideallerini tanıdılar. Bulundukları duruma karşı daha etkin bir hoşnutsuzluk duymayı ve köylü müslüman komşularına karşı keskin bir üstünlük duygusu beslemeyi elde ettiler." [2]

Birinci örnekte Amerikalıların Ermenilere silah ve para yardımında bulundukları, ikinci örnekte ise onların komşuları olan müslüman Türkler'e karşı üstünlük duygularıyla beslenerek, yıllarca içiçe yaşamış olan bu iki topluluğu birbirinden ayırmak için okullarda neler verildiği anlaşılmaktadır.

Diğer bir örnek te Merzifon Amerikan Koleji binasında Rum Pontus Teşkilâtı'nın kurulması ve görev yapmasıdır. [3] Merzifon Pontus Teşkilâtı'ndan birinin bir Yunanlıya yazdığı mektupta teşkilâtın faaliyete geçmek üzere olduğu (amacını gerçekleştirmek için harekete geçmek üzere olduğu anlamında) Yunanistan'dan imdat bekledikleri ve kullandıkları binanın Merzifon Amerikan Koleji binası olduğu belirtilmiştir. [4]

Bu Mektup ve Pontus Teşkilâtı'nın amaçlarını içeren Teşkilât Nizamnamesi, Merzifon Amerikan Koleji Türkçe öğretmeni olan Zeki Efendinin cesedinin Kolej yakınında bulunması üzerine okul binasında yapılan aramalar sonucu elde edilmiştir. Bulunan belgeler arasında silahlar, madalyalar, Pontusçulukla ilgili bilgiler, Pontusçularla ilişki kuran çetelerin fotoğrafları, Pontusçulara ait bir albüm ve Pontus Klübü nizamnamesi de bulunmaktadır. [5] Kolejdeki Rum

öğrencisini Maarif öğrencisiyle birleştirerek Pontus Cemiyeti'ni güçlendirmek amacından söz edilmektedir. [6]

Edremit'e bağlı Cunda Adası'nın belediye başkanının adadaki Rum okulundan elde ettiği 1884 ders yılı programına kısaca bir göz

atalım. Programda şunlar yer alıyor:

1 - Türkleri Rumlara ezeli düşman olarak tanıtmak

2 - Türkleri iktisaden zayıflatmak

3 - Türklerin her konuda itibarını Avrupa devletlerine karşı zedelemek

4 - Türk Milleti'ni ahlâk, din, milliyet ve gelenek bakımından zayıflatmak

5 - Türk Gençliği'ni bozmak

6 - İstanbul'u ele geçirmek

7 - Türk halkı ile Devletin arasını açmak

8 - Her meslekten Türk'ü zor duruma düşürmek

9 - Rüşvet ve kandırma yoluyla Türk taraftar edinmek

10 - Türk çiftçisinin borçlandırılmasını ve işini ya da malını Rumlar'a devretmesini sağlamak [7]


KAYNAK:

[1] Kırşehirlioğlu, Erol: Türkiye'de Misyoner Faaliyetleri, İstanbul, 1963, sayfa 145.
[2] 29 Eylül 1984 tarihli Milliyet Gazetesi.
[3] Pontus Meselesi: Matbuat ve İstihbarat Dairesi Yay. Ankara 1998, sayfa 82.
[4] Aynı eser, s. 93.
[5] Aynı eser, s. 92-94.
[6] Aynı eser, s. 92.
[7] Sevinç, Necdet: Ajan Okulları, İstanbul 1975, s. 192-196.

Bütün bunlar ve burada sayma imkanımız olmayan daha pek çok sebep dönem dönem dikkatlerin Robert Kolej üzerinde yo­ğunlaşmasına sebep oluyor. Elbette ki okulun ilk kuruluş süreciyle ilgili bilgileri edinmek için okulun kurucusu ve ilk müdürü Amerikalı misyoner Cyrus Hamliriin Robert Kolej çevresinde geçen İstanbul yıllarını anlattığı “Among the Turks” adlı kitabını muhakkak okumak gerekiyor. Ve yine elbette ki Hamlin kitabını yazarken eğer “kalbinde gizli bir takım hesaplan” varsa bunları kendisinin kurduğu ve “faaliyetini devam ettiren” bir okula za­rar verecek şekilde aşikare edemezdi. Bu yüzden, Hamlin'in kitabında herşeyi açıkça yazamayacağını ihtimalini de düşünerek söylediklerinin satır aralarını da iyi okumak icab ediyor. O zaman Hamliriin anılarında çok şey bulunacağından şüphe yoktur.
Elinizdeki yayının peşisıra Robert Kolejin Hamliriden son­raki ikinci Müdürü olan George Washbum'un yine Meydan Ya­yıncılık tarafından Türkçe'ye kazandırılan, "İstanbul'da 50 yıl ve Robert Kolej Hatıraları” isimli kitabını da okumanızı salık veri­yoruz. Washbum daha açık sözlü ve kalemini daha cüretkar kul­lanmış. İki kitap birbirini tamamlıyor. Bu okumalardan sonra, o döneme ait karanlıkta kalan pek çok olayın da yavaş yavaş aydınlanmaya başladığını göreceksiniz.
cel yaklaşıp da uğraşılacak işler azaldığında, geçmişin anıla­rına dönmek yaşlılığın hem ayrıcalığı, hem de tesellisi oluyor. Bu sayfalanıl yazan da işte bu ayrıcalıktan faydalanarak geç­mişte kalan pek çok vakayı ele aldı.
Türk imparatorluğu sınırlan dahilinde 35 sene de geçirilse, bu topraklarının hususiyetlerini bilmeden ve tecrübe sahibi olmadan, ne devletle, ne bünyesinde banndırdığı dinlerle, ne insanlarla, ne kunımlarla, ne mesleklerle ilişki kurmak, ne de onlan tasvir et­mek mümkündür. Eğer hatıralar kaleme alınacak ise onlar da an­cak bu detaylar yeterince tasvir edilebildiği zaman okurların ilgisini çekebilir.
Lâkin bu hatıraların vazife gereği aktarıldığı da düşünülme­melidir. Bu hatıralar uzun senelerin içinden imbiklenmiş cevher gibidir. Daha zengin tecrübelere ve tabii ki bunları kaydedecek kâfi zamana sahip başka hiç kimse Türkiye’de bu kadar uzun z­man geçilmemiştir.
Hadiselerin hakikatini ortaya çıkaracak ve bunlar hakkında hükme varmamızı sağlayacak olan dün ve bugünle irtibat kura­bilme yeteneğimizdir.
Bu eserde, Osmanlı imparatorluğunun, kökleri, karakteri ve gelişimi detaylı şekilde tasvir edilmektedir. Bunlarla birlikte, sosyal hayat, eğitim kurumlan, kanunlar, din, aydınlanmam çabalar, re­formlar, askeri karakter... gibi birçok meseleye de temas edilmiştir. Ancak, kitabın evvelden kararlaştınlan hacmi, bahsi geçen konu­ların daha da ayrıntılı şekilde ele alınmasına müsaade etmemiştir.
İÇİNDEKİLER
imparatorluğun doğuşu - m.s. 1300___________ıs
im paratorluğun yükselişi------------------------------------- 21
bölüm  1839 yılında imparatorluk.--------------------------------------27
abdülmecid'tn tahta çıkışı________________________ 41
bebek ilahiyat fakültesi-----------------------   52
din hürriyeti______________________   64
kadim doğu hayatı_______________  78
sultanların tahttan indirilişi-------  -87
halet efendi ve yeniçeriler......- ---   94
aforoz ve neticeleri--------------  106
Ancak. Hamlin in hayatı ve faaliyetleri böyle üç cümleyle özetlenip geçilecek kadar tekdüze değil. 0. her zaman pek çok iddia ve spekülasyonların baş figürü oldu.
Tam anlamıyla bir ajan yuvası ve yabancı güçlerin üssü haline gelen okulun mezunu olan gençler Bulgar isyanlarına liderlik etmiştir.

Hamlin’in görevi sadece İstanbul’da bir okul açmak değildi. O, 1840’lı yıllarda gelecekte bütün Anadolu’yu saracak olan Anadolu Kolejlerinin de temellerini atmıştı. Nitekim Anadolu kolejleri içinde Merzifon’da kurulu olan okul 1880 ve 90’lı yıllarda Ermeni ve Rum isyanlarının da merkezi oldu.
HAKKINDA YAZILANLAR

Bir Protestan Okulu

II. Mahmud devrinde, 1839'da İstanbul'a ayak basan ABD'li misyoner ve eğitimci Cyrus Hamlin, Türkiye'de bir Protestan okulu açmak için kolları sıvadı.

Okulu New York'lu Mr. Christopher Robert finanse ediyordu. 1863'te faaliyete geçen Robert Kolej Amerika Birleşik Devletleri sınırları dışında kurulan ilk Amerikan okulu oldu.

Robert Kolej'e ilk Türk 1881’de girdi. 1882'deki 232 öğrencisinin kökeni, Osmanlı İmparatorluğu'nun yapısını da yansıtıyordu: 89 Bulgar, 85 Ermeni, 28 Rum, 7 Türk ve 23 diğer uluslardan.

Casus yuvası mıydı?

"Türkiye ve Dünyada Casuslar” isimli kitabın yazarı araştırmacı Aytunç Altındal, yapılan bir söyleşide şöyle demektedir:

“Robert Koleji’nin kurulmasında büyük casusluklar yaşandı. Hamlin Ailesi, Protestan Hıristiyanlığı, Osmanlı topraklarında yaygınlaştırmak için çok yoğun bir faaliyet sürdürmüştü. O dönemde bu okulda öğrenci olan Müslüman gençlerden bazıları, bu tuzağına düşerek Hristiyan olmuşlardı. Robert Kolej, ayrıca Osmanlı’daki Amerikalı, İngiliz ve Rum casusların da yuvası olmuştu. Birçok casus, bu okulda öğretmen kisvesi altında faaliyet göstermişti”.

Seçkin birçok insanın yetiştiği bu güzel okul için söylenen sözler ağır gelse de istihbari faaliyetlerde her vasattan faydalanıldığı da bir gerçek. Okullar da istihbari faaliyetler açısından mükemmel bir korunak.

Seçkin birçok insanın yetiştiği bu güzel okul için söylenen sözler ağır gelse de istihbari faaliyetlerde her vasattan faydalanıldığı da bir gerçek. Okullar da istihbari faaliyetler açısından mükemmel bir korunak.

Sola kitakse!

Nitekim Kolejli, tanınmış köşe yazarı Engin Ardıç, 17.12.2005 tarihli, ‘Sola kitakse!’ başlıklı köşe yazısında şöyle söylüyor:

“...bizim A sınıfına Charles Gilchrist gelirdi. Ölmüştür herhalde, toprağı bol olsun, savaş yıllarında SOE, yaniİngiliz Özel Harekat Dairesi’nin ajanı olarak komandoluk yapmıştı, görev bölgesi Yunanistan, uzmanlık alanı da köprü uçurmak ve daha önce de nöbetçi Alman askerinin gırtlağını çıt çıkarmadan jiletle kesmek. ...Bayan Mary, Doğan Nadi’nin eşi, ...savaş yıllarında OSS ajanıymış! ...’Office of Strategic Services’, yani ‘Wild Bill’ namıyla maruf William Donovan’ın kurduğu, FBI’ya bağlı olmayan ilk Amerikan dış istihbarat ve harekat örgütü.

...Gene çok sevgili hocalarımızdan biri olan Hilary Sumner-Boyd’un da MI5 ajanı olduğunu.

...Son Robert Kolej başkanı John Scott Everton’un CIA ajanı olduğunu biliyorduk.

...Bayan Mary, daha sonra, Dünya Bankası’nda çalışan yeğeni Zeynep’in oğlunun, okulunu bitirince CIA örgütüne ‘analizci’ olarak girmesini önermiş, çünkü çok iyi para veriyorlarmış.

...Zeynep’in ablası Emine, Cumhuriyet Gazetesi’nin ortağı ve yöneticisi...

Aile, İzmir eşrafından, eni konu zengin ve ünlü Uşşakizade Ailesi...”

Boğaz sırtlarından Türkiye

Kolejin bir diğer öğretim görevlisi Prof. John Freeley, ABD Deniz Kuvvetlerinde görev yapmış bir komando subayıdır.

2.nci Dünya Harbi sırasında Burma ve Çin'de görev yapmış, 1960'da İstanbul Robert Kolej'de "fizik" öğretmenliğine başlamış ve 1993'e kadar İstanbul'da yaşamıştır. John Freely'nin “Boğaz sırtlarından Türkiye” isimli Robert Koleji anlatan kitabı, okuldaki sol faaliyetleri de anlatıyor:

Kolej’de Sol isyanlar, Maoist hareketler

“...1970'te okul bir kriz geçirmektedir. ...Dev Genç'in Genç Devrimciler Örgütü de kampusta bildiri dağıtmaya, rektörü faşist ilan etmeye ve duvarlara Mao'dan sloganlar yazmaya başlamıştır. Yüksek Okulu Arnavutköy'e taşıma girişimlerine karşı sosyal demokrat Öğrenci Birliği de boykot ve işgal tehditleri savurur. Genç Devrimciler Grubu boykot kararı alır. Sol basında Robert Kolej'in artık Amerikan emperyalizmine yeteri kadar hizmet veremediği için dağıtıldığını öne süren haberler çıkar. Ayrıca kolej beyin göçünden de sorumlu tutulur, ancak Öğrenci Birliği boykotu tanımaz ve iki grup arasında kavga çıkar”.


OSMANLIDAN GÜNÜMÜZE 

MİSYONER FAALİYETLER

YAZAR : NECDET SEVİNÇ
BİLGEOĞUZ  YAYINLARI

"Müslümanların her şeyini tahrif ve mahvettik. Dinleri, inançları, ahlakları, dine bakışları ve insani duyguları mahvoldu. Onların milli manevi değerlerini batı Medeniyeti potasında eriterek, kendimize benzettik.
İslamiyet'ten uzaklaştırdık. İslamiyeti öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı ve Kuran'ı Kerim öğrenmeyi, suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu tam olarak, hiçbir şeye inanmıyorlar.
 Ehl-i sünnet itikadı, başta gelen düşmanımızdır. Bu itikadı geçmişte sapık itikatlara yönlendirdik.
 Son yıllarda ise Müslüman görünen bazı ilahiyatçılarla, ondört yüzyıllık itikatlarını, ibadetlerini tartışılır hale getirdik.
Derin bir boşluğa düşürdük. Bundan sonra siz misyonerlerin işi daha kolay; maaş bağlayarak, vize vaadi, yurtdışında iş imkanı, hatta cinselliği kullanarak Müslümanları Hıristiyan yaparız.

KİTABA İLAVELER :
Osmanlı Devletinde Tanzimat döneminde 108’i Abdülhamit döneminde olmak üzere 392 yabancı okul açılmış ve bunlar yabancı dilde eğitim yapmışlardır.
1914’te Osmanlı Devletinde 600’den fazla Fransız, 500 ABD ve İngiliz okulu, 200 İtalyan, 60 Rus, 25 Alman okulu vardı. Fransızların dinsel ve laik okulları bütün Anadolu’yu sarmış durumdaydı. O dönemde Müslüman ailelerin çocukları bu misyoner okullarından yetişti. Bunlar arasında Hıristiyanlığa dönenler oldu. Halk İzmir’e “Gavur İzmir” demeye başladı. Çünkü Osmanlıların son döneminde bugün olduğu gibi yabancılara bina ve toprak satışı serbest olduğu için İzmir’de Hıristiyan sayısı Müslüman sayısını geçmişti.
Bu insanlar neden öncelikle okullar, yabancı dil kursları, hastahaneler, dispanserler, yetimhaneler, yayınevleri ve geniş maksatlı yardım teşkilatlan şeklinde ortaya çıkıyorlardı.
American Board of Commissioners for Foreign Mission adlı kuruluş Osmanlılar zamanında Batı Trakya’ya 6, Kıbrıs’a 3, Musevilere 4, Batı Anadolu’ya 227, Orta Anadolu’ya 98, Doğu Anadolu’ya 102, Suriye’ye 59 ve Rumeli’ye 41 kişilik kadrolan yüksek maaşlarla niçin göndermişti?
Osmanlı devletindeki Katolik misyoner faaliyetlerine bir göz atalım:
- Fransiscain Rakipleri: Kilise ve okul (St. Antoine de Padae kilisesi.)
- Dominicain Rahipleri: Kilise ve okul (St. Antoine kilisesi).
- Cizvit (Jesuite) Rahipleri: Kilise ve okul (St. Pierre Kilisesi).
- Capucin Rahipleri: Dil okulu ve St. Benoit Kolejleri.
- Lanarist Rakipleri: Sosyal ve hayır kurumlan, erkek ve kız okulları, St. Joseph Koleji, Notre Dame de Sion).
- Gürcü Rahip ve Rahibeleri: Okul.
- Congregation (ivrea) Rahipleri: İtalyan okulları.
- Asuomption Rakipleri: İlkokul, sanat okulu, fakir ve kimsesizlere ait okul, Fransızca öğretmenliği gibi sahalarda faaliyet göstermişlerdir.
Tablodaki faaliyetlerin destekçisi Fransa olup Rum, Ermeni, Süryani, Yezidi ve kısmen de Yahudileri Osmanlı’ya karşı ayaklandırmayı hedeflemişti.

PROTESTAN MİSYONER FAALİYETLERİ
Protestanlar 18. yy’da Avrupa’da oldukça artmış 19. yy’da ise bütün dünyada faaliyete başlamışlardı.
İngiltere, Osmanlı topraklarındaki Fransız ve Rus tesirini kırmak için 1840 yılında Osmanlı topraklarında Ermenilere yönelik faaliyete başlamıştır. 1842 yılında ise Kudüs’te kurulan Protestan Kilisesi, Dürzileri de bu işin içine katarak, faaliyet alanının genişlemesini sağlamıştır.
Bu dönemde biri Cizvit papazlarınca kurulan St. Joseph ve diğeri Amerikalılarca kurulan Amerikan Koleji olmak üzere, bölgede iki tane üniversite faaliyete geçiyordu.

İSTANBULDA ROBERT KOLEJİ :
1890’dan itibaren ülkede Ermeni olaylarının çatlak vermesi, Amerikalı misyonerlerin kurduğu bu kolejin hangi amaca hizmet ettiğini açıkça ortaya koyuyor.
İstanbul Robert Koleji, ABD sınırları dışında kurulan ilk Amerikan okuludur. 1863 yılında Amerikan Protestan misyonerler Christopher Robert ile İstanbul’da zaten bir fırın, bir çamaşırhane ve bir de okul işleten Cyrus Hamlin tarafından Ermenilere eğitim vermek üzere kurulmuştu. Boston’da kurulan kilise kontrolündeki simsarlar birliğinde eğitilen ünlü misyoner Hamlin’in görev yeri olarak Osmanlı Devleti’nin merkezi İstanbul seçilmişti.
Dünü ve bugünü

Robert Koleji’nin, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethederken Boğaz kıyısında inşa ettiği Rumelihisarı’nda kurulması tesadüf değil. İstanbul Boğazı’na hakim bir noktada inşa edilen bu okulu ABD’li misyonerler uzun süre karargah olarak kullandı. Ekonomik darboğaz yaşayan Ahmet Vefik Paşa, okulun bulunduğu araziyi satmak zorunda kalmıştı.
İşte o okuldan Robert Kollejinden Yetişenler :
1890 yılına kadar kolejde Bulgar öğrencilerinin çoğunlukta olduğu görülmekteydi. Bu tarihten itibaren de Ermeni öğrenciler çoğunluktadır. Zira Robert Koleji Bulgarlarla ilgili hedefine kısmen ulaşmış, bir diğer misyonu olan Ermeni meselesini alevlendirecek mahiyette Ermeni öğrenciler tercih etmişti.
Çok Sonradan bile Osmanlı Müslümanların Anlayamayacağı çoğu Pakradinu olan ; gizli Ermeni Yahudileriydi bunlar.

1890’dan itibaren ülkede Ermeni tedhiş hareketlerinin ortaya çıkması, kolejin hangi amaçlara hizmet ettiğini göstermekteydi. Kolejin eski müdürlerinden Protestan misyoner George Washburn, hatıralarında öğrencilerin okulu bitirdikten sonra memleketlerinin lideri olacak şekilde yetiştirildiğini ifade etmişti.

Türkiye’de Başbakanlık yapan DSP’nin efsanevi lideri Bülent Ecevit ve Tansu Çiller’in de öğrenci olduğu Robert Kolej’den mezun olan ünlü isimlerin bazıları şöyle: 

Orhan Pamuk, İsmail Cem, Prof. Dr. Ayşe Soysal, Prof. Dr. Tosun Terzioğlu, Serdar Bilgili, Betül Mardin, Sedat Ergin, Yıldırım Türker, Hüsnü Özyeğin, Cem Boyner, Burhan Karaçam, İbrahim Betil, Halis Komili, Osman Kavala, Nejat- Şakir Eczacıbaşı, Ömer Madra, Emre Gönensay, Cem Kozlu, Haldun Dormen, Genco Erkal, Göksel Kortay, Nevra Serezli, Suna Kıraç, Feyyaz Berker.
 Halide Edib’in yanı sıra, Tevfik Fikret’ten Halit Ziya Uşaklıgil’e, Halikarnas Balıkçısı’ndan Faruk Nafiz Çamlıbel ile Behçet Kemal Çağlar’a, Necip Fazıl Kısakürek’ten Mina Urgan’a, Ayşe Kulin, Tomris Uyar, Pınar Kür, Yıldırım Türker , Rahmi Koç  , Ömer Koç , Özyeğin Mehmet  , Emin Karamehmet , Nejat Eczacıbaşı Hüsni Kulin-Halis Komili -Halit Refiğ -Elif Sözen -

Bu kadar zengin ailelerin çocukları burada okuyorken 
 Şu yaşadığımız günümüzde ,
İstanbul'da yaşayan Çağlan Turgut'un  hayatı çalışmakla geçti. Tek amacı Seviye Belirleme Sınavı'nda (SBS) başarı elde edip burslu olarak Robert Kolej'e girmekti. Turgut, tüm soruları yaptı. 500 tam puan aldı. Türkiye'nin 16 birincisinden biri olmaya hak kazandı. Turgut Ailesi de oğullarını tam burslu okutmak için Robert Kolej'in kapısını çaldı. Ön kayıt işlemini yaptırdı. Aile, yıllık gelirini gösteren çizelgeyi de sundu. Ancak yıllık toplam brüt geliri 100 bin lira olan Turgut ailesinin burslu okuma talebi kabul edilmedi. Okul yönetiminin gerekçesi ise ilginçti: "Aylık geliri 2 bin TL'nin altında olanlara burs veriyoruz." İşte bu karar evlatları Türkiye birincisi olan aileyi şok etti.

ROBERT KOLLEJİ CASUS YUVASI MIYDI?

"Türkiye ve Dünyada Casuslar” isimli kitabın yazarı araştırmacı Aytunç Altındal, yapılan bir söyleşide şöyle demektedir:
“Robert Koleji’nin kurulmasında büyük casusluklar yaşandı. Hamlin Ailesi, Protestan Hıristiyanlığı, Osmanlı topraklarında yaygınlaştırmak için çok yoğun bir faaliyet sürdürmüştü. O dönemde bu okulda öğrenci olan Müslüman gençlerden bazıları, bu tuzağına düşerek Hristiyan olmuşlardı. Robert Kolej, ayrıca Osmanlı’daki Amerikalı, İngiliz ve Rum casusların da yuvası olmuştu. Birçok casus, bu okulda öğretmen kisvesi altında faaliyet göstermişti”.
Seçkin birçok insanın yetiştiği bu güzel okul için söylenen sözler ağır gelse de istihbari faaliyetlerde her vasattan faydalanıldığı da bir gerçek. Okullar da istihbari faaliyetler açısından mükemmel bir korunak.
Sola kitakse!
Nitekim Kolejli, tanınmış köşe yazarı Engin Ardıç, 17.12.2005 tarihli, ‘Sola kitakse!’ başlıklı köşe yazısında şöyle söylüyor:
“...bizim A sınıfına Charles Gilchrist gelirdi. Ölmüştür herhalde, toprağı bol olsun, savaş yıllarında SOE, yaniİngiliz Özel Harekat Dairesi’nin ajanı olarak komandoluk yapmıştı, görev bölgesi Yunanistan, uzmanlık alanı da köprü uçurmak ve daha önce de nöbetçi Alman askerinin gırtlağını çıt çıkarmadan jiletle kesmek. ...Bayan Mary, Doğan Nadi’nin eşi, ...savaş yıllarında OSS ajanıymış! ...’Office of Strategic Services’, yani ‘Wild Bill’ namıyla maruf William Donovan’ın kurduğu, FBI’ya bağlı olmayan ilk Amerikan dış istihbarat ve harekat örgütü.
...Gene çok sevgili hocalarımızdan biri olan Hilary Sumner-Boyd’un da MI5 ajanı olduğunu.
...Son Robert Kolej başkanı John Scott Everton’un CIA ajanı olduğunu biliyorduk.
...Bayan Mary, daha sonra, Dünya Bankası’nda çalışan yeğeni Zeynep’in oğlunun, okulunu bitirince CIA örgütüne ‘analizci’ olarak girmesini önermiş, çünkü çok iyi para veriyorlarmış.
...Zeynep’in ablası Emine, Cumhuriyet Gazetesi’nin ortağı ve yöneticisi...
Aile, İzmir eşrafından, eni konu zengin ve ünlü Uşşakizade Ailesi...”
Boğaz sırtlarından Türkiye
Kolejin bir diğer öğretim görevlisi Prof. John Freeley, ABD Deniz Kuvvetlerinde görev yapmış bir komando subayıdır.
2.nci Dünya Harbi sırasında Burma ve Çin'de görev yapmış, 1960'da İstanbul Robert Kolej'de "fizik" öğretmenliğine başlamış ve 1993'e kadar İstanbul'da yaşamıştır. John Freely'nin “Boğaz sırtlarından Türkiye” isimli Robert Koleji anlatan kitabı, okuldaki sol faaliyetleri de anlatıyor:
Bu okulların büyük çoğunluğu Kurtuluş Savaşı döneminde emperyalist işgalcilerin birer merkezi olmuşlardı.  28 Mart 1921 tarihli “Anadolu’da Yenigün” adlı gazete, bu misyoner özel okullarından, “fesat ocağı” olarak bahsetmektedir.
1922’den 1962’ye kadar geçen 40 yıllık dönemde, özel bir yüksek okul kurulmadı.  1962’de ilk özel yüksek okul kurulmuş, bu özel yüksek okulların sayısı 18 mühendislik ve mimarlık, 13 eczacılık ve diş hekimliği, 11 ticaret ve gazetecilik ve 2’de güzel sanatlar yüksek okulu olmak üzere 1969’da 44’e çıkmıştı.  1970/1971 öğretim döneminde özel yüksek okullarda okuyan öğrenci sayısı 70.000 civarındaydı.
Türkiye’de her kademede ve seviyede 1969-1970 ders yılında 800’den fazla özel okul vardı.
1960’lı yıllarda özel yüksek okullara ilk tepkiler kurulmasından itibaren başladı. Öğrenci örgütleri tarafından ilk ciddi ve kitlesel tepki 1967 yılında oldu.

Müslüman Görünen Yahudiler
Yahudilerin büyük din âlimlerinden Maimonides (1135-1204) yüreğinde Yahudilik inancını ve kimliğini taşımak şartıyla Musevîlerin Hıristiyan ülkelerinde Hıristiyan, Müslüman ülkelerinde Müslüman gibi görünmelerine fetva vermiştir.
Moses Maimonides örneğinde Bugün ülkemizde, köken ve asıl kimlik itibarıyla Yahudi olan, dıştan Müslüman görünen Yahudiler bulunmaktadır.
Lakin Kripto Yahudileri tanımamız gerekir. Adam aslında Sebatayist Yahudi, kendisini Müslüman gibi gösteriyor. Kürt Yahudisi, kendisini Sünnî veya Alevî Müslüman gibi gösteriyor. Yahudiliğin bir kolu ve mezhebi olan Karay cemaatine mensup ama kendisini Müslüman Tatar olarak gösteriyor.Kapaniler: Türkiye kuruluşun ilk yıllarında siyasi inkilapları bahane ederek bir çok katliyamı yapan , yaptıran Siyonist Kapaniler Yahudileridir ve Ermeni Makradinu Yahudileridir ,  Karakaşilerde ayrıca varlar.
Bu şekillerle Lois Massignon kaleyi içten fethetmenin yolunu bulmuş. Misyoner şefleri Karmatilerin bu örgütlenme, gizlilik, siyasi ve sosyal yapısını almış Türkleri ve İslamiyeti yok edecek formül haline getirmiştir.
Ataları Yahudi, kendisi Müslüman. Namazını kılıyor, orucunu sözde tutuyor. Ancak bazı şüpheli halleri var. Dinde reformculuğu ve reformcuları destekliyor. Doğrudan doğruya olmasa bile dolaylı olarak Ehl-i Sünnete zarar veriyor. Mezhepsizleri, telfik-i mezahib cereyanını, Selefîleri, Vehhabîleri, Farmason Afganî’yi destekliyor. Bu davranış şüphe ve kuşku verici bir davranıştır. Haksızlık yapmadan gizlice araştırmak, incelemek gerekir.
Aynı zamanda ileri derecede bir Mason ,Kabalist  olan Louis Massignon şu sözleri herşeyi özetliyor.
“Müslümanların herşeyini bozduk, yok ettik. Dinleri inançları, dine bağlılıkları ve insani duyguları yok oldu. Onların milli ve manevi değerlerini, batı medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik.
Islamiyeti öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı, Kur’an öğrenmeyi suç ve gericilik[irtica] olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu hiçbirşeye tam olarak inanmıyor. 14 Asırlık dinlerini, itikatlarını, ibadetlerini tartışılır hale getirdik! Onları derin boşluğa düşürdük. Bundan sonra siz misyonerlerin işi daha kolay oldu! Maaş bağlayarak, vize vaadi, yurt dışı imkanı, hatta cinselliği kullanarak Müslümanları hıristiyan yapınız.[1]
Bu masonun şu itirafı çok önemli: “Islamiyeti öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı, Kur’an öğrenmeyi suç ve gericilik[irtica] olarak göstermeyi başardık. “
Irtica/gericilik, bu kelimeler size bir şey hatırlatıyor mu? Bu ülkede namaz kılmak ve Islamiyeti yaşamak, “yobazlık/ irtica” yani “gericilik” olarak takdim edilmiyor mu? Kur’an okumak yasak değil miydi? Peki bütün bunlar kimin planlarıymış gördünüz mü?
Ayrıca “14 Asırlık dinlerini, itikatlarını, ibadetlerini tartışılır hale getirdik!” diyor. 14 asırdır Ehl-i Sünnet itikadı vardı ve bunu bozmaya çalışıyorlar. 1400 yıldır belli olan itikadlarımızı ve ibadetlerimizi bazı sahte hocaları TV’lere çıkarmak suretiyle tartışılır hale getirdiler. Kaynak :
Louis Massignon, Su Dergisi, yıl 1, sayı:3,mayıs-haziran 2005.

Louis Massignonşu Dini İnancı :
Önceleri dinî inanca sahip olmayan Massignon, lise ve üniversite öğrenimi sırasında karşılaştığı bazı papazlar ve özellikle Ernest Psichari, Joris - Kari Huysmans. daha sonra çölde yaşayan rahip Charles de Foucauld vasıtasıyla hıristiyan-Iığını yeniden keşfetti. Ancak Irak'ta bu*lunduğu 1908 baharı onun dinî hayatın*da bir dönüm noktası oldu. Tutuklandığı sırada bir yandan Hallâc-ı Mansûr'u, bir yandan da ölümü düşünürken her iki di*nin bir yerlerde birleştiği ve bunun da ta*savvuf olduğu yargısına vardı. Eserleri ve faaliyetleri göz önünde bulundurulduğun*da Massignon'un bütün hayatını Hallâc-ı Mansûr'un manevî şahsiyetinin yönlen*dirdiği görülür. Massignon'un Hıristiyan*lık'la olan ilişkisi sade bir tutku değil onun bütün hayatını dolduran bir aşktır. Bu bakımdan İslâm'a, hemen hemen bü*tün kaynaklarını bilmesine rağmen genel olarak Hıristiyanlığın şehid, ezilmişlik ve sefalet gözlüğünden bakmaktadır.

İslâm'ı Yahudilik ve Hıristiyanlık bağla*mında İbrâhimî dinlerden biri olarak gören Massignon, İslâm'ın İsmail'in dini olduğuna ve iç yapısında Hacer'in göz yaşlarıyla oluşmuş hüznü barındırdığına inanır. Hatta ona göre Arapça bir göz yaşı dilidir. Buradan hareketle Massignon'un İslâm'la ilgili bütün çalışmalarında bu göz yaşını ve hüznü aradığı söylenebilir. Mas*signon, bir taraftan İslâm sanatının sem*bolizmini yahut İslâm mantığının yapısını, diğer taraftan Ortaçağ finans sistemini veya İslâm toplumundaki zanaatkar ve esnaf teşekküllerini araştırdı. Öte yandan Arapça'ya ve bilhassa Sâmî dillere özel bir tutkusu vardı. Massignon İslâm'ı ilâhî ina*yetin açık tezahürü. Tanrı’nın Eski Ahid'de İbrahim ve Hacer'e verdiği sözün tahak*kuku olarak tanımlıyor, Hıristiyanlık ve Yahudilik dışında kalan monoteistlerin dini olarak görüyordu.

Bazı Sabataycılar beş vakit namaz kılıyor, hatta kimisinin hanımı başlarını örtüyormuş. Bunlar gerçekten Müslüman oldular mı, yoksa Müslüman kesimin içine sızmak için mi böyle yapıyorlar?
Sabataycılar ve Kripto Yahudiler konusunda ifrat ve tefritten uzak durmalı, adaletten, insaftan ve itidalden şaşmamalıyız. Bu konuda madalyonun bir yüzünde hüsn-i zan, öteki yüzünde adem-i itimad olmalıdır. Beş yüz yıldan beri Yahudiler kanımıza, iliğimize, damarlarımıza sızmıştır. Bugünkü kafamızla kültürümüzle, zihniyetimizle Kripto Yahudiler meselesini çözmemiz elbette yolları vardır.Bunun en birinci çözüm yolu onları kanıtlı ifşa etmektir.

Vatikan ve Kiliseler Birliği adına “Dinlerarası Diyalog” fikrini ortaya atan misyonerler teşkilâtının lideri Louis Massıgnon‘un Misyonerler Zirvesi’nde yaptığı konuşma aynen şöyledir:
“Müslümanların her şeyini tahrip ile mahvettik. Dinleri, inançları, ahlâkları, dine bağlılıkları ve insanî duyguları mahvoldu. Onların millî-mânevî değerlerini Batı medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik. İslâmiyet’ten uzaklaştırdık. İslamiyet’i öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı ve Kur’ân-ı Kerîm öğrenmeyi suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu hiçbir şeye tam olarak inanmıyorlar. Ehl-i sünnet îtikâdı başta gelen düşmanımızdır. Bu itikadı geçmişte sapık inançlara kanalize ettik. Son yıllarda ise Müslüman görünen bazı ilâhiyatçılarla, 14 asırlık dinlerini, itikatlarını, ibadetlerini tartışır hâle getirdik. Derin bir boşluğa düşürdük. Bundan sonra siz misyonerlerin işi daha kolaylaştı. Maaş bağlayarak, vize va’di, yurtdışında iş imkânı hatta fuhşu kullanarak Müslümanları Hıristiyan yapınız..
Hampher, “İslam’ı Nasıl Yok Edelim? de şu ifadelere yer vermiştir:
“…Müslüman genç erkek ve kızlar arasında kayıtsızlık ve dinsizliği yaymalıyız.  İslâm’a yönelik şüphe ve kuşkular uyandırmalıyız. Kiliseye bağlı okullarda ahlâka ve İslam’a uymayan kitaplar ve yayınlar dağıtılmalı, gayr-i ahlâkî ilişkiler için spor merkezleri kurulmalı, gençlerin gayr-i müslim dostlar edinmelerini sağlamalıyız. Yahudi, Hıristiyan ve diğer dinlere mensup gençlerin katıldığı dernekler kurmalıyız. Mümkün olan her vesileyi kullanarak Müslüman gençliği tuzağa düşürmeliyiz.” 
“…Ailelere nüfuz edilerek, baba-evlad ilişkileri, sömürü kültürünün etkisinde kalacak şekilde düzenlenerek, artık büyüklerin nasihatlerinin dinlenmeyeceği derecede bozulmaya çalışılmalıdır.  Gençleri dinî inançlarının etki alanından çıkararak din âlimleri ile ilişkilerine son vermek böylelikle mümkün olacaktır…”
Misyonerler hakkında çok söze gerek yoktur, fakat görünen manzara şu şekildedir.
Bir ülkeyi çökertmenin en güzel yolu silahsız çökertmedir. Afrikalının dediği gibi;Hristiyan Misyonerler geldiğinde bize İncil verdiler, topraklarımız vardı, gözümüzü kapadık, açtığımızda topraklarımız gitmiş kucağımızda İNCİL kalmıştı...
Onlar artık içimizde sözü geçen, bir lider, bir hoca, bir şeyh, bir yardım kuruluşu, bir okul, vb….uzuyan zincirin içinde hizmetin çeşitli adlarıyla faaliyet göstermektedirler.

Bu Misyoner için bakın Kendisi de gizli bir Yahudi asıllı olan Yaşar Nuri Öztürk ne diyor :
Gerçekleri saptırmak suretiyle İslamiyet’i yozlaştırmak, Dinimizi, iptidai kominizmi çağrıştıran eski İran ekollerinden etkilenmiş gibi yorumlayıp kafaları karıştırmak ve Halac-ı Mansur’un şahsında İslam’ı Hristiyanlaştırmak için sinsi ve uzun süreli bir tahrifat ve tahribata koyulan…. Kendisi bir Hristiyan rahibi bilinmesine rağmen, Yahudi asıllı bir Kabalist mason olduğu anlaşılan Fransız şarkiyatçı Lois Massignon’un (öl.1962) “Passion de Hallaj” kitabını kopye edip ara yerlere de bazı sloganik tercihlerini ve işine gelen zevatın tespitlerini de serpiştirerek “Hallac-ı Mansur – Enel Hak İsyanı” kitabını ortaya çıkaran Yaşar Nuri Öztürk ( Bak. Yeni Boyut yayınları 5.Baskı İST.2011) kendi niyetini ve mahiyetini de açığa vurmaktadır.
“Cenabı Hak Massignon’la Hallac’ı, sonsuzluk aleminde yan yana getirip kucaklaştırmıştı” (1.cilt sh.24) diyecek kadar gaipten haber duyuran ve haddini aşıp Allah adına hüküm buyuran ve Massignon’u kutsayan Yaşar Nuri, kendisini bu Kabalist-Mason rahibin “sadık talebesi ve takipçisi” göstermenin rüşveti olarak, hangi lobilerin güdümünde ve hizmetinde olduğu beli olan Time dergisinin düzenlediği düzmece bir anketle “20. Yüzyılın en önemli 100 kişisi arasında ilk on sıraya yerleştirilme şerefine ulaştırılmıştır.
Yaşar Nuri Öztürk’ün “Hallac-ı Mansur” kitabındaki sapkınlık ve saldırıları: 
1- Ebu Bekr Er-Razi’nin (ölm.925) görüşleri olarak “Kutsal bir yaratıcıya inanmak yeterlidir, ayrıca peygamber ve Kitap gereksizdir” şeklindeki deist felsefeyi, överek ve benimseyerek anlatmakta (Bak: 1.cilt, sh.162-163) ve böylece “Kur’an doyurucudur, sünnete ve hadise gerek yoktur” düşüncesinin temeli de ortaya çıkmaktadır. Çünkü deist’lere göre akıl ve mantık her şeyin başı ve anahtarıdır, dine ve peygambere ihtiyaç kalmamaktadır.
2- Dinsiz ve zalim Kominizmin fikir babası Karl Marx’ın “Das Kapital” kitabını bir nevi Kur’an tefsiri sayanları kutlamakta, hatta hızını alamayıp “CEBRAİLsiz KİTAP” diye övgüler yağdırmaktadır. (Bak:2cilt, sh.147)
Riyad Üniversitesi Usuliddin Fakültesinin hazırladığı bir kitapta:“Şuyü’iyyetül-Mal ven-Nisai indel Karmita- Karmatilerde mal ve kadınların komünistçe ortak kullanımı” tespitlerine şiddetle karşı çıkan Yaşar Nuri kominizmi ve koministleri savunmaya kalkışmaktadır. (Bak:1cilt, Sh.80)
Oysa Kominist rejimlerde belki resmen ve hukuken “kadınların ortak” kullanılması şart koşulmamıştır, ama fikren ve fiilen bu durum tabiatıyla ortaya çıkmış, özellikle işçi-memur kesiminde ve komün sisteminde yaygın biçimde yaşanmıştır. Kominist artığı ülkelerde, fabrika ve çiftlik tuvalet ve banyolarında Kadın-Erkek ayırımı yapılmadığını ve aralarına duvar-perde konulmadığını gösteren örnekler hala durmaktadır. Kaldı ki Kominist-Maoist ve Darwinist Abdullah Öcalan’ın “Nasıl Yaşamalıyız?” kitabında en az yirmi yerde “Kürt kadınlarının bir kişinin nikahında bağımlı olmaktan kurtarıp, cinsi serbestlik ve özgürlüğe kavuşturulmaları gerektiği” devrimin başarısı için şart koşulmaktadır.
3- Bizce de çok muhterem ve en önde gelen sahabilerden Ebu Zer (R.A.) Hz.lerine sahip çıkıyor görüntüsüyle, Yaşar Nuri, başta Raşit Halifelerden Hz. Osman (RA) ve diğer sahabilerin büyük kesimine, hiç utanmadan hakaretler yağdırmakta (Bak: 1cilt, sh.115) ve böylece bu Dinimin temel kaynağı olan ayet ve hedisleri bize taşıyan mübarek zevat aleyhine kuşku bulutları oluşturmaktadır. Ve yine Sahabeden Ebu Hureyre (RA) Hazretlerini “Emevi şakşakçısı ve Yahudi yalakası” diye suçlayıp saçmalamaktadır. (Bak: 1cilt, Sh. 323)

Bu sözde müslüman olan , ama gerçekte gizlenmiş sebatayist yahudi olan ; yamuk ve yalaka ulema takımı her tarafta aynıdır.
Neyi nerede bulacağız, neyi soracağız? En güzeli bunları heryerde ifşa edeceğiz.Sonrada acil tedbirleri alacağız.
Dostumuz dediğimiz hain olmayan bile , onların eline düşünce , menfaati için hain oluyor. hizmet kuşu mu olmuş , yıksa insan görünümünde akbabamı  olmuş anlamak güç..
“Ey insanlık başıboş değilsin. Ucu hepimize dokunsa da . Kâinat sahibinin celâli bir gün cemâlini elbet yakalar.
ADD,SEV-ÇEV-ÇYDD DERNEKLERİ ;Atatürkçülük adı altında PROTESTAN (hırıstyan) MİSYONERLİĞİ YAPIYOR .
 ADD,SEV-ÇEV-ÇYDD DERNEKLERİ ;Atatürkçülük adı altında PROTESTAN (hırıstyan) MİSYONERLİĞİ YAPIYOR .

Derneklerin yönetim kurumlarında Emekli büyük elçiler ve generaller var! Genel kurmay başkanlığı özel kuvvetler komutanlığı açıklıyor ; Bu misyoner(ADD,SEV,CEV,) faaliyetlerini irtica ile mücadele maskesi altında  PROTESTAN (hırıstyan) MİSYONERLİĞİ YAPIYOR .

Şu üç Sivil Toplum Örgütü, Avrupa Birliği’nden ‘Hibe’ almışlardır: Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV), Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD). Şimdi bunlardan SEV’i biraz yakından tanıyalım:

SEV, Sağlık ve Eğitim Vakfı

Fahri Başkan: Şevket Sabancı; Mütevelli Heyeti: Yaşar Yaşer (Başkan), Sema Gökçen (Başkan Yardımcısı), Mete Akyol, Josef Amado, Ceyda Aydede, Prof. Dr. Mustafa Aysan, Örsçelik Balkan, Tarık Bozbey, Gülsen Çapa, Şükran Çelebi, Candan Çilingiroğlu, K. Erhan Dumanlı, Muhteşem Ekenler, Dilek Erzik, Kenneth Frank, Hasan Güleşçi, Tülay Güngen, Mehmet Gür, İlter H. Gürel, Esin Hoyi, Oktay İşcen, Bülent Kalpaklıoğlu, Feyhan Kalpaklıoğlu, Hazım Kantarcı, Prof. Dr. Ahmet N. Koç, Prof. Dr. Sedefhan Oğuz, Prof. Dr. Zeynep İ. Önsan, İbrahim Paksoy, Yılmaz Poda, Demir Sabancı, Naci Sığın, Tamer Şahinbaş, Ejide Tanık, Prof. Dr. Aykut Toros, Sait Tosyalı, Prof. Dr. İlter Turan, Yrd. Doç. Dr. Engin Ünsal, Füsun Üstün, Dr. Warren H. Winkler, Mehmet Yaltır.

Onursal Mütevelliler: Zeliha Dural, Anna G. Edmonds, Burhan Karaçam, Johannes Meyer, Sevindik Özev, Sevim Öztahtacı, Harold Schoup, İstemihan Talay, Müjde Tekil, Berin Tümer.

Yönetim Kurulu: Tamer Şahinbaş (Başkan), Prof. Dr. Serdar Küçükoğlu Sait Tosyalı, Ceyda Aydede, Şebnem Day, Esin Hoyi, İbrahim Paksoy, Prof. Dr. Sedefhan Oğuz, Prof. Dr. İlter Turan.

Projenin Adı: İşten Eve Sağlık: Genç İşçiler ve Eşleri İçin Cinsel Sağlık Eğitim ve Bilgilendirme Merkezi
Tarih: 03.04.2006

AB’den Aldığı Para: 191.000 Avro
Açıklama: 2005 yılının başında, Üsküdar Gazetesi sahibi Adnan Odabaş, gazetesinde, ‘Bağlarbaşı’nda Misyoner Okulu’ ve ‘Başbakan’a Misyoner Komşu’ başlıklı iki haber yazdı. Adnan Odabaş, bu haberlerinde şu bilgileri veriyordu:

* SEV (Sağlık ve Eğitim Vakfı) ile Prof. Dr. Türkan Saylan’ın başkanlığını yaptığı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYD) işbirliği içindedirler.

* SEV, Dünya Kiliseler Birliği’ne bağlı Amerikan Board ile ilişkilidir, aynı binada çalışmaktadırlar. Amerikan Board’un bünyesinde bulunan Protestan Kilisesi, 1830 yılından beri Türkiye’de faaliyet göstermekte ve emrindeki Bible House (İncil Evi) Şirketi ile misyonerlik faaliyeti yürütmektedir.



* SEV, Türkiye’de Protestan misyonerliği yapmaktadır.

Adnan Odabaş’ın Üsküdar Gazetesi’nde çıkan bu haberleri üzerine SEV mahkemeye başvurdu ve Üsküdar 4. Hukuk Mahkemesi’nde dava açarak Adnan Odabaş’tan 30 milyar TL. manevi tazminat talep etti. Mahkeme, MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı)’den bilgi istedi. Olaylar şöyle gelişti:

* 2 Mayıs 2005 tarihinde MİT, mahkemeye gönderdiği yanıtta, Amerikan Board’un İncil Evi (Bible House) Şirketi aracılığıyla Türkiye’de Protestanlığın yayılması için uğraş verdiğini doğruladı. MİT, Mahkemeye gönderdiği raporunda; Üsküdar SEV İlköğretim Okulu, Üsküdar Amerikan Lisesi, İzmir Amerikan Lisesi, İzmir SEV İlköğretim Okulu, Tarsus Amerikan Lisesi, Tarsus SEV İlköğretim Okulu ve Gaziantep Amerikan Hastanesi’nin Amerikan Board ile bağlantılı olarak çalıştığını da bildirdi. MİT’in Mahkemeye gönderdiği raporda, son yıllarda mülk edinmeyen Amerikan Board Heyeti’nin tasarrufu altındaki mülklerini de SEV’e devrettiği ve faaliyetlerini SEV aracılığıyla yürüttüğü bilgisi de yer almaktaydı.

* MİT’ten gelen bilgileri değerlendiren Üsküdar 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, 12 Aralık 2005 tarihinde verdiği kararda, SEV’in 30 milyar TL. tazminat talebini reddetti.

* Mahkeme kararını değerlendiren Üsküdar Gazetesi sahibi Adnan Odabaş şunları söyledi: “Gazetemizde yer alan haberlerin hepsi MİT raporuna ve Tapu Kadastro Müdürlüğü’nden aldığımız belgelere dayanmaktaydı. SEV, bunların yalan olduğunu iddia ediyordu. Haklılığımız mahkeme kararıyla ortaya çıktı.” Adnan Odabaş, SEV’in, Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ile ilişkisi olduğunu da anlattı ve şu çarpıcı açıklamayı yaptı: “Bunlar hep birlikte çalışıyor. Bunlar 20 Nisan 2001 tarihli MİT Raporunda sabittir.”

* Adnan Odabaş’ın Nisan 2005’de bir kitabı çıktı: ‘Dikkat Misyoner Geliyor’. Bu kitapta şu bilgiler yer almaktaydı: 1. Yaşar Yaşer’in başkanlığını yaptığı SEV (Sağlık ve Eğitim Vakfı) ile eşi Gülseven Yaşer’in başkanlığını yaptığı ÇEV (Çağdaş Eğitim Vakfı), birlikte çalışmaktadırlar. 2. Başkanlığını Gülseven Yaşer’in yaptığı ÇEV, deprem bölgesinde eğitim ve öğretim evi projesi hazırlayarak Amerikan Board’dan parasal yardım talebinde bulunmuştur. 3. Başkanlığını Prof. Dr. Türkan Saylan’ın yaptığı ÇYDD, Atatürk ilke ve inkılaplarını kalkan olarak kullanıp, birçok kişi ve kuruluştan yardım adı altında para toplamış, ilgili bakanlıklardan izin almaksızın yurt dışından parasal yardım almıştır. ÇYDD başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan, Hıristiyan kökenlidir.

Şimdi, buraya kadar anlatılanları kısaca özetleyelim:

• SEV, Türkiye’de Hıristiyan Protestan misyonerliği yapmaktadır.

• ÇYDD, SEV ile birlikte çalışmaktadır.

• ÇEV de SEV ile birlikte çalışmaktadır.

• SEV ile birlikte Türkiye’de Hıristiyan Protestan misyonerliği yapan ÇEV, aynı zamanda bir deprem projesi için de Amerikan Board’dan para yardımı istemiştir.

• ÇEV’in para yardımı istediği Amerikan Board, Dünya Kiliseler Birliği’ne bağlıdır. Amerikan Board’un bünyesinde bulunan Protestan Kilisesi, 1830 yılından beri Türkiye’de faaliyet göstermektedir ve emrindeki İncil Evi (Bible House) Şirketi aracılığıyla misyonerlik faaliyeti yürütmektedir.

Şimdi, bir de ÇEV (Çağdaş Eğitim Vakfı)’nın Yönetim Kuruluna bir göz atalım:

ÇEV, Çağdaş Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu:

- Yönetim Kurulu Başkanı: Gülseven Yaşer

- 2. Başkan: (E) Org. Şener Eruygur

- Yönetim Kurulu Üyeleri: Prof. Dr. Nur Serter, Prof. Dr. Necla Ara, Pınar Tünenç, (E) Tuğgeneral İdris Koralp, Yusuf Güsar, Leyla Pekcan.

20 Nisan 2001 tarihli MİT raporunda Protestan Misyonerliği yaptığı kesinleşmiş Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV)’in 2. Başkanı (E) Org. Şener Eruygur, 25 Haziran 2006 tarihinden beri Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)’nin Genel Başkanıdır!

20 Nisan 2001 tarihli MİT raporunda Protestan Misyonerliği yaptığı kesinleşmiş Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV)’in Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Nur Serter, 25 Haziran 2006 tarihinden beri Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)’nin Genel Başkan Yardımcısıdır!

Şimdi ADD üyelerine dönüp soruyoruz:
Siz bu durumu içinize sindirebiliyor musunuz?


ROBERT KOLEJ UĞRUNDA BİR ÖMÜR
ÇEVİREN : AYŞE AKSU

Kurucusunun kaleminden Robert Kolej'in ortaya çıkış öyküsü...

Robert Kolej kurucusu Amerikalı misyoner Cyrus Hamlin'in bütün hayatını içtenlikle kaleme aldığı ve yaklaşık otuz beş yılını geçirdiği İstanbul'u, oradaki okul mücadelesini, ilk öğrencilerini, gördüğü tepkileri, Avrupa ve Amerika'daki kolej dostlarını anlattığı bu hatırat; aslında, satır aralarında bize dair keşfedilmeyi bekleyen pek çok gerçeği bulabileceğiniz tarihî bir vesika hükmünde. Bütün bu yönleriyle bu çalışmanın modern Türk eğitim tarihi araştırmalarına önemli bir katkı, yabancı okullar konusuna merak salan kişiler için bir başucu kitabı, her kesimden Türk insanının Robert Kolej'le ilgili okuyabileceği Türkçe müstakil iki eserden biri olduğunu söylemek mübalağalı olmaz.
KİTABA İLAVELER :
1839’da İstanbul’a gelen Hamlin, kısa süre içinde Bebek’te bir teoloji okulunun temellerini attı. Açtığı okula devam edenler büyük ölçüde Ermeni gençleri idi. Bu durum doğal olarak Ermeni Patrikhane’sini ve Rusya’yı harekete geçirdi. Ermeni Patrikliği, Katolik misyonerlerden sonra Protestanlık faaliyetlerinin etkisiyle cemaat üyelerinin ciddi bir bölünmeye maruz kalacağından tedirginlik duyarken, Rusya da Protestanlığın imparatorluk içinde güç kazanmasının doğal olarak İngiltere’nin etkinliğini arttıracağı kanısındaydı

. Esasen Rusya’nın bu konudaki öngörüsünün çok da yanlış olduğu söylenemez. Rusya bu konuda dünya Ermenilerinin liderliğini yapan Ecmiadzin Katogigoksluğu ve İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi nezdinde girişimlerde bulunmuştu. Patrikhanenin, Ermeni öğrencileri Bebek’teki ilahiyat okuluna devam etme konusunda caydırma teşebbüslerinden en etkilisi, geniş kapsamlı bir afaroz ilanıdır7. Bu yaptırıma maruz kalan cemaat üyesinin, topluluğun diğer bireyleri ile tüm ilişiği kesilmekteydi. Zaman zaman yayınlanan bildirilerle Protestan mezhebine geçen kişilerin cenaze, düğün gibi cemaat içi uygulamalardan mahrum bırakılacakları ilan edildi. Daha da ileri gidilerek Protestanlığa geçen Ermenilere borcu olan diğer cemaat üyelerinin borçlarının düşürüldüğü, bu kişilerden alışverişin yasaklandığı durumlar da vakidir8.
İşte bu ve benzeri yaptırımlar Hamlin’i, Protestanlığa geçen ya da okulun seminer programına devam eden Ermeni öğrencilerin ve ailelerinin geçimlerini düşünmeye sevk etti. Hamlin, okulun devamlılığının ancak bu ailelerin ekonomik sıkıntılarına çözüm üretebildiği oranda mümkün olacağını fark etti

. Bu bağlamda önce Board ile yazışmalar yürütmüş, okula devam eden öğrencilerin ailelerine yardım yapılmasını istemiş, hiç olmazsa öğrencilerin giyim-kuşam ve beslenme gibi acil ihtiyaçlarının tedarikini talep etmişti9. Bu konularda beklediği desteği göremeyince, okulda bir atölye kurmaya, burada öğrencilerine bazı meslekler öğreterek onları üretime sevk etmeye ve böylelikle de zaruri ihtiyaçlarının bir kısmını temin etme konusunda destek olmaya karar verdi. İlginçtir ki çağının hayli ilerisinde olan bu teşebbüs, destek bulmak bir yana, Amerika’daki Board merkezinin tepkisi ile karşılaştı. Board idarecileri Hamlin’i, öğrencileri dünyevileştirmekle itham ettiler10. Onlara göre Hamlin, acilen Protestanlık faaliyetleri için Anadolu’da görev alacak ve Ermenilerin gerçek Hıristiyanlıkla tanışmasına ortam hazırlayacak öğrenciler yetiştirmeli ve bu öğrencileri dünyaya bağlayacak ya da ruhbanlığa alternatif teşkil edecek bir takım zanaatkarâne işlere yönlendirmemeliydİ.

ROBERT KOLLEJİ HAKKINDA YAZILANLAR :
Bir Protestan OkuIu II. Mahmud devrinde, 1839′da İstanbuI’a ayak basan ABD’Ii misyoner ve eğitimci Cyrus HamIin, Türkiye’de bir Protestan okuIu açmak için koIIarı sıvadı.
 OkuIu New York’Iu Mr. Christopher Robert finanse ediyordu. 1863′te faaIiyete qeçen Robert KoIej Amerika BirIeşik DevIetIeri sınırIarı dışında kuruIan iIk Amerikan okuIu oIdu.
Robert KoIej’e iIk Türk 1881’de qirdi. 1882′deki 232 öğrencisinin kökeni, OsmanIı İmparatorIuğu’nun yapısını da yansıtıyordu:
 89 BuIqar, 85 Ermeni, 28 Rum, 7 Türk ve 23 diğer uIusIardan. Casus yuvası mıydı?
“Türkiye ve Dünyada CasusIar” isimIi kitabın yazarı araştırmacı Aytunç AItındaI, yapıIan bir söyIeşide şöyIe demektedir: “Robert KoIeji’nin kuruImasında büyük casusIukIar yaşandı.
HamIin AiIesi, Protestan HıristiyanIığı, OsmanIı toprakIarında yayqınIaştırmak için çok yoğun bir faaIiyet sürdürmüştü. O dönemde bu okuIda öğrenci oIan MüsIüman qençIerden bazıIarı, bu tuzağına düşerek Hristiyan oImuşIardı. Robert KoIej, ayrıca OsmanIı’daki AmerikaIı, İnqiIiz ve Rum casusIarın da yuvası oImuştu.
Birçok casus, bu okuIda öğretmen kisvesi aItında faaIiyet qöstermişti”. Seçkin birçok insanın yetiştiği bu qüzeI okuI için söyIenen sözIer ağır qeIse de istihbari faaIiyetIerde her vasattan faydaIanıIdığı da bir qerçek. OkuIIar da istihbari faaIiyetIer açısından mükemmeI bir korunak.
SoIa kitakse! Nitekim KoIejIi, tanınmış köşe yazarı Enqin Ardıç, 17.12.2005 tarihIi, ‘SoIa kitakse!’ başIıkIı köşe yazısında şöyIe söyIüyor:
 “…bizim A sınıfına CharIes GiIchrist qeIirdi. ÖImüştür herhaIde, toprağı boI oIsun, savaş yıIIarında SOE, yaniİnqiIiz ÖzeI Harekat Dairesi’nin ajanı oIarak komandoIuk yapmıştı, qörev böIqesi Yunanistan, uzmanIık aIanı da köprü uçurmak ve daha önce de nöbetçi AIman askerinin qırtIağını çıt çıkarmadan jiIetIe kesmek.
 …Bayan Mary, Doğan Nadi’nin eşi, …savaş yıIIarında OSS ajanıymış!
 …’Office of Strateqic Services’, yani ‘WiId BiII’ namıyIa maruf WiIIiam Donovan’ın kurduğu, FBI’ya bağIı oImayan iIk Amerikan dış istihbarat ve harekat örqütü.
 …Gene çok sevqiIi hocaIarımızdan biri oIan HiIary Sumner-Boyd’un da MI5 ajanı oIduğunu.
…Son Robert KoIej başkanı John Scott Everton’un CIA ajanı oIduğunu biIiyorduk.


KADİR MISIROĞLU'NDAN 

ROBERT KOLEJİ HAKKINDA ŞOK

 AÇIKLAMALAR :

Robert Koleji, Papaz Cyrus Hamlin ve Christopher Robert adında iki Amerikalı tarafından kurulmuştur. Cyrus Hamlin'nin hatıratında Robert Koleji'ni kurmak için Rumeli Hisarı tepesinin seçilmesinin sebebi olarak; "Fatih'in Istanbul'u fethe buradan başlamış olması" gösterilmektedir. Yani amaçları, Fatih Sultan Mehmed'in (radıyallahu anh) Islam yaptığı toprakları geri almaktır. Düşman buna göre çalışıyor ve artık "düşman" hüviyetiyle değil, "dost" hüviyetiyle karşımızda.

Işte bu maksada hizmet eden Robert Koleji'nin mezunları arasında kimler var bakalım:

M. Kemal Atatürk'ün Türk Dil Kurumu'nun ilk Genel Sekreteri yaptığı ve dilimizi dilim dilim eden Ermeni Agop Martayan (Dilaçar). M. Kemal Atatürk'ün yakın dostu Kılıç Ali'nin oğlu Altemur Kılıç. Yahudi asıllı felsefeci Seyla Benhabib. Bülent Ecevit, Rahşan Ecevit, Rahmi Koç, Atatürkçü yazar Sina Akşin, Mason olduğu bilinen ve Emek Sineması'nın açılışında; "Sahnesinde Namaz kılınacaksa hiç açılmasın daha iyi" diyen Zeki Alasya, Orhan Pamuk, Jan Nahum, Sabetayist İsmail Cem, Tansu Çiller, Dani Rodrik, Rona Yırcalı, Abidin Dino, vs. vs.







İSTANBUL'DA 50 YIL  (ROBERT 

KOLEJ HATIRALARI )
YAZAR : GEOGE WASIIBURN

Osmanlı Devleti içerisinde asırlarca sulh ve sükûn içinde yaşamış Bulgar, Ermeni ve Rum milletlerinin ayaklanmalarında ve devleti parçalamalarında yabancı misyoner okullarının büyük etkisi olduğu iddia edilir. Gerçek aktörlerin bu kişilerin hemen yanı başında bulunan, onları kendi veya bağlı oldukları örgütlerin istediği istikametlere yönlendirebilen, hemen hemen hepsi gayrimüslim olan ve ülkedeki yabancı kolejler ve okullarda özel olarak yetiştirilen tercümanlardan oluştuğu belirtilir. Bu tercümanların ve ülkedeki azınlık fikir, ideal ve düşünce adamlarını yetiştiren okulların başında da 1860'larda kurulan Amerikan Robert Kolej'in ismi zikredilir.

Robert Kolej Amerika sınırları dışında kurulan ilk Amerikan okuludur. Okuldan, 1863'te açılışından itibaren ilk kırk sene içinde mezun olan 436 öğrenciden 195'i Bulgar, 144'ü Ermeni, 76'sı Rum, 14'ü İngiliz, 3'ü Alman ve sadece 1'i Türk'tür.
Bulgar isyanlarına bu okul mezunu gençlerin liderlik ettiği bilinen bir husustur. Okulun, dış güçlerin bir üssü ve ajan yuvası haline geldiği iddialarının arkası ise hiç kesilmemiştir.

Ayrıca, Türkiye'nin basın, yayın, sanat, siyaset, ekonomi... vitrininde bu okul mezunlarının yoğun bir şekilde yer alması hep dikkat çekegelmiştir...

Peki, bu iddialardaki doğruluk payı ve okulun gerçek kuruluş amacı nedir?
Elinizdeki kitap bu soruların cevabını bulmamıza oldukça yardımcı olacak.
Okulun Kurucu Başkanı Cyrus Hamlin, ikinci başkanı ise kitabın yazarı George Washburn'dür. Aynı zamanda Hamlin ailesinin damadı olan George Washburn, 1865'ten 1903 yılına kadar okulda görev yapmıştır.

İsmi pek çok spekülasyonla birlikte anılan Robert Kolej'in kuruluş ve gelişme yıllarının en önemli şahidi -kayınbiraderi Cyrus Hamlin'le birlikte- George Washburn'dir.

Okulun geçmişi ile ilgili ağır iddialar, Washburn'un formasyonu ve üstlendiği görevler "İstanbul'da 50 yıl - Robert Kolej Hatıraları"nı satır aralarıyla birlikte dikkatle okunmasını gerekli kitaplar arasına sokuyor.


İSTANBUL DA ELLİ YIL R0BERT KOLEJ  HATIRALARI

Bulgar, 144'ü Ermeni, 76’sı Rum, 14’ü İngiliz, 3’ü Alman ve sadece 1 i Türk’tür.
Bulgar isyanlarına bu okul mezunu gençler liderlik ettiği bilinmektedir. Okulun, dış güçlerin bir üssü ve ajan yuvası haline geldiği iddialarının arkası ise biç kesilmemiştir.
Ayrıca, Türkiye’nin basın, yayın, sanat, siyaset, ekonomi... vitrininde bu okul mezunlarının yoğun bir şekilde yer alması da hep dikkat çekegelen hususlardan olmuştur.
Bu iddiaların doğruluk payı nedir?Elinizdeki kitap bu soruların cevabını bulmanızda oldukça yardımcı olacak.
Okulun Kurucu Başkanı Cyrus Hamlin’dir. Okulun ikinci başkanı ise kitabın yazarı George Washbum’dür. Aynı zamanda Hamlin ailesinin damadı olan George VVashbum 1865-1868 yılları arasında Robert Kolej’de öğretmenlik yaptıktan sonra Amerika’ya dönmüş, bir yıl sonra 1869’da mütevelli heyeti ta­rafından yönetimi ele almak üzere tekrar İstanbul’da görevlendirilmiştir. Mayıs 1872’de okul müdürlüğü, 1877 yılında da Baş­kanlık görevini devralmıştır. Washbum bu görevini 1903 yılına kadar sürdürmüştür.
Pek çok spekülasyonla birlikte ismi geçen Robert Kolej'in kuruluş ve gelişme yıllarının en önemli şahidi, kayınbiraderi Cyrus Hamlin’le birlikte George Washburn’dir.
Okulun geçmişi ile ilgili iddialar, Washburn’un formas­yonu ve üstlendiği görevler “İstanbul’da 50 Yıl - Robert Kolej Hatıraları”mn satır aralarıyla birlikte dikkatle okunmasını gerekli kılıyor.
Meydan YayıncılıkÖNSÖZ
Bu  kitap Robert Kolej’li bir çok arkadaşın isteğiyle yazıldı.
Kolej’in kuruluşundan 1903 yılına kadar geçen kırksekiz yıllık Kolej tarihini yeniden canlandırıyor. Şahsî hatıraları seçtim, çünkü o zamanki olayları ve kişileri bana göründükleri gibi serbestçe yazabilmem için tek yol buymuş gibi göründü. Kolej’in yönetimini tehlikeye atmadan veya düşüncelerimden ve yaptıklarımdan dolayı sorumlu tutulmamaları için de böyle bir yol daha doğruymuş gibi geldi.
Amacım elimden geldiğince Kolej’in tarihini yazmaktı. An­cak Kolej’in bu yıllar süresince İstanbul’daki portresini çizebil­mek, kişilerin ve olayların arka planını detaylarıyla bilmeden yapılamaz. Bu tip bir çalışma Kolej’in Amerika’da bilinen tari­hinde de yer almamış olabilir. Türk împaratorluğu’nun son dönemlerini ayrıntılı bir biçimde anlatarak arka planı resimden daha çekici hale getirmek iyi bir tarz olarak görünmese de, bu kitabın giriş bölümü, son elli yılda yaşananlara bir bakış açısı getirecek, İstanbul’daki son devrime neden olan olayları anla­mamıza da rehberlik edecektir.İÇİNDEKİLER
BİRİNCİ BÖLÜM
ROBERT KOLEJ İN KURULMASI ____ 33
Bay Robert’in İstanbul'da Robert Kolej’in kuruluşuyla ilgilenmesi - Baylar Dwight - Dr. Hamlin Bay Robert’e katılmaya davet ediliyor - Sitenin satın alınması - Kolej’in mütevellilerinin New York’ta oluşturulması - Türk Hükümcti’nin karşı çıkması - Bay Morgan ve Amiral Farragut’un imparatorluksan bir kısım imtiyazlar almaları
Kolej’in ismi - Dinî statüsü - Dili - Görülecek dersler - İki profesö­rün istifası - Kolera salgını - Yeni öğretmenler - Burs alanlar - Su­riyeli Protestanların Beyrut’ta kolej açmaları - Galatasaray Lisesi - Hisar'daki binanın inşaı - Dr. Hamlin ve Bay Robert
Dr. Hamlin’in Hisar'daki binanın inşama kendini vermesi -Kolejdeki Bulgarlar - Profesör Park, Smith ve Hitchcock’un ziyaretleri - Kendi yağında kavrulma - Bay ve Bayan Robert’in ziyaretleri - Generel Shcridan’m ziyareti - Tifo salgını - Kolej'in Rumeli Hisarı'na nakli 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Dr. Hamlin Amerika’ya gitmek için ayrılıyor - Türkiye’deki Fran­sız etkisinin azalması - Kolera salgını - Yeni yerlerin alımı -Ah­met Vefık Paşa - Profesör North’un General Shcrman’ın ve Teğmen Grand’ın ziyaretleri - Dayak cezası - Benim yönetici olarak koleje atanmam - Dr. Hamlinin Amerika’dan başarısız para bulmB dene­meleri - Jeolojik çalışmalar.
KOLEJİN BEBEK’TE AÇILMASI
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
BEBEKTEKl SON İKl YIL 1869-1871 64
KOLEJ İN GELİŞMESİ (1872-1873)
Kolej'in genişlemesi - Dr. Long ve bay Grosvenor’un profesör olarak atanmaları ve bay Djedjızian'm yardımcı profesör olarak atanması - Geçici çalışma salonlarının inşaı - Irkî çatışmalar -Türk komşuları­mız - Ingiliz deniz subaylarıyla Kriket maçı -Tarihçi bay Bancroft'un ziyareti - Niye son sınıf yok.
KOLEJİN DOKUZUNCU YILI............................................................82
DİNİ SORUNUR 1873-1874----------------------------------------------107
Kolej'in dinî çalışmaları - Emıeniler'den kaynaklanan soranlar -Ko­nuyla ilgili yazışmalar - Gazetelerden Koleje yapılan saldırılar - Bü­yük kar fırtınası - Yeni ders araç gereçleri.
YEDİNCİ BÖLÜM
BAY ROBERTİN ZİYARETİ 1874-1875...-............................119
Politik tahrikler - Bulgaristan’ı ziyaretim - Kışkırtıcı hareketler -Bay Robert Kolejde altı ay geçiriyor - Horace Maynard ‘ın elçi olarak atanması - Yapılan dersler - Yoğun Linguistik çalışmaları SEKİZİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE'DEKİ SİYASİ KRİZ 1875-1876........................................129
Kriz Koleji nasıl etkiliyor - Bulgaristan'da Hıristiyanlar’ın karşılaş­tığı felaketler - Abdülaziz'in tahttan indirilmesi ve ölümü - Sultan Murad'ın tahttan indirilmesi - Sultan Abdülbamid Han -Sırbistan ve Karadağ ile savaş - Bulgaristan'da yaşanan felaketler dünya kamu­oyu tarafından nasıl öğrenildi? - Mithat Paşa ve Sir Henry Eliot - Dr. Coe' nin ziyareti - Amerikan savaş gemisinin gelişi DOKUZUNCU BÖLÜM
RUS TÜRK SAVAŞI 1876-1877..................................................... -144
Avrupa Konferansı - Lord Salisbury - İlk Türk Parlamentosu -Rusya ile savaş - Vahşet · Mithat Paşa'nm düşüşü - Sir Henry Layard - Kolej’in kapanma sorunuyla karşı karşıya kalması - Rum bölümüONUNCU BOLÜM
RUSLAR SAN STEFANODA (YEŞİL KÖY) 1877-1878.........1 5 6
Bay PanaretofT ‘un profeaör olarak Koleje atanması - Ruslar San Stefano’da - General Skobellef - Ingililiz Donanması Istanburda - Berlin Antlaşması - Dr. Long Kolejde başkanlık yapıyor - Dr. Ham­lin Bangor'da
BAY ROBERTİN ÖLÜMÜ 1878-1879__________________________166
Bay Robert Koleje ne bıraktı? - Benim müdür olarak atanmam - Bay Van Millingen Profesör olarak atanıyor - Kolej’in ilk katalogu - Rl Hon W. E. Foreter ve Mathew Arnold - İstanbul'daki Ermeni Üni­versitesi için Amerika’da para toplama girişimleri - Bulgaristan’ın Anayasayı kabulü ve prens seçimi ON İKİNCİ BÖLÜM
SAVAŞTAN SONRA 1879-1880....................................... .....-.177
Amerikan Deniz Kuvvetlerine ait Wayoming Kruvazörü’nün Karadeniz'de dolaşması - Kolejdeki hayat - Bulgaristan ve Doğu Ru­meli ile olan ilişkilerimiz - Bay Groshen’in özel görevi -İstanbul'un güvensiz durumu - Bir Kolej çalışanının öldürülmesi - Dr. Hamlin İstanbul’a dönmesi için davet ediliyor
 ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
AMERlKA’DA İKİ YIL 1880-1882...................................  186 Türkiye ve Bulgaristan’daki politik durum - Prens Aleksander-Dip- loma töreni — Amerika'daki çalışmalarım ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM
YİRMİNCİ YILIN SONUNDA KOLEJ 1882-1884..............................196
Bay Bryce - Lord Granville ve Mısır sorunu - General Lew Wal- lace ve onun aynı sorunlarla olan ilgisi - Lord Dufferin -Havarilerin öğretileri - Rusya ve Bulgaristan - Kolej’in şartlan -Profesör Eüuo.ONBEŞİNCİ BOLÜM
BULGARİSTAN DA BÜYÜK. KRİZ 1884-1886...........  206
Dr. Long'uo Amerika’yı ziyareti - Bayan Washburn ve Bulgaristan’da geçirdiğim iki ay - Philippopolis devrimi - Edvin Pears - Sir William White ve Bay Nelidoff - Ingiliz Büyükelçisi Sir Edward Tbornton - Amerika'lı elçi Samuel S.Cox ON ALTINCI BÖLÜM
PRENS ALEKSAN DERT N
TAHTAN UZAKLAŞTIRILMASI 1886-1888.........    216
Rusya’nın Prens Aiexander’in tutuklanmasını ve tahttan indirilmesini sağlaması - Bay Stambouloff - Prens Ferdinand -Kolej’in genişletil­mesi - Rahip Dr. Artur Brooks’un ziyareti -Amerikalı elçi Bay Os- car Strauss - Bay ve Bayan John S. Kennedy ve London Times'dan Bay Walter'ın ziyareti - Kuruluş günü.
ON YEDİNCİ BÖLÜM
ERMENİ VE BULGAR MESELELERİ 1888 1890-............  226
Profesör Arı dersen'un atanması - Ermeni sorunu - Rusların Bulgaristan'da (evirdiği entrikalar - Yeni binaların projeleri -Profesör Grosvenor’un istifası - Politik ajitasyonların etkisiyle demoralize olmak.
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM
AMERİKA'DA BİR BAŞKA İKİ YIL 1889-1891 ..............................235
Yeni bir bina için para toplama girişimleri - Bay Stead Robert Kolej’de - Florida’da kış - Bay Blaine ve Türkiye ile antlaşma - Mineapolıs'te Amerikalı kuruluşların toplantısı - Para bulmak için denen çeşitli yollar ONDOKUZUNCU BÖLÜM
KOLEJDEKİ TADİLATLAR 1890-1892..........  244
Kennedy Lodge Müdürevi olarak inşa ediliyor - Sansür - Bay Cham- berlaine - Sir William White'ın ölümü - İngiliz Büyükelçisi Sir Phi­lip Currie - Htistiyan toplumunun genç erkekleri - Dinler Parlamen­tosu - Seçmeli dersler sorunu - Yeni bilim binasının tamamlanması - Bay Ormiston’un profesör olarak atanmasıYİRMİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE ZOR ZAMANLAR 1892-1894......................................253
A. W. Terrell, Teksaslı bir Amerikan elçisi - Büyük Vezir (Sadra­zam) Robert Kolej'de - Profesör Van Milingcn’in karısının Ölümü - Kolej’in derslerinde yapılan düzeltmeler ve iyileştirilmeler - Şika- go'daki dinler parlamentosu - İstanbul’da büyük bir deprem - Bayan Hart’m bayan gürevli olarak okula atanması YİRMİBİRİNC! BÖLÜM
MÜTTEVELİT HEYETİNİN YENİDEN DÜZENLENMESİ 1894-1896..........     ™ ........  ...262
Ermeni sorunu - İstanbul’da yasanan ilk felaketler - İngiltere ne yap­mada başarısız oldu? - Prens Ferdinand'ın ve Piskopos Potter'ın zi­yaretleri - Rum Öğrencinin öldürülmesi - Burslular YİRMİİKİNCİ BÖLÜM
İSTANBUL’DA BÜYÜK OLAYLAR 1896-1897..................  272
Kolejde heyecan - Türk askerlerinin gece yarısı gelişi - Sir Michel Herbert - Mısır'da kış - Yunanlılar ile savaş - Güçlerin Girit’i işgali YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KOLEIDE YAPILAN DAHA İLERİ
BOYUTTAKİ DEĞİŞİKLİKLER 1897-1899........................................ 280
Yeni mütevelli heyetinin koleji genişletmek için aldığı tedbirler - Ba­yan Stokes ve Theodorus binaları - Vasiyet - Rektör Angett Ameri­kan elçisi - Sir Nicholas O ‘Connor - İspanya savaşı - Atletizm ku­lübü - Su tedarik edilmesi - Lord Rosebury - Sir Wi!liam Ramsey Robert Kolej'de YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
DR- HAMLİN’İN ÖLÜMÜ 1899-1901.................................................290
Mütevellilerden önemli işler - New York’ta misyoner konferansı - Bay Lybyer in profesör olarak atanması - Dr. Hamlin'in ani ölümü - Bulgaristan Paris Toplantı'sında - Amerikan Maslahatgüzarı Bay Lloyd Griscom - Rum patriğinden mektupYİRMİ BEŞİNCİ BOLÜM
YENİ PROFESSÖRLER VE YENİ BİNALAR 1901-1902_________300
Dr. Long ‘un ölümü - Makedonya - Bayan Stone’ un kaçırılması - Başkan McKioley'e suikast - tkiyüz elli Amerikalı ziyaretçi - Bay W.S. Murray, Bay G. S. Murray, Dr. C.W.Ottley ve Dr. George Manning’iû Profesör olarak atanmaları - Türk ve Alman bölümleri - Thedorus binasının hizmete girmesi YİRMİ ALTINCI BÖLÜM
BENİM MÜDÜRLÜKTEN İSTİFAM 1902-1903.........   ~308
Başkan Roosevelt ve Dış İşleri Bakanı Hay - Bay Leisman’m Türk hükümetiyle yaşanan önemli sorunları çözmesi -Makedonya 'daki sorunlar - Jimnastik salonu ve profesörlerin evleri - Dr. Coe’nin ziyareti - Koleje bağışlar - istifam ve Rev C.F. Gtaes, D.D., L.L.D' nin müdür olarak atanması .

JUDASOFYA-AYA SOFYA VE PATRİKHANE ÜZERİNDEN
 OYNANAN GİZLİ OYUNLAR
HAKAN YILMAZ ÇEB     PEGASUS YAYINLARI
“Patrikhane açılışından önce Yunanistan'dan gelen Rumlar heyetler halinde önce Ayasofya'yı ziyaret eder ve birlikte dua ederler. Sonra heyetten Atina Üniversitesi Rektörü Statopulus'a:
“Neden önce Ayasofya'yı ziyaret ettiniz?” diye sorulur.
Rektör- Bir Yunanlı için Ayasofya, Patrikhane'den daha önemlidir!
- Burası bir müzedir. Müslümanlar dahi burada ibadet yapamıyor. Siz rahatlıkla yapıyorsunuz ama kanunlar buna izin vermiyor. Yani ibadet etmek yasak. Siz nasıl yapıyorsunuz?
Rektör: Ayasofya sizin için müze olarak kullanılıyor olabilir ama bizim için sonsuza kadar kilisedir...”

İstanbul Fener Rum Patrikhanesi, Mondros mütarekesinden sonra İtilaf kuvvetlerine hitap eden bir beyanname yayınlayarak, Türk vatanın işgal edilmesini istemişti. 1 Eylül 1918'de yayınladığı bir başka beyanname ile Yunan Ordusu'nun Türklere karşı kazandığı zaferlerini överek, yerli Rumların filen Yunan ordusuna katılmasını emretmiştir. Mütareke yıllarında Patrikhane, aldığı bir kararla Türk topraklarındaki Rum okullarında Türkçe ders okutulmasını yasaklamıştır.

Amerika Dışişleri Bakanlığı, Patrik Bartholomeos'u küresel çapta bir dini lider olarak gördüğünü açıkladı. Bakanlığı'nın 2005 Aralık ayında yaptığı basın toplantısında bir gazeteci, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsüne, Amerika'nın İstanbul'daki Fener Rum Patriği'yle ilgili politikasını sordu. Bakanlık tarafından daha sonra yapılan yazılı açıklamada, Amerika'nın Türkiye'de din özgürlüğünü çok ciddiye aldığı belirtiliyor ve bu yılki Uluslararası Din Özgürlüğü raporunun Türkiye bölümünde bazı sorunlara değinildiği hatırlatılıyor. Yazılı açıklamada, sorunlar arasında Heybeliada Ruhban Okulu ve dini azınlıklarla ilgili konuların da bulunduğuna dikkat çekiliyor.

 “JUDASOFYA”
Dünya’da bir çok kurum ve kuruluş tek merkezden emir almış gibi Ayasofya ile ilgili kararlar alıp imza kampanyaları başlatıyor. Papa 16. Benediktus bir anda Türkiye ziyaretinde bulunmak istiyor, Amerikan Dışışleri Bakanlığı, Fener’in Rum Papazı’nın ekümenikliğini tanıdıklarını açıklıyor. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Üyesi Rumen Comeliu ve Vadim Tudor Ayasofya Camii’nin Hıristiyanların ibadetine açılması (haliyle tekrar kilise olması için) Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ne (AKPM) ye sunulmak üzere teklif hazırlayıp verirken, Kıbrıs Rum kesiminde yayınlanan Fileleftheros gazetesi de bu amaçla 1 MİLYON imza kampanyası başlatıldığını duyuruyor, aynı kampanyayı İtalya’da bir internet sitesi de başlatıyor ve kampanya organizatörleri, AB’nin, Ayasofya’nın ibadet yeri olarak tesis edilmesini Türkiye’nin önüne ön şart olarak koymasını istiyor.
Peki, Ayasofya ve Patrikhane üzerinden yürütülen bu hareketlenmeyle dünyada ve Türkiye’de neler oluyor?
İsrail-ABD ortak yapımı “Kilise Harekatı” içersinde Ayasofya’ya verilen rol nedir?..
Eser, Ayasofya üzerinden gerçekleştirilen Yahudi- Evengalist ittifakına dikkat çekmek amacıyla, “JUDASOFYA” üst başlığıyla halkımıza sunulurken alt başlıkta da : “Ayasofya ve Patrikhane Üzerinden Oynanan Gizli Oyunlar” ifadesi kullanıldı.
1967 yılından bu yana Türkiye topraklarında start alan Büyük Ortadoğu Projesi kapsamındaki bu “Kilise Harekatı, konunun uzmanları Aytunç Altındal ve Sevgi Erenerol’un katkılarıyla ele alınıyor.
Kitap, Papa VI. Paul’un, Amerikan vatandaşı Papaz Athanegoras’ı Fatih’in İstanbul’u aldığı Salı gününe nisbet yaparcasına ziyaret ettiği 25. 7. 1967 yılında başlayan trafiğe resimlerle dikkat çekerek başlıyor. Yazarın, Araştırmacı Yazar Aytunç Altındal’la Ağustos ayında yaptığı ve Ekim ayında neşredilen  “Ayasofya’yı Vatikanlaştırma Projesi “ isimli röportajı ulusal gazetelerde sürmanşet olarak iki gün yer verilirken, Anadolu’da da bir çok gazetenin gündemine taşınmasıyla Papa 16. Benediktus’un bu planlar dahilinde gerçekleştirilecek rolünün önününe geçilmeye çalışılmıştı. Nitekim kamuoyu mevzuyu çok iyi kavrarken Cumhurbaşkanımız Ahmet Sezer de bu çalışmadan bir hafta sonra Papa’nın ziyaretini 2006’ya erteledi. 
Büyük İsrail Planları içinde bulunan Kilise Operasyonları’nın önünü kesmek amacıyla hazırlanan eserde, Türk Milli Ortodoks Kilisesi Sözcüsü Sevgi Ererenerol’un “HALİÇ VE ETRAFINDA OYNANAN GİZLİ OYUNLAR”la ilgili özel bir yazısı da bulunuyor. Gizli Kilise evlerin bir kez daha ifşa edildiği eser;  Pegasus  Yayınları tarafından “Araştırma-İnceleme” dizisinin ilk eseri olarak yayınlandı. 

KİLİSEDEN CAMİYE, CAMİDEN  MÜZÜYE, MÜZEDEN..?
JUDASOFYA’YA!
 “Patrikhane açılışından önce Yunanistan’dan gelen Rumlar heyetler halinde önce Ayasofya’yı ziyaret eder ve birlikte dua ederler. Sonra heyetten Atina Üniversitesi Rektörü Statopulus’a:

“Neden önce Ayasofya’yı ziyaret ettiniz?” diye sorulur.
Rektör- Bir Yunanlı için Ayasofya, Patrikhane’den daha önemlidir!

 - Burası bir müzedir. Müslümanlar dahi burada ibadet yapamıyor. Siz rahatlıkla yapıyorsunuz ama kanunlar buna izin vermiyor. Yani ibadet etmek yasak. Siz nasıl yapıyorsunuz?

Rektör: Ayasofya sizin için müze olarak kullanılıyor olabilir ama bizim için sonsuza kadar kilisedir...”
İstanbul Fener Rum Patrikhanesi, Mondros mütarekesinden sonra İtilaf kuvvetlerine hitap eden bir beyanname yayınlayarak, Türk vatanın işgal edilmesini istemişti. 1 Eylül 1918’de yayınladığı bir başka beyanname ile Yunan Ordusu’nun Türklere karşı kazandığı zaferlerini överek, yerli Rumların filen Yunan ordusuna katılmasını emretmiştir. Mütareke yıllarında Patrikhane, aldığı bir kararla Türk topraklarındaki Rum okullarında Türkçe ders okutulmasını yasaklamıştır.

 ÇİFT BAŞLI YILAN
YAZAR : ARSLAN BULUT         BİLGEOĞUZ YAYINLARI

Çift başlı yılan"lı asasını elinde tutan Fener Rum Patriği Bartholomeous, 7 Mayıs 2000 günü, Orta Anadolu'da bir eski kilisede düzenlediği ayinden sonra, "Türkiye'nin AB'ye üyeliği, Anadolu'da önceden var olmuş Hıristiyan toplumların yaşadığı bölgelerde, yeniden Hıristiyanların yaşamasına izin vermelidir.

Eğer AB üyeliği bunu müsait kılarsa ve Hıristiyanlar yaşadıkları bölgelere tekrar yerleşirse, o zaman Patrikhane de o bölgelerde bulunan kiliselerin yeniden ayine açılmalarını düşünebilir" diyordu.

Eseri okurken, çift başlı yılanlı asası ile dolaşan Bartholomeos'un yukarıdaki sözleri hep aklınızın bir köşesinde bulunsun. Çünkü Bartholomeos'un bu sözleriyle, İstanbul'da, Karadeniz'de ve Batı Anadolu'da uygulanan Yunan stratejisi arasında birebir bağlantı vardır
İhanet ve Fesat Odağı
Hıristiyan dünyasının, Müslüman-Türk kimliğinin kökü mutlaka kazınacaktır.Yemini ile başlayan süreç, son günlerde büyük bir ivme kazandı. Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti dört bir yandan kuşatıldı. Ve maalesef, hükümranlık haklarını, IMF, Dünya Bankası ve AB gibi sömürgeci kuruluşlara teslim eden Türkiye, bu büyük tehlike karşısında tamamen savunmasız ve çaresiz. İşte büyük önder Atatürk’ün ihanet ve fesat odağı diye nitelendirdiği Fener Rum Patrikhanesi üzerinde oynanan sinsi oyunlar, bu zincirin önemli bir halkası Her fırsatta, Türk yurdunun bölünüp parçalanması için faaliyet gösteren Fener Rum Patrikhanesi ekümenik, yani evrensellik unvanını almak için yıllardır sürdürdüğü savaşı kazanmak üzeredir. Tarihi boyunca, temel politikası “Türk-Müslüman düşmanlığı olan Fener Rum Patrikhanesi, gizli emellerine ulaşmak için, her geçen gün yeni bir cephe kazanmaktadır.
FENER RUM PATRİKHANESİ İÇİN VATİKAN’A GİDEN YOL
Fener Rum Patrikhanesi’nin yürüttüğü faaliyetler, Cemaat Vakıflarının mülk edinmesine dair çıkartılan yönetmelik çerçevesinde yürütülen faaliyetlerde dikkate alındığında Patrikhanenin “Vatikan Modeli dini bir devlet kurma gayreti gösterdiğini gözler önüne sermektedir.
TÜRKİYE’DE AZINLIK

Türkiye’de, Lozan Antlaşması’na göre, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler, 1925 tarihli Türk-Bulgar Dostluk antlaşması’na göre de Hıristiyan Bulgarlar azınlık olarak kabul edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti azınlıklarının belirlenmesinde dini mensubiyet esas ölçüt olarak alınmıştır.

FENER RUM PATRİKHANESİ’NİN STATÜSÜ
Azınlıklara verilen haklar Lozan Antlaşması’nın 37–45. maddelerinde düzenlenmişken, Patrikhane meselesi görüşülmesine rağmen, bir Türk kurumu olarak kabul edildiğinden, bu konuda anlaşmada herhangi bir düzenleme yer almamış, İngiltere ve Yunanistan’ın ortak taahhütleri ile Patrikhane’nin Türkiye’de kalmasına izin verilmiştir. Lozan Barış Antlaşması müzakereleri sırasında, Rum Ortodoks Kilisesi’nin reisi olan Patriğin, Türk Hükümeti tarafından atanan bir memur statüsünde, Patrikhanenin de dini bir müessese olarak İstanbul’da kalması görüşü benimsenmiştir. Yani Lozan’da belirlenen statüye göre, Fener Patrikhanesi, siyasi ve idari görev ve imtiyazlar bulunmayan, sadece İstanbul’daki Rum azınlıklara yönelik, dini faaliyet gösteren Türk yasalarına tabii dini bir kuruluştur. Bu nedenle, .Ekümeniklik vasfı taşımayan Patrikhanenin tüzel kişiliği de bulunmamaktadır. Ekümeniklik, evrensel, dünya çapında anlamlarında kullanılan, dünyadaki tüm Ortodoksların dini önderliğini ifade eden Hıristiyanlığı yayma amacına yönelik, kiliseler arası birliği ifade eden bir kavramdır. Fener Rum Patrikhanesi, varlığını ve faaliyetlerini Ayayorgi Kilisesi ve Manastırı Vakfı binalarında misafir olarak sürdürmektedir. Patriğin, Patriği seçecek olan Sen Sinod üyelerinin ve Patrikhane’nin diğer çalışanlarının Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması bir kuraldır.

LOZAN ANTLAŞMASINDA AZINLIKLARA TANINAN HAKLAR :
Lozan Antlaşmasında Rumlar dışında açıkça belirlenmiş bir azınlık olmamasına rağmen 42. maddenin, Türkiye Hükümeti azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve diğer dinsel kurumlara her türlü koruma sağlamayı yükümlenir hükmünün hoşgörülü yorumlanması sonucu Ermeni ve Yahudiler de azınlık haklarından yararlandırılmışlardır.
Lozan’da Tanınan Azınlık Hakları:
1) Hayat ve hürriyetlerinin tam olarak korunması
2) Din, mezhep ve inanç gereklerinin serbestçe yerine getirilmesi
3) Ulaşım ve göç serbestliğinden yararlanma
4) Medeni ve siyasi haklardan faydalanma
5) Kanun önünde eşitlik
6) Kamu hizmetlerine alınma, çeşitli meslek ve işleri serbestçe yapma
7) Dillerini serbestçe kullanma (mahkemeler dahil)
8) Her türlü dini ve sosyal kurumlar ile okul ve diğer eğitim kurumlarını kurma ve yönetme
9) Aile hukuku ve kişi haklarının kendi örf ve adetlerine göre yürütülmesini sağlayıcı düzenlemelerin yapılması olarak şekillenmiştir. Ancak, bu hüküm Medeni Kanunun kabulü ve azınlıkların bu haklarından 1925 yılında feragat etmeleri sonucu geçerliliğini yitirmiştir.
AZINLIK FAALİYETLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Yunanistan ve Ermenistan’ın Türkiye’den toprak taleplerine ilişkin tarihi emelleri güncelliğini korumaktadır. Bu sebeple ülkemizin karşı karşıya bulunduğu tehdit de dikkate alınarak Rum ve Ermeni azınlık ile halen çeşitli ülkelerde yaşayan Rumlar ve Ermenilerin faaliyetleri ve Yunanistan’ın bu faaliyetlere katkısı üzerinde durmak gerekmektedir.
PATRİKHANE’NİN FAALİYETLERİ

Patrikhane statüsünü belirleyen yazılı bir hukuk metninin bulunmamasından da istifade ederek, yurtiçinde ve yurtdışındaki temas ve faaliyetler ile Lozan öncesindeki statüsünü tekrar kazanmak üzere Ekümeniklik iddiaları ile ortaya çıkmakta, siyasi, dini, idari güç ve nüfuz kazanmaya çalışmaktadır.
Patrikhane’nin dikkat çeken önemli faaliyetleri şunlardır:
a) 1950’li yıllardan sonra Kuzey ve Güney Amerika Avustralya, Girit, Onikiadalar ve Yunanistan’ın Aynaros Kasabası (20 manastırlı) kiliselerini dini yönden kendisine bağlamıştır.
b) 1989 yılında Atina’da Fener Patrikhanesi’ne bağlı olarak “Patrikhane Uzak Doğu Misyonerlik Teşkilatı kurulmuştur.
c) 1992’de alışılmışın dışında İstanbul’da Ortodoks Patrikler toplantısı yapılmıştır.
d) İstanbul Bulgar Ortodoks Kilisesi Başkanlığı’na Ekümenik Patrik imzası ile gönderdiği emirnamede, kilisenin bundan böyle Bulgar Ortodokslara vereceği doğum, ölüm, nikâh belgelerinin Slavca yerine Yunanca doldurularak verilmesini, Bulgar Kilisesi’nde yapılan ayin ve törenlerde dil olarak Rumcanın kullanılmasını talep etmiştir.
e) Bartholomeos, Eylül 1993’de Bulgaristan’a yaptığı bir ziyarette, tüm Ortodoks ülkelerinin Büyükelçilerinin katıldığı basına kapalı bir toplantı düzenlemiş, toplantıda, Balkanlar’da bir Ortodoks Birliği kurulması, birliğe dahil ülkelerin askeri, siyasi ve ekonomik yardımlaşmada bulunmaları konuları görüşülmüştür.
f) 1993–1994 yıllarında 14 ülkeye gezi düzenleyerek sadece dini liderlerle değil, Devlet Başkanları ve siyasilerle de görüşmeler yapılmış, AB Dönem Başkanı ve Avrupa Parlamentosu Başkanı ile de görüşmelerde bulunulmuştur. Patriğe genellikle Devlet Başkanı Muamelesi yapılmış, Patrik de Ekümeniklik iddiaları çerçevesinde Ortodoksların Lideri görüntüsünü vermeye gayret göstermiştir.
g) 1997 yılında İstanbul’da Barış ve Hoşgörü İsimli uluslararası bir konferans düzenlenmiş, sonuç bildirisi Bartholomeos tarafından “Ekümenik Ortodoks Ruhani Lideri��? sıfatıyla imzalanmıştır.
h) 9 ülkede Dış örgütlenme gerçekleştirilmiştir.
i) 1997 yılında BM Genel Kurulu’na katılmış, burada Yeni Roma Patriği olarak takdim edilmiştir.
j) Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos, son olarak 09–11 Aralık 2001 tarihleri arasında Selanik’te Yurt Dışında Yaşayan Yunanlılar Konseyi (SAE)’nin 4. Dünya Kongresi’ne katılmıştır. 21.Yüzyılda Helenizm’in birlik ve beraberlik içinde işbirliği yapması mesajının verildiği konferansta, Yunanistan Cumhurbaşkanı’nı takiben söz alan Bartholomeos yaptığı konuşmada;
— Kongre’ye din adamlarının en üst düzeyde katılımının, Ortodoks Kilisesi’nin uzun yıllar Helenizm’in şekillenmesine ve idame ettirilmesine verdiği önemin göstergesi olduğunu,
—Yurt Dışında Yaşayan Yunanlılar Konseyi (SAE)2nin bu adımının, dünya Helenizm’ini daha büyük bir bütünleşmeye götüreceğini,
— Helenizm ve Ortodoks Kilisesi’nin evrenselliğinin kültür temeli üzerine oturması gerektiğini belirtmiştir. Konferansta, Kıbrıs konusu, Ekümenik Patrikhane, Yunanistan’ın Balkanlar’daki rolü, Makedonya konusu, Pontus Helenlerinin soykırımının tanınması, Ege’nin korunması konularına ilişkin olarak oybirliği ile kararlar alındığı açık kaynaklardan öğrenilmiştir.
— Tüm dünyada yaşayan Helenizm’in mülki, dini ve kültürel kimliğini muhafaza etmek ve Yunanistan ile Yunanlıların yaşadıkları ülkeler arasında köprü olarak kullanmak amacıyla kurulan “Yurt Dışında Yaşayan Yunanlılar Konseyi (SAE)’nin esas amacının, Yunan milli çıkarlarını uluslararası platformlarda savunmak ve özellikle Türkiye aleyhinde Dünya kamuoyunu etkilemek olduğu kıymetlendirilmektedir. Konferansta, Fener Patriği Bartholomeos’un görev ve yetkilerini aşan davranışlarda bulunduğu,Ekümeniklik iddialarını devam ettirdiği, Yunan milletinin bir temsilcisi olduğunu bir kez daha gündeme getirdiği görülmektedir. Bu nedenle Bartholomeos’un vatandaşı olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin politikalarına aykırı beyanlarda bulunmasının ve bir siyasal organizasyondaki görev ve yetkilerini aşan faaliyetlerinin Türkiye’nin çıkarlarına aykırı olduğu, herhangi bir işlem yapılmaması durumunda teamül oluşturulacağından önleyici tedbir geliştirilmesi ve alınması önemli görülmektedir. Fener Patrikhanesi’nin yıkıcı faaliyetlerine karşı, Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi İstanbul Baş Episkoposluğu Vakfı Temsilcisi Selçuk Erenerol’un görevlerinden istifa ederek göstermek istediği tepkisi de anlamlı görülmektedir. Fener Patrikhanesi, tüzel kişiliği bulunmamasına rağmen, İstanbul’daki Rumlara ait okullar, hastaneler vakıflar ve dernekler gibi kuruluşları fiilen idaresi altında bulundurmakta, ayrıca danışıklı yöntemlerle taşınmaz mal da edinmektedir. Rum vatandaşlar vasıtasıyla kilise çevresinden 17 parsel araziyi satın aldırarak, kilise vakfına bağışlatmıştır.
PATRİKHANE’NİN 5 AŞAMALI PLANI

İstanbul’da Ortodoks dünyası için yeni bir Vatikan yaratmayı hedefleyen Patrikhane 5 aşamalı bir strateji izlemektedir.
BİRİNCİ AŞAMA: Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarının vesayetinden ve engellemelerinden kurtulmak
Bilindiği gibi Fener Rum Patrikhanesi, Lozan Anlaşması gereğince “Azınlık statüsündedir. Dolayısıyla, Patrik ve kendisine bağlı 12 metropolit ancak Türkiye vatandaşı olan ruhaniler arasından seçilebilir. TC hükümetlerinin uygun görmediği, onaylamadığı herhangi bir ruhani bu göreve aday bile gösterilemez. Fener Rum Patrikhanesi’ne Vatikan Statüsü verme düşüncesinde olanlar, ilk aşama olarak TC kanunlarının vesayetinden kurtulmalarının gerekliliğine inanmaktadırlar. Bunun için de Patrikhaneye Ekümeniklik sıfatı vermek yeterlidir. Türkiye bunu tanıdığı anda artık Patrikhaneyi kontrol edemeyecektir.
İKİNCİ AŞAMA: “Suriçi İstanbulun Patrikhanenin Ekümenik damgası altında eski Konstantinople olarak yeniden ihyası
Patrikhane, Türk ve Rum işadamlarının satın alarak Azınlık Vakıflarına, onların da Patrikhaneye hibe ettikleri gayrimenkullerle, bu düşüncenin altyapısını önemli ölçüde gerçekleştirmiştir. İstanbul’u sorunlarından kurtarma gibi projelerle de “Suriçi İstanbul?
Esas şehirden ayrılır, kültürel ve dini çehresi öne çıkarılırsa, Vatikan’a giden yolda çok büyük bir merhale kat edilmiş olacaktır. Zira BM, AB, UNESCO ve Dünya Kiliseler Birliği gibi kuruluşların parasal yardımıyla şehrin eski Bizans ve Hıristiyan çehresi ön plana çıkarılmaya çalışılacaktır. Mülkiyetine sahip olduğu çevre araziyi yerleşime kapatarak, kendi kontrolüne almaya çalışacaktır.

ÜÇÜNCÜ AŞAMA: Hıristiyan ülkelerin İstanbul’da dini ataşelikler açmaları
Ankara’da büyükelçilikleri bulunan tüm Hıristiyan ülkeler, Patrikhane civarında yani Konstantinople’de birer Dini Ataşelik açacaklardır. Bunlar, bir süre sonra Vatikanlaşacak, istikbaldeki devletin büyükelçilikleri olacaklardır.
DÖRDÜNCÜ AŞAMA: BM, AB ve UNESCO gibi uluslararası kuruluşların surlar içindeki tarihi Konstantinople’nin Açık şehir haline getirilerek, Türkiye’nin hükümranlık hakkını tartışmaya açmaları
Diğer üç aşama gerçekleştiği andan itibaren Türkiye artık gelişmelerin önünü alamayacaktır. Başta BM, AB, UNESCO, Dünya Kiliseler Birliği vb. birçok uluslararası kuruluş, tarihi Konstantinople’nin restorasyonunda katkı sahibi olacaklardır. Şehrin Bizantinist ve Hıristiyan karakteri ön plana çıkarılacaktır. Sonuç olarak şehir bu haliyle dünyaya açık bir ortak anakent haline getirilecek, dini ataşelikleriyle, kültür mozaiğiyle artık bir Türk şehri değil, şimdilik sembolik de olsa 270 milyonluk Ortodoks dünyasının kalbi ve kıblesi olacaktır.
BEŞİNCİ AŞAMA: Vatikan’ın (Bizans’ın) resmen kuruluşu
Bu safhada Ekümenik bir Patrikhanenin önderliğinde Bizans yeniden ihya edilmiş olacak, önce İstanbul’un tamamı, kademeli olarak da boğazların Avrupa yakasındaki topraklarımız elimizden çıkacaktır. Ekonomik darboğazlarla boğuşan, dış baskı Ve ambargolarla bunalar, PKK terör örgütü ve sözde dost komşularıyla boğuşan bir Türkiye bu safhada dünyayı karşısına alamayacaktır. Bu mücadelede hiçbir yerden destek de bulamayacaktır.
YUNANİSTAN’IN PATRİKHANE’YE VERDİĞİ HEDEFLER

Yunanistan tüm Ortodoks ülkeler üzerinde etkinlik sağlamak, Megalı ideayı canlı tutmak, Bizans’ın mirasçısı olarak Patrikhaneyi ön plana çıkarmak maksadıyla, Patriğin faaliyetlerini desteklemektedir.
22 Ekim 1991’de Birinci Bartholomeos Patrik seçildikten sonra Yunanistan Dışişleri tarafından Fener Patrikhanesi’ne Gerçekleştirilmesi istenen hedefler verilmiştir.
Bu hedefler şunlardır:
— Patrikhane’nin faaliyetlerinde ekümenik vasfını kanıtlaması
— Patrikhane’nin Rus Kilisesi ve Doğu Avrupa’daki kiliselerle ilişkilerini güçlendirmesi
— Heybeliada Ruhban Okulu’nun faaliyete geçirilmesi
— İsviçre/ Şambiri Ortodoks merkezinin güçlendirilmesi
PATRİKHANE’NİN STATÜSÜ DIŞI FAALİYETLERİ
Yunanistan tarafından gösterilen hedefleri de kapsayacak şekilde, Patrikhanenin statü dışı faaliyetlerini şu başlıklar altında toplamak mümkün:
— Ekümeniklik vasfını sağlama ve siyasi güç kazanma girişimleri
— Yunanistan ile ilişkileri (Bizans’ın ihyası) ve Ortodoks ittifakı kurma girişimleri
— İdari, sosyal ve ekonomik faaliyetleri
— Heybeliada Ruhban Okulunu açtırma girişimleri Patrikhanenin faaliyetleri ile bu faaliyetleri destekleyen yoğun yurtiçi ve yurtdışı temas ve ziyaretler, Ortodoks cemaati bulunan ülkelerde örgütlenme, kiliseler arası ve dini sorunlar. Çözme, banka ve TV kurma girişimleri, statü dışı olarak kendi içinde Bakanlar Kurulu benzeri, idari bir yapılanma gayreti ve Yunanistan’la geliştirilen sıkı ilişkiler topluca incelendiğinde;
— Patrikhanenin Ekümeniklik vasfını kabul ettirmek suretiyle tüm Ortodoks dünyasının Patrikhanesi niteliğini yeniden kazanmayı amaçladığı,
— Yunanistan’ın Fener Patrikhanesine Ekümenik ve Vatikan modeli bir dini devlet statüsü kazandırıp, Patrikhanenin dini nüfuzunu da kullanarak Ortodoks İttifakı oluşturmaya çalıştığı,
— Patrikhane’nin oluşturulmaya çalışılan Ortodoks ittifakın içinde etkin rol alarak, Yunan idealleri ile özlemlerine hizmet eden, bir kuruluş olma yönünde faaliyetlerini sürdüreceği,
— Patrikhane bünyesinde Bakanlar Kurulu benzeri bir yapılanma oluşturarak, kurulması düşünülen devlet için gerekli altyapının oluşturulmaya çalışıldığı,
— Ruhban Okulunu açma girişimlerinin de İstanbul’da yaşayan 1200–1500 Rum azınlığın gerçek ihtiyaçlarını karşılamaktan çok Helen ve Ortodoks emellerini simgeleyen siyasi bir talep niteliğinde olduğu değerlendirilmektedir.

RUMLARIN KARADENİZ’E YÖNELİK FAALİYETLERİ
 Karadeniz Bölgesi Rumlar için, coğrafi ve tarihi olarak Helen idaresinin Türklere direndiği en son bölge olması bakımından ayrı bir öneme sahip olup, bölge Megalı İdea nın bir parçası durumundadır. Yunanistan bu milli hedefini elde etmek maksadıyla, 1916–1922 yılları arasında Karadeniz’den göç eden Rumların durumunu, öncelikle Yunan ve Uluslararası Kamuoyunun gündemine getirmeye ve 19 Mayıs 1919 tarihinin, Pontus’ların soykırım günü olarak kabul edilmesini sağlamaya yönelik çabalarını sürdürürken, PKK ile işbirliği içerisinde, bölgeye yönelik faaliyetlerini de hızlandırmıştır. Bu kapsamdaki önemli faaliyetler şunlardır;
— Yunanistan 1974’ten itibaren Türkiye’ye karşı Ermeni, Rum ve Kürt unsurların birleşik mücadelesini sağlama çabası içine girmiş ve bu amaçla Küçük Asya ve Kıbrıs Halkları Mücadele Koordine Komitesini kurmuştur.
— Pontus’ların soykırım konusunu, Yunan ve Dünya Kamuoyunun gündemine getirme çalışmalarını hızla devam ettirmektedir.
— 1992 yılında Avrupa Parlamentosuna, Yunanistan tarafından Pontus’lu Rumların soykırımının kabul edilmesi ve 19 Mayıs’ın anma günü olarak tespitine ilişkin bir karar tasarısı sunulmuştur.19 Mayıs Günü, Pontus’luların Soykırımını anma günü olarak 1994 yılında Yunan Parlamentosunda kabul edilmiştir.
— Türkiye’den göç eden Rumların ve yabancı Misyonların bölgeye olan ziyaretleri artmıştır.
— Türkiye’yi stratejik rakip olarak gören Yunanistan’ın Patrikhane ve PKK’yı da kullanarak Pontus’a yönelik faaliyetleri ile Karadeniz’in gelecek dönem dünya ekonomisinde oynayacağı rolü de dikkate alarak, bu konuda Türkiye’nin avantajlarını azaltma gayretleri içinde olacağı.
— Türkiye’den göç ederken, arazi ve gayrimenkullerinin tapularını yanlarında götüren Rumların, halen İngiltere, Fransa ve Avustralya’daki yakınlarını kullanarak, söz konusu tapuları uluslararası Hukuk çerçevesinde dile getirerek Karadeniz Bölgesinden toprak isteme çabalarını gündeme getirebilecekleri, sözde Pontus soykırımını uluslararası kuruluşlara kabul ettirme yönünde, gayretlerini arttıracağı değerlendirilmektedir.
ERMENİLERİN FAALİYETLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

İstanbul Kumkapı Ermeni Patrikhanesi, Ermenistan’daki Eçmiyazin Katagikosluğu’na bağlı olup, Büyük Ermenistan’ın kurulmasını ve Ermenistan ile birleşmesi yönünde faaliyetlerini sürdürmektedir. Ermenilerin ülkemizden talepleri, sözde soykırımın tanınması, buna karşılık tazminat ödenmesi ve toprak verilmesi olarak özetlenebilir. Bu maksatla Ermeni Terör Örgütleri, 1973’lerden günümüze 31’i resmi görevli olmak üzere 47 vatandaşımızı şehit etmişlerdir.6 Nisan 1980’de Lübnan’da ASALA ile PKK arasında imzalanan bir antlaşma ile ASALA Türkiye’ye yönelik terör hareketlerini Karabağ’a kaydırmış ve yerini PKK terör örgütüne bırakmıştır. Sözde Ermeni davasının izlenmesi ise, daha ziyade ABD Kongresi ve Avrupa Parlamentosu gibi siyasi platformlara kaydırılmıştır. Anma faaliyetleri, 1996 yılından başlamak üzere çeşitlilik ve kapsamlı boyutlara sahip bir görünüm arz etmiştir. Sözde soykırımın kabulüne yönelik talepleri de dile getirmeyi sürdürmüşlerdir. Sözde soykırım törenleri; 1997 yılında geçen yıllara oranla daha sessiz ve olaysız geçmiştir. Sözde soykırımı daha çok siyasi platformlara çekme çabaları yoğunluk kazanmıştır. Bazı yerlerde PKK-ERNK temsilcilerinin de katılımı dikkati çekmiştir. Önceki yıllarda, Ermeni çevrelerin faaliyetleri, 24 Nisan tarihine odaklanmışken, bu yıl gözlenen bir eğilim de, bu faaliyetlerin kitap yayını, sergi açılması, anıt dikilmesi gibi çalışmalarla, tüm yıla yayılarak konunu sürekli canlı tutulmak istenmesi olmuştur. Son olarak, Ermeniler son yıllarda faaliyetlerini daha siyasi ve kültürel içerikli hale getirmişlerdir. Ancak Ermeni terör örgütlerinin varlıklarını bugünde muhafaza ettikleri bilinmekte olup, kendi uygun görecekleri koşullarda yeniden terörist eylemlere yönelebilecekleri değerlendirilmektedir.
SONUÇ OLARAK:
Türkiye’de yaşayan Rum ve Ermeni azınlık ile Diaspora Ermenileri ve Rumların Yunanistan’ın öncülüğünde Türkiye aleyhtarı faaliyetlerini sürdürecekleri, Türk Bayrağını, kendi insanı dışında ortaklık kurduğu PKK Terör Örgütü, Rumlar ve Ermeni göstericilere yaktıran Yunanistan’ın;
a) Türkiye toprakları üzerinde başlattığı bu özel savaşı bütün vasıtaları kullanarak her alanda yaygınlaştıracağı,
b) Fener Patrikhanesi ile ilgili olarak Türkiye’nin inisiyatifinde bir çözüm öngörülmediği takdirde, bu kuruluşun dış kamuoyunun desteğini alarak ülkemizin iradesi dışında bir yapılanmaya gidebileceği düşünülmektedir. Bugün ve gelecekte milli güvenliğimizi, birlik ve bütünlüğümüzü etkileyen bu ve benzeri sorunlarla ilgili olarak stratejik öngörü modelleri geliştirilerek bir disiplin içerisinde uygulanması gerekmektedir.
PATRİKHANE’NİN DİĞER DEVLETLERLE OLAN İLİŞKİLERİ
ABD-Patrikhane ilişkileri:                 
Kuzey ve Güney Amerika Ortodoks Kiliseleri Başpiskoposu Yakovas, düşmanca hareketleri nedeni ile Türk vatandaşlığından çıkarılması sonrasında Fener Rum Patriği tarafından yurt dışına atanmıştır. Patrikhanenin evrensel sözcüsü gibi görev yapan Yakovas, aynı zamanda ABD’de güçlü Yunan lobisinin de başını çekmektedir. ABD’de yaşayan Ortodokslar, gerek Yakovas’ın ve gerekse Ortodoks Yunan asıllı Senatör Dr.John Bredames’in yönlendiriciliğinde yoğun propaganda ve lobicilik faaliyeti yürütmektedirler. Kuzey ve Güney Amerika Başpiskoposluğu, O’conner and Hannan isimli bir avukatlık ve lobi firması ile de 01 Ocak 1997 tarihinde bir anlaşma imzalamıştır. Söz konusu güçlü lobicilik faaliyetlerinin etkisi ile,
—21 Mart 1994’te Başbakan Çiller’e Clinton’un Patrikhanenin statüsünde değişiklik yapılmasıisteğini dile getiren mektubun iletilmesi,
—ABD Dışişleri Bakanlığınca Patrikliğin İstanbul’da uluslararası konferanslar düzenlenmesi
İçerikli faaliyetlerine destek olunması gibi sonuçlar elde etmektedirler.
Ayrıca, ABD kongresi üyelerinden Olympia J.Snowe tarafından ABD Senatosu Dış ilişkiler Komisyonu’na 11 Ağustos 1995’te, Fener Rum Patrikhanesi’nin güvenliği ile ilgili bir tasarı sunulmasında, anılan lobicilik faaliyetlerinin etkisi olmuştur. Söz konusu tasarıda, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin terörist saldırıların yanı sıra, Türk Hükümeti’nin İstanbul Belediyesi’nin ve Türk basınının olumsuz tutumlarına maruz kaldığı, bu nedenle ABD yönetiminin ve BM Güvenlik Konseyi’nin Patrikhane ve mensuplarının korunması ve faaliyetlerinin kısıtlanmaması hususlarında Türk hükümeti nezdinde girişimlerde bulunmaları gerektiği vurgulanmaktadır.
Diğer taraftan;
—Boston Ortodoks Teoloji Okulu son sınıf öğrencilerin oluşan 19 kişilik stajyer grubunun, 07 Ağustos 1999 tarihinde İstanbul’a gelerek Heybeliada Özel Rum Erkek Lisesi Vakfına ait binalarda misafir edilmesi,
—Fener Rum Patrikhanesinin girişimi ve merkezi Newyork’ta bulunan Din ve Barış Üzerine Dünya Konferansı (WCRP) örgütünün işbirliğiyle gerçekleştirilen “Ortodoks Kiliseler ve Avrupa Hıristiyan Demokrat Partileri arasında IV. Diyalog İsimli uluslararası toplantının,08–09 Haziran 2000 tarihlerinde İstanbul’da yapılması, Fener Rum Patrikhanesi’nin ABD ile olan diyalogunu ortaya koymaktadır. Bilindiği gibi ABD’nin hedefi Yeni Dünya Düzeni’nde Tek Başlı, Tek Merkezli bir dünya meydana getirmektir. Yaklaşık 50 yıl boyunca Çift Başlı bir dünyanın sıkıntılarının kendisine ne kadar pahalıya mal olduğunu görmüştür. Bugün için Rusya her ne kadar eski gücünden çok uzaklaşmış görünse de, gerek nüfusu, gerek coğrafyası, gerek yeraltı-yerüstü zenginlikleri ve gerekse askeri gücüyle her zaman süper güç olmaya namzet bir ülkedir. Rusya, yeni şekillenmede gelecekteki yapısını Ortodoks kilisesi ve Slav milliyetçiliği üzerine bina edebilecektir. Ancak, hâlihazırda Rus yöneticileri, eski komünist sistemin eğitim ve düşünce yapısıyla yetiştikleri için Din olgusuna, kiliseye Gereken sıcaklıkta bakamamaktadırlar. Bu durum, ABD’nin Ortodoks alemi hakkındaki plan ve projeleri için önemli bir avantajdır. Diğer yandan yaklaşık 270 milyon Ortodoks aleminin ezici çoğunluğunun (yaklaşık 200 milyon) Rus olması ise ABD için bir dezavantajdır. Öte yandan Heybeliada Ruhban Okulunun yeniden eğitime açılma konusunda büyük destek veren ABD’nin bu dezavantajı ortadan kaldırmak için Rum Milli Kilisesi olan Fener Patrikhanesi’ne Ekümeniklik sıfatı ve yetkisi kazandırmak suretiyle, Ortodoks aleminin kontrolünü Rusya’nın elinden almak düşüncesindedir. Böylece Türkiye’de sadece 2000–3000 tüm dünyada ise 8–10 milyon yandaşı bulunan bir kilise ile 270 milyonluk Ortodoks âlemini, özellikle Rusya’nın yeni yapılanmasındaki iki ayağından birini kontrol etmiş olacaktır.
Rusya-Patrikhane ilişkileri:
Rusya’daki Ortodoksluk, tüm dünya Ortodoksluğu için çok büyük önem taşımaktadır. Rusya’yı dikkate almadan Ortodoks aleminde hiçbir girişim yapılamayacağı dünya kamuoyu tarafından bilinmektedir. Özellikle SSCB’nin dağılmasından sonra yeniden Çarlık dönemindeki gücüne kavuşan Rus Ortodoks Kilisesi, tüm Ortodoksluğun temsilcisi ve koruyucusu olduğunu her fırsatta vurgulamaktadır. İstanbul’daki Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi, statü itibariyle Eşitler arasındaki birinci Durumundaysa da son sözün söylenmesinde en büyük pay yine de Rus Ortodoks Kilisesindedir. Rusya’da geçmişte olduğu gibi günümüzde de Ortodoks aleminin her milletine özgü, milli kilise vardır. Ayrıca 1821’den itibaren güçlendirilmiş ve fakat 1912’de gücü ezilmiş olan Grek Ortodoks Kilisesi de bulunmaktadır. Günümüzde Rus Ortodoks Kilisesiyle Grek Ortodoks Kilisesi, birlikte Ortodoksluğun en önemli temsilcileri durumundadırlar. Rus Ortodoks Kilisesi, SSCB’nin dağılmasıyla yeniden ve eskisinden çok daha güçlü olarak ortaya çıkmıştır. Tarihteki tüm iddialarını yeniden gerçekleştirme çabasına giren bu kilisenin kendisi için koyduğu nihai hedef, İstanbul’un Ortodoks kimliğinin, Rus Ortodoks Kilisesi’nin denetimi altına alınarak bir kez daha tarih sahnesine çıkartılmasıdır. Fener Rum Patrikhanesi, eski Sovyetlerin dağılması sonrasında Rus Ortodoks Kilisesi’ni karşısına alma pahasına ABD’nin de desteği ile Rus Ortodoks kilisesine bağlı Ukrayna ve Estonya kiliselerini bağımsız kilise olarak tanıma kararı almış, bu kararın arkasında Rusya’nın bulunması, Rusya Patrikhanesi’ni rahatsız etmiştir. Bu konu Fener Rum Patrikhanesi ile Rus Patrikhanesi arasındaki anlaşmazlıkların temelini oluşturmaktadır. ABD ve Avrupa Birliği’nin de Fener Rum Patrikhanesi’ne karşı son zamanlarda artan ilgisinin altında yatan nedenlerden birisi de ortak çıkarlar doğrultusunda Fener Rum Patrikhanesi’nin almış olduğu bir karardır. Bu temel anlaşmazlığa rağmen, Rus Ortodoks Patriği Alexy II’nin girişimleriyle 20 Ocak 1996 tarihinde Fener Patrikhanesi’yle bir protokol imzalanmış ve 201 sayılı bu protokole göre iki kilise birbirlerinin çıkarlarını zedelememe ve birbirlerinin etki alanına müdahale etmeme kararı almışlardır Fener Rum Patrikhanesi ile Moskova Patrikhanesi arasında imzalanan ve Estonya’da faaliyet gösteren 87 kiliseye bağlı cemaatin 52’sinin,Fener Rum Patrikhanesi’ne 29’unun Moskova Patrikhanesi’ne bağlı olarak faaliyetlerini sürdürmesini karara bağlayan anlaşma, Fener Rum Patrikhanesi’nin zaferi olarak nitelendirilebilir. Ancak Estonya’daki 6 kilisenin cemaatinin ise hangi Patrikhaneye bağlı olarak faaliyetlerini sürdüreceği konusundaki kesin karar verilememiştir. Diğer taraftan 01 Temmuz 1993 tarihinde Rusya ile Yunanistan arasında imzalanan 12 maddelik Anlaşma ile
—İslam ve Türk tehlikesine karşı ortak askeri savunmanın,
—Balkanlardaki Türk-İslam tehlikesine karşı Ortak mücadelenin,
—Yunan ve Ortodoks kiliselerinin işbirliğinin sağlanması önem arz etmektedir.
Yunanistan-Patrikhane ilişkileri:
Yunanistan’ın 1829 yılında bağımsızlığını kazanmasından sonra İstanbul Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi her geçen gün Yunan hükümetinin çıkar ve buyrukları doğrultusunda hareket etmeye başlamıştır. Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmak için yürüttüğü faaliyetlere önemli ölçüde destek veren Patrikhane, Yunanistan bağımsızlığını kazandıktan sonra da bu desteğini artırarak devam ettirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşından yenik ayrılması ve mütareke döneminin başlamasıyla birlikte, Patrikhane Bizans’ı yeniden diriltmek ve Türk topraklarından bir kısmını Yunanistan’a bağlamak için yoğun faaliyete girişmiştir. Bu amaçla büyük Yunanistan hayalini gerçekleştirmek için faaliyet gösteren Etniki Eterya, Mavri Mira gibi cemiyetler ile Patrikhaneyi bir merkez olarak kullanmışlardır.
Patrikhane ayrıca Karadeniz Bölgesindeki Rum çetelerini de desteklemiştir. Fener Rum Patrikhanesinin Yunan isyanları sırasında, Girit Adası’nın, Mora’nın elimizden çıkmasında, Kurtuluş Savaşı verdiğimiz yıllarda Patrikhanenin destekleriyle kurulan Mavri Mira ve Pontus Cemiyetleri vasıtasıyla Anadolu’nun çeşitli yörelerinde Rum azınlığın giriştiği ayaklanmalarda önemli bir rol oynadığı gerçektir. Patrikhaneyi Yunanistan’la birleştirmesi konusunda, yarı resmi de olsa siyasi programının başına alan Venizelos’un bu dönemde İstanbul’a yolladığı iki siyasi temsilcinin, Patrikhane ile işbirliği yaparak İstanbul’dan toplanan çok sayıda gönüllü Rum’u silahlandırıp, İzmir ve Trakya’ya gönderdikleri muhtelif tarihçiler tarafından ifade edilmektedir. Ayrıca, İstanbul’un 16 Mart 1920’de İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesinden sonra, Patrikhaneye Bizans’ın çift başlı kartal armasını taşıyan bayrağı çekilmiştir. (Fener Patrikhanesi Bizans’ın çift başlı kartal armasını bugün de kullanmaktadır)Bu durum bize Bizans’ın tekrar diriltilmesi için var olan ruhun hiçbir zaman ölmediğini ve uygun bir zemin bulduğunda tekrar ortaya çıkabileceğini göstermektedir.
Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne yeni bir statü kazandırılarak Osmanlı Devleti dönemindeki ayrıcalıklarının kaldırılması, Patrikhane ile Yunanistan arasındaki ilişkilere bir durgunluk getirmiş ve nispeten Yunanistan’ın Patrikhane üzerindeki nüfuzunu kırmıştır. Ancak bu durum Yunanistan ile Patrikhane arasındaki bağı tamamen koparmamıştır. Günümüzde de Patrikhane ile Yunanistan arasındaki ilişkiler açık bir şekilde devam ettirilmektedir.
Yunanistan ve Fener Rum Patrikhanesi’nin ortak amaç doğrultusunda yürüttükleri faaliyetlerine bakıldığında Yunanistan’ın;
—1991’de Fener Patriği’nin Türk vatandaşı olması zorunluluğunun kaldırılmasını talep ettiği,
—1993’de Ayasofya’nın yeniden Ortodoks ibadetine açılması isteğini dile getirdiği,
—Avrupa’da Bizans’ı hatırlatma kampanyaları başlatıldığı,
—Moskova’da sermayesini Yunanlı işadamlarının sağladıkları ilk ve tek Ortodoks bankasının kurulduğu,
—Atina’da Türklerin ve İslam’ın etkisini kırmak, İstanbul’u yeniden kazanmak amacıyla bir siyasi parti ve bir vakıf oluşturduğu görülmektedir. Yakın dönemde 22–28 Eylül 1997 tarihleri arasında, AB Dönem Başkanı Jacques Santer’in himayelerinde ve Fener Rum Patrikhanesi’nin koordinesinde Karadeniz Tehlikede konulu bir sempozyum düzenlenmiştir. Trabzon’dan başlayarak Batum, Novorossysk, Odesa, Sulina, Varna ve İstanbul limanlarına uğrayarak Selanik’te son bulacak şekilde seyir halindeki bir gemide gerçekleştirilen sempozyuma Avrupa ülkeleri ve Türkiye’den çok sayıda din, bilim ve iş adamı katılmıştır. (Katılan 329 kişiden 21’i Türk’tür)Patrik Bartholomeos, 28 Eylül–02 Ekim 1997 tarihleri arasında sempozyum kapsamında Selanik’i ziyaret etmiş, Selanik’te Yunan ve Bizans bayrakları altında askeri tören ve Yunan milli marşı eşliğinde Yunan Cumhurbaşkanı, Başbakan, Generaller, PKK ile yakın ilişkileriyle tanınan milletvekilleri, AB ülkelerinin Selanik Konsolosları ve din adamlarından oluşan kalabalık bir topluluk tarafından karşılanmıştır.


TÜRKLER VE MESİHUŞA

YAZAR : RAMAZAN KAĞAN KURT        TRUVA YAYINLARI



 Hiç merak ettiniz mi?

1960´ta Menderes, 1963´te İnönü, 1971´de Demirel, niçin düşürüldü? 12 Eylül gayrimeşru çocuğu niçin peydahlandı?
Ya 2001 ekonomik krizi Ecevit-Bahçeli-Yılmaz hükümetinin başına niçin dolandı?
Biz Türkler birbirimizle sıkça kavga etsek de zor günlerde kolay birleşiriz.
Şimdi, Attila İlhan´ın yüzde 10´luk hain kontenjanı dedikleri hariç; sağcı, solcu, mini etekli, başı örtülü, az dindar, çok dindar bu vatan benim diyenlerin, hâsılı Atsız´ın dediği gibi Bütün Türkler bir ordu olmanın, Kur´an ve Nutuk´u bir kere daha okuyarak İstiklal Marşı ve Arif Nihat Asya´nın Bayrağım şiirini Hakkari´den Edirne´ye, Antalya´dan Trabzon´a bir kez daha hep birlikte okumak için ayağa kalkmanın zamanıdır.
İnanın, bu iman (Kur´an), bu akıl (Nutuk), bu gövde (İstiklal Marşı), bu ses (Bayrağım)... Gerisi kendiliğinden gelecektir.
Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça çok daha büyük işler başaracaktır.
Türk Milleti yeni bir İstiklal Harbi´ne hazır olmalı, tez elden de nükleer gücü elde etmelidir.
Başkan Kennedy´nin ünlü bir sözü vardır:
Ya bir yol bulun, ya bir yol açın, ya da yoldan çekilin. Bu sözü de Türkiye´yi idare ettiğini zanneden sivil ve askerler için yazdım.
Armegedon Savaşı'nın "Yecüc ve Mecüc"ü Türkler - Amerikan Gücünün Zayıflıklıkları.

Kendi varlığının ve bekasının devamı için dünya insanlarının beyninde ezotirik bir duruşu olduğu anlayışını yerleştirmeye çalışan İsrail Amerika
ve destekçileri için bugüne kadar yazılmış olanen iyi araştırma  direkt kaynak vererek yazılmış bir eser.

MİSYONERLER SAVAŞI :

YAZAR : MUSTAFA KARNAS          TRUVA YAYINLARI



Misyonerler Savaşı
Hz. Muhammed karikatürlerinin yayınlamasından sonra bütün dünya ayağa kalkmış, her yerde protesto gösterileri yapılmaktadır. Tüm dünya bu üzüntü verici gelişmelerle çalkalanırken, herkes Trabzon'dan gelen bir cinayet haberiyle şok olmuştur.

Ama artık ok yaydan çıkmıştır… Birileri Türkiye aleyhine birtakım kirli oyunlar içine girerek Türkiye ile Amerika arasında bir savaş çıkartmaya çalışmaktadır. Türk hükümeti büyük bir sessizlik içinde olan biteni izlerken, bir grup vatansever Türk, bu tezgahı bozmak için çalışmaya başlamışlardır. Amaçları Tarsus'ta bir din devleti kurduktan sonra Armageddon savaşını başlatarak İsa Mesih'in yeryüzüne inmesini ve Deccal ile savaştıktan sonra Tanrı'nın Göksel Krallığı'nı kurmasını hızlandırmak olan Evangelistler, neredeyse bütün ülkeyi ilk önce gizlice, sonra açık bir şekilde işgal ederek her yere kurdukları kiliselerle Türk halkını kâh para ödeyerek kâh beyinlerini yıkayarak din değiştirmeleri yönünde zorlamışlardır.
Din devletinin ilan edildiği gün Türk ordusu harekete geçecek ve Evangelistleri öldürecek, böylece Amerika da kendi insanları öldürüldüğü için Türkiye'ye savaş açacaktır. Bütün bunlar ne zaman ve nasıl olacaktı? Evangelistler kurdukları tezgahın kurbanı mı olacaklardı? Bir grup vatanseverin kahramanlık, fedakarlık ve ölümcül öyküsünü okurken aslında hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını fark edeceksiniz

ALMAN VAKIFLARI(BERGAMA DOSYASI )
Yazar : Necip Hablemitoğlu         Pozitif Yayınları



Aralık 2002'de "faili meşhul" bir cinayete kurban giden değerli araştırmacı, Cumhuriyet Tarihçisi Dr. Necip Hablemitoğlu bu kitabında Alman Vakıflarının Türkiye'deki faaliyetlerine, yapısına ve bağlantılarına mercek tutuyor

 Bu vakıfları Bergama'da altın madeni işletilmesinin önüne geçmeye iten dinamikleri inceliyor. Söz konusu vakıflarla işbirliği yapan Türk aydınlarının tutumunu eleştiriyor ve bu kişilerin eylemlerinin ne tür amaçlara hizmet ettiğini gözler önüne seriyor. 

Sivil Toplum Kuruluşlarının ve bireylerin Avrupa kökenli kurum ve kuruluşlarla olan ilişkilerinin ne tür riskler içerebileceği konusunda kamuoyunu aydınlatıyor, düşündürüyor...

YAKIN TARİHİMİZDE GİZLİ ÇEHRELER BÜTÜN ESERLERİ 1
M. Ertuğrul Düzdağ              İz Yayıncılık   



Yakın tarihimizin üzücü, ürkütücü ve tiksindirici karanlıkları içinden, bazı maskeler ve onların arkasındaki çirkin yüzler...Bunların kimlikleri ve milletimizi içine sürükledikleri fikir ve inanç uçurumları.
Dini, canı ve kanı ile bu vatana ve bu millete bağlı olanları üzecek, fakat uyandıracak gerçekler.
Tarihimizi, gelecekte de, bir "aldanış ve felaketler tekerrürü" olmaktan kurtaracak şuura ermek için, çok gerekli bilgiler, araştırmalar, belgeler...
Sonraki zamanlarda Tekin Alp ismini de kullanacak olan Türkiye’deki Türkçülük hareketinin liderlerinden Yahudi Moiz Kohen.

İshak Kohen’in oğlu Moiz Kohen,  bugün Yunanistan sınırları içerisinde yer alan Serez’de dokuz çocuklu Musevi bir ailenin en  küçüğü olarak 1883 yılında dünyaya gelir.Ailesi daha sonra, kültürler ve ırklar mozaiği olan Selanik’e göçer.Burada Fransız Yahudileri tarafından Doğu’da yaşayan Yahudilerin eğitimlerini geliştirmek amacıyla kurulan Alliance Israelite Universelle adlı hayır derneğinin yönettiği bir okula devam eder.Aynı zaman dilimlerinde Kohen, Selanik Yahudi Öğretmen okulunda hahamlık öğrenimine devam eder.Fakat hayatının hiçbir döneminde resmi olarak  hahamlık yapmaz.Daha sonra, önce Selanik’te üç yıllık Ecole Imperiale de Droit’da, sonra da İstanbul’da hukuk okur.
            1907’li yıllarda bazı Selanikli Yahudilerle beraber masonların faaliyetlerine katılır.1909 yılında düzenlenen Hamburg Dünya Siyonist Kongresi’ne Selanik delegesi olarak iştirak eder.Kongreye katılan delegelerin çoğunluğu “tüm dünyadan Filistin’e bir Yahudi göçü” görüşünü desteklerken, Moiz Kohen yapılacak Yahudi göçünün “Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm bölgelerine yapılması gerektiği” görüşünü destekler.Bu yüzden ortaya çıkan görüş ayrılıklarından dolayı kongreyi erken terk edip Selanik’e döner.Moiz Kohen’in bu tarihlerden sonra Yahudilikle ilgili faaliyetlerden uzaklaşıp Türk ulusculuğuna yönelmesi oldukça dikkat çekici ve kafa karıştırıcıdır.
           Moiz Kohen, 1908 yılından itibaren İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin siyasal çalışmalarına aktif bir şekilde destek verir. Fakat cemiyetin karar verme mekanizmaları üzerinde bir etkinliğe kavuşamaz(Örneğin, hiçbir zaman yine Selanikli bir Yahudi olan Emanuel Karasu’nun Cemiyetin üzerinde etkinlik gücüne kavuşamamıştır).  
           Moiz Kohen, Selanik Şehrinin 1912’de Yunanlılar tarafından ele geçirilmesi üzerine, birkaç ay Viyana’da kaldıktan sonra  İstanbul’a yerleşir. Burada düşünsel olarak ilişkide bulunduğu kişiler arasında Ziya Gökalp ve Celal Sahir Şenozan gibi isimler vardı. Kohen, Türkçülük görüşlerini geliştirirken Ziya Gökalp’tan çok etkilenir. Bazı kaynaklarda Ziya Gökalp’ın Moiz Kohen’den etkilendiği iddia edilir ki bu doğru değildir. Tam tersi Moiz Kohen, Ziya Gökalp’den çok etkilenmiş ve adeta onun fikirsel öğrencisi konumunda kalmıştır.O kadar ki; sonradan kullanacağı “Tekinalp” takma adının Ziya Gökalp tarafından kendisine verildiği öne sürülmüştür.İstanbul yıllarında Kohen, Türk Yurdu, Türk Derneği ve Yeni Mecmua gibi dergilerde kültürel ve ekonomik konuları işlediği makaleler yazar.
          İlk denemesi olan “Türkler Milli Bir Ruh Arayışı İçindeler” adlı makalesi, 1912 yılında Turancı eğilimleri bulunan İstanbul Türk Yurdu adlı dergide Fransızca aslından çevrilerek yayınlanır.
          1914’te İstanbul’da Türkçe olarak basılan “Turan”, bütün Türk asıllı insanların mutlu vatanı Turan’ı ve bunun politik geleceği üzerine çeşitli varsayımların irdelendiği Büyük Türklük üzerine uzunca bir çalışmaydı.
           914 Yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa girmesinden sonra yayınlanan “Türkler bu Muharebede Ne Kazanabilirler? Büyük Türklük:En Meşhur Türkçülerin Mütalaatı” adlı kitabı yayınlanır.Kitap, Enver Paşa ve diğer bazı İttihat ve Terakki liderleriyle birlikte benimsediği Büyük Türklük ideolojisi hakkında etkileyici bir senaryo sunuyordu.
           Birinci Dünya Savaşı boyunca Tekinalp yoğun olarak güncel konular üzerine, daha çok süreli yayınlar için makaleler yazar.
           Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul’daki yaşantısına “Duhan Türk anonim Şirketi” adlı bir tütün şirketinde hukuk danışmanı olarak devam eden Moiz Kohen, radikal Türkçü fikirleri savunmasına rağmen, oldukça tuhaf bir şekilde Anadolu’daki bağımsızlık hareketine destek sayılabilecek ne bir eylemde bulunmuş, ne de bir fikir yazısı yazmıştır.
          Kohen, Birinci Dünya Savaşının ardından gerçekleştirilen Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasının ardından Kemalizm’i ateşli bir şekilde desteklemeye başlar.Tekinalp’in  Kemalizm adlı kitabı 1936 yılında yayınlanır.Bu kitabında; “Türklerin İslamiyet’i kabul etmeleri sonrasında öz değerlerini kaybettiğini, bu değerlerin ancak yeni bir fikirsel  anlayış ile yeniden ortaya çıkacağını” iddia etmektedir.
        Moiz Kohen, yazılarında İslamiyet’ten arındırılmış laik bir Türkçülük anlayışını savunmaktaydı.O, Türklerin İslamiyet’e girmesiyle “atalar ruhundan” uzaklaşarak “sentetik(yapay) ruh” yapısına büründüğünü iddia etmektedir. Tekinalp’in “atalar ruhu” dediği kavramdan İslamiyet öncesi özellikle Atilla, Mete ve Cengiz Han dönemlerindeki Şamanist Türklerin anlayışı ve yaşayışı kastedilmektedir. Ona göre Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra “(…) Atalar ruhu uzun bir küsuf(kararma, özünden uzaklaşma) geçirmiş, onun yerine, milletin manevi hayatı üzerinde, sentetik(suni ve yapmacık) yahut İslamlar arası adını verdiğimiz ruh hakim olmuştur.Cengiz Han atalar ruhunun yasalarından hareket ettiği için büyük kahramanlıklar elde ederken, Timur’un başarısı dar bir alanda kalmıştır(Müslüman olduğu için herhalde!!!???).  
       Moiz Kohen’in günlüklerinden öğrendiğimize göre yazmayı planladığı son kitabı “Musevi Mucizesi” adını taşıyacaktı.Kohen, ömrünün sonuna kadar “haham disiplinini ve Ortodoks Yahudi kimliğini” korur, 1961 yılında Fransa’nın Nice kentinde ölür ve Yahudi geleneklerine göre düzenlenen bir törenin ardından buradaki Yahudi mezarlığına gömülür.
       Yazımızı beyin jimnastiği olabilecek şu soruyu okuyuculara yönelterek bitirelim: hayatı boyunca Siyonist düşüncelerini gizleyip yaşamını Osmanlı İmparatorluğu ve daha sonrasında Türkiye’deki Yahudilerin Türkleştirilmesine adamış gözüken, “İslamiyet’ten arındırılmış”  Turancı ve Türkçü  görüşleri en radikal bir şekilde savunan, 1909 yılında bir gazeteye gönderdiği bir açıklamada “(…)hala Siyonistim, her zaman da Siyonist kalacağım” diyen Haham Moiz Kohen bütün bu  Radikal teorileri  geliştirme ihtiyacını acaba neden  duymuştur?

 ANADOLUDA'Kİ AMERİKA

(Kendi Belgeleriyle 19.yy'da Osmanlı İmparatorluğundaki Amerikan Misyoner Okulları)
Yazarı          :  Uygur KOCABAŞOĞLU
Yayınevi       : İmge Kitapevi Yayınları


                  Tüm 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk çeyreği misyonerliğin altın çağıdır. Zira bu çağ aynı zamanda kapitalizmin emperyalizme dönüştüğü çağdır. Bu dönüşümde araçsal görev üstlenen kurumlardan birisi de misyoner dizgesidir.
                  Görünürdeki ereği dinsel, gözlerden saklanan ereğiyse ekonomik, siyasal, kültürel özellikler ortaya koyan misyoner faaliyet, matbaa, hastane, okul gibi modern kurumlar ekseninde yürütülmüştür. Okul, Amerikan misyoner faaliyetinin bir tür vitrini olmuştur. Bu vitrine konan mostralık ürünlerse yüksek okullar ya da kolejlerdi. Kolejler bir yandan Osmanlı İmparatorluğu'ndaki "Amerikan çıkarları"nın bel kemiğini oluşturuyor, bir yandan da "Yeni Dünya"nın eğitim alanındaki prestijini simgeliyordu. Misyoner dizgesinin, ABD'nin emperyalist yayılmasına en büyük katkısı tanıma ve tanıtma konusundadır. Tanımak, nüfuz edebilmek için, tanıtmaksa öncelikle bu nüfuz edişi haklılaştırmak için zorunluydu. Dolayısıyla misyonerlerin en kalıcı etkileri, ülkelerinin insanlarının kafasında, bulundukları ülkelere ve halklara ilişkin iyi ya da kötü bir imaj yaratmak konusunda ortaya çıkmıştır.
                  Bu kitapta Amerikan misyonerlerinin 19. yüzyıl Anadolu'sundaki serüvenlerini bulacaksınız.

OSMANLIDAN GÜNÜMÜZE
MİSYONER FALİYETLERİ


Yazarı         : Necdet SEVİNÇ
Yayınevi      : Milenyum Yayınları

                 Oryantalizm, Avrupalılar'ın doğuya hakim olmak, doğuyu yeniden kurmak ve doğunun âmiri olmak için geliştirdikleri bütün silahların adıdır!
Yani oryantalizm, hıristiyan Batı'nın, müslüman doğuyu siyasi, sosyolojik, askeri ideolojik, bilimsel ve estetik bakımdan yönetmesi demektir. Avrupalılara göre, vahşi doğunun fethe ihtiyacı vardır. Dolayısıyla doğuya yapılacak seferler saldırı niteliği taşımaz. Çünkü amaç onları kurtarmaktır. Aslında çoğu oryanlaste göre, doğu batı ile eşit olmadığı gibi, doğulu insan da batılı insanla eşit değildir. Mesela John Westlake, "Uluslararası Hukuk Prensipleri" adlı eserinde "Medenileşmemiş bölgelerden" bahsederken, bunların büyük göçler tarafından işgal edilmesi gereğini savunmaktadır.

İNGİLİZ CASUSUNDAN 

İTİRAFLARI :
Yazar : M.Sıddık Gümüş               Hakikat Kitapevi


Masonların, mezhepsizlerin yeni dünya düzeni için neler yaptığını, ... daha başka çevreler içinde olduğunu

İngilizlerin (hırıstyan,siyonist -mason) ve mezhepsiz din adamlarının Osmanlıyı nasıl yıktığı
Kıdemli Albay Hüseyin Hilmi Işık, Büyük oyunu Ifşa Ediyor;
İngilizler,(hrıstyan, siyonizm mason, projesi) islamiyeti imha etmek için hazırladıkları, kitabı, Osmanlı islam devletini yıkmak için tatbik ettiler. Sonra ingiliz ordusu, islam ülkelerini kolayca işgal edip, koca islam devletini yok etti. İslam alimlerini zindanlarda, ölüme terk etti. İngilizler,(hrıstyan, siyonizm mason, projesi) Osmânlı Devletini yıktılar. Yeni kurdukları devletlerin idâresini, masonlarının ellerine verdiler. Bunlar da (Müstemlekeler nezâreti) maddesini anayasa yaparak, islâmiyyete saldırmaya devam ediyorlar.

 İslâmın en büyük düşmanının, ingilizler (hrıstyan, siyonizm mason, projesi) olduğunu anlıyacak, şimdi bütün dünyadaki müslümanlara saldıran emperyalizmi, (kemalizmin) ingilizlerin (misyoner ,siyonizm mason projesi) kurduğunu ve onları beslemekte olduğunu iyi öğrenecektir. İlmi, aklı ve vicdanı olan anlar!!!

Müşrikler, (ateist,mason,hrıstyan) yahudiler gibi, müslümanlara şiddetli düşmandır. Müslümanları öldürürler, memleketlerini,dinlerini tahrip ederler.

 ATATÜRK İNKILAPLARI VE MİSYONER HEMPER  AYNI AMACA KOŞUYOR;

Sekreter, bu bilgileri gizli tutmamızı, saklamamızı sıkı tenbîh etti. Ben de bu hâtıralarımı mahkemeye vererek, elli seneden evvel açılmamasını vasıyet ettim. (HEMPERİN HATIRALARI)

ÖNSÖZ;

Allahü teala, Kur'an-ı kerimde, Maide sûresinin seksenikinci âyetinde, (İslâmiyetin en büyük düşmanı, yahudiler ve müşriklerdir) maide 82 buyurdu. yahudi ve hırıstyan ve ateistler Muhammed aleyhisselama (islam) inanmadıkları için (Kafir) oldu. hırıstyan ve yahudilere (Ehl-i kitap) hiristyan ve ateistlere müşrik denildi. İslamiyet zuhur (dünya sahnesine girice) edince, papazların hahamların ve masonların orta çağdaki hakimiyyetleri yıkıldı. İslamiyeti yok etmek için, misyoner teşkilatları kurdular. Bu işte en ileri giden, ingilizler oldu. Londrada (Müstemlekeler nezareti-mason ,misyoner teşkilatı) kuruldu. Akla, hayale gelmeyen yahudi hileleri ile ve askeri ve siyasi kuvvetler ile islamiyete saldırdılar.

Ondört asırdan (1400 seneden ) beri, müslümanlar, Kur'an-ı kerimin aydınlık yolunda çalışarak, ilimde, ahlakta, fende, sanatta, ticarette, siyasette ilerlediler. Büyük devletler kurdular. Avrupalı ve amerikalı halk,      (hırstyan ve yahudi ve ateist) kiliselerin, papazların ve hahamların ahlaksızlıklarını, zulmlerini, soygunlarını, yalanlarını ve yahudi ve hıristiyanlık dininin bozuk olduğunu görerek, hıristiyanlıktan ayrılmaya, müslüman veya dinsiz olmaya başladılar. yahudi ve Hıristiyanlıktan uzaklaştıkca, fende, teknikte ilerlediler. Çünki yahudi ve hıristiyanlık, dünya için çalışmaya, ilerlemeye mani oluyordu. Bu gençlerin yazdıkları, dinleri kötüleyen kitapları okuyan ve ingilizlerin(siyonist mason projesinin) islama karşı yalanlarına, iftirâlarına aldanan bazı müslümanlar da, din cahili oldular. İslâmiyetten uzaklaştıkca, fende gerilemeye başladılar. Çünki islâmiyet, dünya işlerinde de çalışmağı, ilerlemeyi emretmektedir.

İngiliz (siyonist ve mason projesinin) devletinin esas siyaseti, dünyadaki islam ülkelerini ve servetleri sömürmek, kendi mefatlerine nakletmektir. Adaleti, iyiliği ve yardımlaşmayı emreden İslâm dînine kavuşanlar, ingiliz zulmlerine, yalanlarına mani olmaktadır.

Bu kitap ingiliz câsûsunun (hatıralar kitabıdır) itiraflarıdır. Bu kitapta, ingilizlerin(hıristiyan,siyonist mason ortaklığını) islâmiyeti imhâ, yok etmek için hazırladıkları, adî, alçak plânları, yalanları bildirilmektedir. ingilizlerin plânlarını, müslüman ülkelerinde sinsice tatbik ettikleri, devlet adamlarını aldattıkları, müslümanlara, akla, hayale gelmeyen hileler yaptıkları ve Osmanlı islâm devletlerini yok ettikleri bildirilmektedir. Kitabımız emperyalistlerin tuzaklarına düşen cahil müslümanların, gafletten uyanmalarına sebep olacak ve ihaneti kuvvetlendirecek vesikalar ile doludur. (Bilim Adamı-Kıdemli Albay Hüseyin Hilmi Işık)



İngilizler, Hıristiyanlık propagandası yapmak için Hempher’in itiraflarını yayınlamışlar. Müslüman yavrularını aldatmak için, İslam bilgilerini yalan ve yanlış yazmışlardır. Bu yalan ve iftiraları tashih ederek, gerekli açıklamalar yaparak gençlerimizi bu İngiliz hilesinden, tuzağından kurtarmak maksadı ile, bu kitabın özetini yayınlıyoruz.

Bu kitap üç kısımdır:
1- İngilizlerin İslamiyet’i imha etmek için hazırladıkları planları bildirilmektedir.

2- İngilizlerin planlarını, Müslüman memleketlerinde sinsice tatbik ettikleri, devlet adamlarını aldattıkları, Müslümanlara, akla, hayale gelmeyen işkenceler yaptıkları ve Hind ve Osmanlı İslam devletlerini yok ettikleri bildirilmektedir.

3- Hulasat-ül-kelam’dan tercüme olup, hak dinin İslamiyet olduğunu ispat etmektedir.

Kitabın tamamı www.hakikatkitabevi.com adresinden okunabilir ve temin edebilir.

İngiliz casusu Hempher diyor ki:
Devletimiz, Hindistan, Çin ve Ortadoğu’daki sömürgelerini idaremizin altına alabilmek için çok faal ve başarılı bir politika tatbik ediyor. Burada iki şey mühimdir:
1- Elimize geçmiş yerleri elimizde tutmaya çalışmak,
2- Elimize geçmemiş yerleri ele geçirmeye çalışmak.

Sömürgeler bakanlığı, bu iki vazifeyi ifa etmek üzere, bu devletlerin her biri için, birer komisyon teşkil etmiştir. Vazifeye başlayınca, bakan bana itimat etti ve Doğu Hindistan şirketinde bir vazife verdi. Bu, görünüşte bir ticaret şirketi idi. Fakat asıl vazifesi, Hindistan’ın büyük ve geniş topraklarına hakim olmanın yollarını araştırmaktı.

Hükümetimizin, Hindistan için hiç endişesi yoktu. Zira Hindistan, değişik milletlere, ayrı dillere ve zıt çıkarlara sahip bir ülkeydi. Çin’den de pek korkumuz yoktu. Çünkü, Çin’e hakim olan Budizm ve Konfüçyüs dinlerinin canlanmasından korkulmuyordu. Zira bunlar, hayatla hiç alakalanmayan, iki ölü din idi. Binaenaleyh, bu iki ülke halkında vatan sevgisinin olması, çok uzak bir şeydi. Bu iki ülke, biz İngiltere hükümetini rahatsız etmiyordu. Fakat, ilerde olabilecek hadiseleri de gözümüzden uzak tutmuyorduk. Binaenaleyh, bu ülkelerde tefrika, cehalet ve fakirlik, hatta sari hastalıkları yaymak için, uzun vadeli planlar yapıyorduk. Bu iki ülke halkının âdetlerini taklit ederek, niyetlerimizi rahatça gizleyebiliyorduk.

İslam memleketleri son derece rahatımızı bozuyordu. Hepsi de, lehimize olmak üzere, Hasta Adamla [Osmanlı devleti ile] bir kaç anlaşma yapmıştık. Sömürgeler bakanlığının tecrübeli adamları, bu hastanın bir asırdan az bir zaman zarfında can vereceğini söylüyorlardı. Ayrıca, İran hükümeti ile de, gizlice bir kaç anlaşma yapmış ve bu iki ülkeye, mason yaptığımız, devlet adamlarını yerleştirmiştik. Rüşvet, kötü idare ve din bilgisi noksan idarecilerin, güzel kadınlarla meşgul olup, vazifelerini unutması, bu iki ülkenin belini kırdı. Fakat, bütün bunlara rağmen, şu sayacağım sebeplerden dolayı, yaptıklarımızın beklediğimiz neticeyi vermemesinden endişe ediyorduk:

1- Müslümanlar, İslam’a son derece bağlıdır.

2- İslamiyet, bir zamanlar, idare ve hüküm dini idi. Müslümanlar da, azizdi. Bu efendi insanlara, şimdi siz kölesiniz demek zordur. İslam tarihini kötüleyip, Müslümanlara, bir zamanlar elde ettiğiniz izzet ve itibar, bazı şartlar icabıydı. O günler gitti, bir daha geri dönmez, dememiz de mümkün değildir.

3- Osmanlı ve İranlıların, yaptıklarımızın farkına vararak, planlarımızı bozup tesirsiz hâle getirmelerinden çok endişe ediyorduk.

4- İslam âlimlerinden son derece rahatsızdık. Çünkü, İstanbul ve El-ezher âlimleri, Irak âlimleri, Şam âlimleri, emellerimizin önünde aşılmaz engellerdi.

Bu hâl karşısında, bir çok toplantılar yaptık. Fakat, maalesef, her seferinde önümüzde yolun kapalı olduğunu gördük. Casuslarımızdan gelen raporlar, hep hayal kırıcı, konferansların sonuçları da sıfır idi. Lakin, yine de ümitsizliğe kapılmıyorduk. Çünkü, biz, derin nefes almayı ve sabretmeyi âdet edinmişizdir.

Bir toplantımıza, Bakanın kendisi, büyük papazlar ve bir kaç da uzman katılmıştı. Yirmi kişiydik. Üç saatten fazla süren bu toplantıda, hiçbir neticeye varılamadı. Fakat, bir papaz şu sözleriyle bizi cesaretlendirdi:
(Endişelenmeyin! Çünkü, Hıristiyanlık, ancak 300 yıl zulüm çektikten sonra yayıldı. Umulur ki Mesih, gayb âleminden bize nazar edip, 300 yıl sonra da olsa, düşmanlarımız olan müslümanları merkezlerinden çıkarmayı nasip eder. Biz kuvvetli bir inanç ve uzun bir sabırla silahlanmalıyız! Hükmü elimize geçirebilmek için, bütün vasıtaları elde edip, bütün yolları denemeliyiz. Hıristiyanlığı, müslümanların arasında yaymaya çalışmalıyız. Asırlar sonra da, neticeye varabilirsek, çok iyidir. Zira, babalar çocukları için çalışır!)

Sömürgeler bakanlığında, İngiltere’nin yanı sıra, Fransa ve Rusya’dan da, diplomat ve din adamlarının katıldığı bir konferans yapıldı. Bakan ile aramız iyi olduğu için, ben de katılmıştım. Konferansta, Müslümanları parçalayıp, İspanya gibi, dinlerinden çıkararak Hıristiyanlaştırmanın hesapları yapıldı. Fakat, varılan neticeler istenildiği gibi değildi.

Derinlere kök salmış büyük bir ağacı, kurutup, söküp atmak zordur. Fakat, biz zorlukları kolaylaştırıp, yenmeliyiz. Hıristiyanlık, yayılmak için gelmiştir. Bunu, Mesih bize vaad etmiştir. Sömürgeler bakanlığımızın ve diğer hıristiyan hükümetlerin büyük gayret ve çalışmaları neticesinde, Müslümanlar gerilemeye başladı. Hıristiyanlar ise, kuvvetleniyorlar. Uzun asırlar boyunca kaybedilen yerleri alma zamanı geldi. İslamiyet’i imha etmeye, Büyük Britanya devleti öncülük etmektedir.

Müslümanları parçalamak için hareket
1710 yılında Sömürgeler bakanı beni, Müslümanları parçalamak için gerekli ve yeterli bilgileri toplamak ve casusluk yapmak üzere, Mısır, Irak, Hicaz ve İstanbul’a gönderdi. Aynı tarihte ve aynı vazife ile bakanlık canlılık ve cesaret dolu dokuz kişiyi daha vazifelendirdi. Bize lazım olabilecek para, bilgi ve haritanın yanında bir de, devlet adamlarının, âlim ve kabile reislerinin isimleri bulunan birer fihrist verildi. Hiç unutamıyorum! Sekreter ile vedalaştığımızda, bize demişti ki:
(Devletimizin geleceği başarınıza bağlıdır. Onun için, var kuvvetinizle çalışmalısınız.)

İslamiyet’in hilafet merkezi olan İstanbul’a doğru, denizden yola çıktım. Asıl vazifemin yanında, bir de ek olarak, orada Türkçe’yi çok güzel bir şekilde öğrenmem gerekiyordu. Zaten daha önce Londra’da epey Türkçe ve Arapça ve Farsça öğrenmiştim. Fakat, bir lisanı öğrenmek başka, o lisanı ülkenin halkı gibi konuşmak başka şeydi. İnsanların benden şüphe etmemeleri için, Türkçe’yi bütün incelikleriyle öğrenmem gerekiyordu.

Benden şüphe ederler diye endişem yoktu. Zira, Müslümanlar, müsamahakâr, açık kalbli ve iyi niyetlidir. Onlar bizim gibi, şüphe edici değildir. Kaldı ki, Türk hükümeti, o zaman casusları yakalayabilecek örgüte malik de değildi.

Çok yorucu bir yolculuktan sonra İstanbul’a vardım. İsmimin Muhammed olduğunu söyledim ve camiye gitmeye başladım. Müslümanların temiz ve itaatkâr oluşları çok hoşuma gitti. Bir ara kendi kendime: (Bu masum insanlarla neden savaşıyoruz? Mesih efendimiz, bize bunu mu emretti?) dedim. Fakat, ben hemen bu şeytani düşünceden dönüp en güzel bir şekilde, vazifemi yerine getirmeye karar verdim.

İstanbul’da Ahmed efendi isminde yaşlı bir âlim ile tanıştım. Ondaki inceliği, açık kalbliliği, gönül berraklığı ve iyilikseverliği hiçbir papazda görmedim. Bu zat, gece gündüz Peygamberlerine benzemeye çalışırdı. Ona göre, Peygamberleri en kâmil, en üstün insandı. Çok şanslıydım ki, bir kere bile, kim olduğumu, nereli olduğumu sormadı. Bana (Muhammed efendi) diye hitap ederdi. Sorduğum suallere cevap verir, bana şefkat ve merhamet ile muamele ederdi. Zira, beni Türkiye’de çalışmak ve halifenin gölgesinde yaşamak için İstanbul’a gelmiş bir misafir olarak bilirdi. Zaten, bu bahane ile İstanbul’da kalıyordum.

Bir gün Ahmed efendiye: (Annem ve babam öldü. Kardeşim de yok. Bana miras olarak da hiçbir şey kalmamış. Çalışıp kazanmak, Kur’an ve din bilgilerini öğrenmek, yani hem dünya, hem de ahireti kazanmak için, İstanbul’a geldim) dedim. Bu sözlerime çok sevinip dedi ki:
Şu üç sebepten dolayı, sana hürmet göstermek lazımdır:
1- Sen Müslümansın. Bütün Müslümanlar kardeştir.
2- Sen misafirsin. Resulullah (Misafire ikramda bulunun!) buyurdu.
3- Sen çalışmak istiyorsun, (Çalışan, Allah’ın dostudur) diye bir hadis-i şerif vardır.

Bu sözler çok hoşuma gitmişti. Kendi kendime, (Keşke Hıristiyanlıkta da, bunun gibi parlak hakikatler olsaydı. Ne yazık ki, hiçbiri yok) dedim. Fakat hayret ettiğim şey, bu kadar yüce bir din iken, bazı kimseler elinde, İslam’ın zayıflamasıydı.

Ahmed efendiye, Kur’an-ı kerimi öğrenmek istiyorum dedim. Baş üstüne, sana öğretirim dedi. Fatiha suresinden öğretmeye başladı. Kur’an-ı kerimi okutmaya başlamadan önce, abdest alır ve bana da aldırırdı. Kıbleye karşı oturup okuturdu. İki yıl içinde, Kur’an-ı kerimi baştan sona kadar okudum.

İstanbul’da bulunduğum müddetçe, bir cami hizmetçisinin yanında, biraz para karşılığında yatardım. Bu hizmetçi, çok asabi bir adamdı.

Cuma günü işe gitmiyordum. Haftanın kalan günlerinde, Halid isminde bir marangozun yanında, haftalık ücret ile çalışıyordum. Sadece sabahtan öğleye kadar çalışıyordum.

İkindi namazından sonra Ahmed efendinin evine gider, ondan Kur'an, Arabi ve Türkçe lisan dersleri alırdım. Hakikaten, bana Kur'anı, İslam dininin icaplarını ve Arabi ile Türkçe lisanlarının inceliklerini gayet güzel bir şekilde öğretiyordu.

Ahmed efendi bekâr olduğumu anlayınca, beni evlendirmek istedi. Hayır dersem, ilişkilerimizin kesilmesine sebep olabileceğini anlayınca, ona yalan söyledim. Ben iktidarsızım dedim. Böylece, eski dost ve ahbaplığın devam etmesini sağladım.

İki yıl sonra, Londra’ya dönüp, Bakanlığa, hilafet merkezi ile alakalı geniş bir rapor sunup, yeni emirler almam gerekiyordu.

Londra’ya dönünce yeni emirler aldım
Maalesef Londra’ya ancak altı kişi dönebilmiştik.

Türkçe ve Arapça ile Kur'anı ve ahkam-ı İslamiyeyi çok iyi öğrenmiştim. Fakat, bakanlığa Osmanlı Devletinin zayıf noktalarını gösterecek bir rapor hazırlamayı başaramamıştım. İki saat süren toplantıdan sonra, sekreter bu başarısızlığımın sebebini sordu. Ben de, (Önceki vazifem dil ile Kur’an ve İslamiyet’i öğrenmekti. Bunun haricindeki işlere fazla vakit ayıramadım. Fakat, bu sefer sizi memnun edeceğim) dedim. Sekreter, (Elbette başarılısın ancak birinci olmanı isterdim) dedi ve şöyle devam etti:
(Hempher, gelecek seferki vazifen ikidir:
1- Müslümanların zayıf noktaları ile, onların vücutlarına girip, mafsallarını ayırmamızı sağlayacak noktaları tespit etmektir. Zaten, düşmanı yenmenin yolu da budur.
2- Bu noktaları tespit edip, dediğimi yaptığın zaman, yani Müslümanların arasını açıp, onları birbirine düşürebildiğin zaman en başarılı ajan olacak ve bakanlık madalyasını kazanmış olacaksın.)

Londra’da altı ay kaldım. Amcamın kızı Maria ile evlendim. O zaman ben 22, o ise 23 yaşındaydı. Maria hamile iken Irak’a gitmem için emir geldi. Çocuğumun dünyaya gelmesini beklerken, bu emrin gelmesi beni üzdü. Fakat, vatanıma verdiğim önem, kocalık ve babalık hislerimin üstündeydi. Bunun için, hiç tereddüt etmeden, emri kabul ettim. Vedalaştığımız gün, ikimiz de çok ağladık. Az daha seferi iptal ediyordum. Fakat, hislerime hakim olmayı bildim. Onunla vedalaştım ve son talimatları almak üzere, bakanlık binasına gittim.

Altı ay sonra, kendimi Irak’ın Basra şehrinde buldum. Basra’da, Arap, Fars ve biraz da Hıristiyan vardı.

Bir gün, Sömürgeler bakanlığında Sünni ve Şii ihtilafından söz ettim, (Müslümanlar, hayattan bir şey anlasalar, aralarındaki Şii-Sünni ihtilafını kaldırır ve birleşirler) dedim. Biri, hemen sözümü keserek, (Senin vazifen bu ihtilafı körüklemektir. Müslümanların nasıl birleşeceğini düşünmek değildir) dedi.

Sekreter, Irak seferine çıkmadan önce, bana dedi ki:
(Hempher, bu sefer vazifen, bu ihtilafları iyice tanımak ve bakanlığa bilgi vermektir. Müslümanların arasındaki ihtilafı şiddetlendirebilirsen, İngiltere’ye en büyük hizmeti yapmış olacaksın. Biz İngilizler, refah ve saadet içinde yaşamamız için, bütün dünya devletlerinde ve sömürgelerimizde tefrikalar çıkarmak zorundayız. Osmanlı Devletini de ancak böyle fitnelerle yıkabiliriz. Böyle olmazsa, sayıca az bir millet, sayısı çok olan bir millete nasıl hüküm edebilir? Bütün gücünle, zayıf noktaları ara bul ve oradan içeriye gir. Bilmiş ol ki, Osmanlı Devleti ve İran, zayıf devrelerini yaşıyorlar. Bunun için, senin vazifen, idarecilere karşı isyana sevk etmektir! Tarih, “Bütün inkılapların, halkın ayaklanmasından kaynaklandığını göstermiştir”. Müslümanların birlik beraberliği kuvvetleri dağılınca, onları rahatça imha ederiz.)

Muhammed’in Peygamberliği hususunda hakikate varabilmek için, daima inceleme ve araştırma yapıyordum. Bir kere, merakımı Londra’da papazın birine açtım. Taassup ve inat ile konuştu. İkna edici bir cevap da vermedi.

Müslümanlar, (Hazret-i Muhammed’in Peygamberliğinin delili çoktur. Bunlardan biri Kur’andır) derler. Kur’anı okudum, hakikaten çok yüce bir kitaptır. Hatta, Tevrat’tan ve İncil’den daha yüksektir. Zira, içinde düsturlar, nizamlar, ahlakiyat v.s. vardır.

Muhammed Peygamber gibi, okumamış, yazmamış bir zatın, böyle yüce bir kitabı nasıl bıraktığına hayret ediyorum. Çok okumuş, seyahat etmiş bir adamın dahi sahip olamadığı bilgi, zeka ve bir şahsiyete nasıl malik olabilmişti? Acaba bunlar, onun Peygamberliğinin delilleri miydi?

Basra’ya varınca
Basra’ya varınca, bir camiye yerleştim. Caminin imamı Şeyh Ömer Tai isimli, Arap asıllı Sünni bir zattı. Ama benden şüphelenip, beni sorguya çekti. Bu tehlikeli sohbetten kendimi şöyle kurtardım: (Ben Türkiyeliyim, Iğdırlıyım, İstanbul’daki Ahmed efendinin talebesiyim. Halid isminde bir marangozun yanında çalışıyordum) dedim ve gerekli bilgiler verdim. Birkaç cümle Türkçe de konuştum. İmam gözleriyle oradan birine işaret ederek, benim Türkçe’yi doğru konuşup konuşmadığımı sordu. O da, olumlu cevap verdi. İmamı ikna ettiğim için çok sevinmiştim. Fakat, hayal kırıklığına uğradım. Çünkü, birkaç gün sonra, anladım ki, imam efendi benden şüpheleniyor ve Türk casusu olduğumu zan ediyordu. Daha sonra, Sultan tarafından tayin edilen vali ile, aralarında ihtilaf olduğunu öğrendim.

Şeyh Ömer efendinin camiinden uzaklaştım, orada misafir ve yabancıların kaldığı bir handa, oda kiraladım. Hanın sahibi Mürşid efendi her sabah rahatımı kaçırır, sabah ezanı okunur okunmaz, namaza kaldırmak için gelip, kapımı sert bir şekilde çalardı. Onu dinlemeye mecburdum. Ben de kalkar ve sabah namazını kılar görünürdüm.

Bir gün, Mürşid efendi, (Sen geldikten sonra, başım dertten kurtulmuyor. Ben bunu, senin uğursuzluğuna veriyorum. Zira, sen bekârsın. Bekârlık, uğursuzluktur. Ya evlen, ya da burayı terk et) dedi. Ona, evlenebilecek durumum, param yok dedim. Ahmed efendiye söylediğimi ona söyleyemedim. Zira Mürşid efendi, doğru söyleyip söylemediğimi öğrenebilmek için, soyup kontrol edebilecek biri idi.

Böyle deyince, Mürşid efendi, (Eğer yoksul iseler, Allah onları lütfu ile zenginleştirir) âyetini duymadın mı?) dedi. Şaşırıp kaldım. Sonunda dedim ki, peki evleneyim, fakat masrafsız bir kız bulabilir misin?

Mürşid efendi, (Ben anlamam! Receb ayının başına kadar ya evlen veya çık git) dedi. Recebe 25 gün kalmıştı.

Bir marangozun yanında çok az bir ücretle iş bulup, Mürşid efendinin hanından çıktım. Marangoz Abdür Rıza Horasanlı bir Şii idi. Ondan Farisi öğrenmeye başladım. Her gün, İranlı Şiiler, onun yanında toplanır, siyasetten iktisada kadar, her konuda, konuşurlardı. Hem kendi hükümetlerine, hem de İstanbul’daki Halifeye çok dil uzatırlardı. Yabancı biri gelince, hemen sözü değiştirirlerdi.
Bana çok itimat ediyorlardı. Sonradan anladım ki, Türkçe bildiğim için, beni Azerbaycan halkından zan ediyorlarmış.

Marangoz dükkanına bir delikanlı arada bir uğrardı. İlim talebesi kıyafetinde ve Arabi, Farisi, Türkçe biliyordu. İsmi Muhammed bin Abdülvehhab Necdi idi. Bu delikanlı, son derece yüksekten konuşan ve gayet asabi biriydi. Osmanlı hükümetini çok kötülediği halde, İran hükümetinin aleyhine konuşmazdı. Onun dükkan sahibi Abdürrıza ile dostluğunun sebebi, ikisi de İstanbul’daki Halifeye muhalif idiler. Ama bu delikanlı, Farisi’yi nasıl biliyor ve Şii olan Abdürrıza ile nasıl arkadaşlık edebiliyordu?

Necdli Muhammed, Sünni idi. Sünnilerin çoğu, Şiilerin aleyhinde konuşmalarına ve hatta bir kısmı, Şiileri tekfir etmelerine rağmen, o hiç Şiileri rencide etmezdi. Necdli Muhammed, Sünnilerin dört mezhebinden birine tâbi olmayı gerektiren, herhangi bir sebep görmüyordu ve (Kur’anda bu mezhepler hakkında hiçbir delil yok) diyordu. Bu husustaki hadislere hiç önem vermiyordu. Kendini beğenmiş bu Necdli genç, Kur’anı ve Sünneti anlama hususunda, nefsine uyardı. Sadece kendi zamanındaki âlimlerin ve dört mezhep imamının değil, Ebu Bekir, Ömer gibi sahabenin de görüşlerini hiçe sayardı.

Aradığımı bu gençte bulmuştum. Zira, onun âlimlere saygısızlığı, dört Halifeye de önem vermeyişi, Kur’anı ve Sünneti anlama hususunda müstakil bir görüşe sahip oluşu, onu avlayıp elde etmek için, en zayıf noktalarındandı. Bu mağrur genç nerede, o Türkiye’de yanında okuduğum Ahmed efendi nerede! O âlim, selefleri gibi, dağa benziyordu. Hiçbir güç, onu yerinden oynatamazdı. Ebu Hanife’nin ismini zikir etmek istediği zaman, kalkar abdest alırdı. Buhari isimli hadis kitabını eline almak istediği zaman, yine abdest alırdı.

Necdli genç ise, Ebu Hanife’yi çok hafife alır, (Ben Ebu Hanife’den daha iyi biliyorum) derdi.

[Hempher’in itiraflarını okurken, şu olayı hatırladık: Lisede öğretmen iken derste, bir talebem, (Hocam, harpte ölen Müslüman şehid olur mu?) dedi. Evet olur dedim. (Peygamber bunu haber verdi mi?) dedi. Evet dedim. (Denizde boğulursa da, uçaktan düşerse de, şehid olur mu?) dedi. Evet olur dedim. (Peygamberimiz bunları da haber verdi mi?) dedi. Evet, haber verdi dedim. Bir kahraman edası ile ve gülerek, (Hocam! O zaman uçak var mı idi?) dedi. Yavrum! Peygamber efendimizin bir çok isminden biri,Camiul-kelim’dir. Çok şeyleri, bir kelime ile bildirirdi. İşte Peygamber efendimiz, (Yüksekten düşen şehid olur) buyurdu dedim. Bu cevabımı çocuk hayret ve şükran ile karşıladı. Bunun gibi, Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde, çok kelimeler ve hükümler, yani emirler ve yasaklar vardır ki, herbiri, muhtelif manaları bildirmektedir. Bu manaları bulmaya ve aralarından lazım olanı seçmeye (İctihad) etmek denir. İctihad yapabilmek için, derin âlim olmak lazımdır. Bunun için, Sünniler, cahillerin ictihad yapmalarını yasak etti. Bu, ictihadı yasak etmek değildir. Hicretten dört asır sonra, mutlak müctehid hiç yetişmediği için, ictihad yapılamadı, ictihad kapısı kendiliğinden kapandı. Kıyamete yakın, İsa aleyhisselam gökten inecek ve Mehdi çıkacak, ictihad yapacaklardır.]

Ben, Necdli genç ile çok yakın bir arkadaşlık kurdum. Daima onu övüyordum. Bir gün ona, sen Ömer ve Ali’den daha büyüksün. Peygamber şimdi hayatta olsaydı, onları değil seni kendine halife tayin ederdi. Ben, İslam’ın senin elin üzerinde yenilenmesini ve yükselmesini umuyorum. İslam’ı cihana yayacak biricik âlim sensin dedim.

Onunla Kur’anı, sahabenin, mezhep imamlarının ve müfessirlerin tefsirlerine muhalif bir şekilde, tamamen kendi fikirlerimize göre tefsir etmeyi kararlaştırdık. Kur’anı okuyor ve bazı âyetler üzerinde konuşuyorduk. Bundan maksadım, onu tuzağa düşürmekti. Zaten o da, kendini devrimci olarak göstermek ve daha fazla itimadımı kazanmak için, görüşlerimi memnuniyet ile karşılardı.

Bir kere, Cihad farz değildir dedim. İtiraz etmesine rağmen onu ikna ettim, kabul etti. Bir kere de, ona müta nikahı caizdir dedim. İtiraz etti ve (Ömer, Peygamber zamanında mevcut olan iki mütayı yasak etti ve onu yapanı cezalandıracağını bildirdi) dedi. Ben, sen hem, Ömer’den daha iyi biliyorum diyor, hem de ona tâbi oluyorsun. Kaldı ki Ömer, Peygamber helal ediyordu, ben yasaklıyorum demiştir. Sen niye Kur’an ile Peygamberin sözünü bırakıp, Ömer’in sözünü tutuyorsun dedim. O cevap vermedi. Anladım ki, ikna oldu. Onun canının kadın istediğini biliyordum, kendisi bekâr idi. Ona, gel müta nikahı ile birer kadın alalım. Onlarla eğleniriz dedim. Başını sallayarak kabul etti. Bu fırsatı büyük bir ganimet bildim ve ona eğlencelik bir kadın bulmaya söz verdim. Benim gayem, onun insanlardan olan korkusunu kırmaktı. Fakat o, bu işin aramızda sır olarak kalmasını ve ismini de kadına söylemememi şart koştu. Alelacele, orada Müslüman gençleri ifsad etmek için, Sömürgeler bakanlığı tarafından gönderilen, Hıristiyan kadınların yanına gittim. Onlardan birine meseleyi anlattım. Kabul edince, ona Safiye ismini verdim. Necdli genci onun evine götürdüm. Evde sadece Safiye vardı. Necdli genç için bir haftalık müta yaptık. O da kadına ücret olarak biraz altın verdi. Ben dıştan, Safiye içten, Necdli genci avlamaya başladık.

Safiye, onu iyice eline aldı. Zaten, o da, ictihad ve fikir hürriyeti bahanesi ile, İslamiyet’in emirlerine karşı gelmenin nefsani tadını duymuştu.

Müta nikahının üçüncü gününde, âyet ve hadislere rağmen içkinin haram olmadığına dair uzun uzadıya onunla münakaşa ettim. Sonunda, sarhoş etmeyecek kadarı içmek haram değildir diye inandı ve (içki sarhoş etmediği zaman, haram değildir) dedi.

Aramızda geçen bu içki ile alakalı münakaşayı Safiye’ye bildirdim ve ona çok kuvvetli bir içki içirmesini tembih ettim. O da, (Senin dediğini yaptım, içkiyi içirdim, oynadı) dedi. İşte böylece, Safiye ile birlikte, onu iyice ele geçirdik. Sömürgeler bakanı ile vedalaştığım zaman bana, (Biz İspanya’yı Müslümanlardan içki ve zina ile aldık. Yine bu iki büyük kuvvet ile, diğer bütün topraklarımızı da geri alalım) demişti. Bu sözünde ne kadar haklı olduğunu şimdi anlıyorum.

Bir gün ona oruç meselesini açtım. Oruç sünnettir, farz değildir dedim. Buna da itiraz edip, (Beni temelli dinden mi çıkarmak istiyorsun?) dedi. Ben de ona, din, kalbin temizliği, ruhun selameti ve başkasının hakkına tecavüz etmemektir. Peygamber, (Din sevgidir) dememiş mi dedim. Bir kere ona, namaz farz değildir, Allah Kur’anda, (Beni anmak için namaz kıl) [Taha 14] demiyor mu dedim. Öyle ise, namazdan maksat, Allah’ı anmaktır. Binaenaleyh namaz kılmak yerine, Allah’ı an dedim. O da, (Evet bazı kimseler, namaz vakitlerinde namaz yerine Allah’ı zikir ediyorlarmış) dedi. Ben de, onun bu sözüne çok sevinmiştim. Bu fikri ileri götürmeye çok çalıştım ve onun kalbini ele geçirdim. Sonra baktım ki, namaza önem vermiyor. Bazen kılıp, bazen kılmıyor. Bilhassa sabah namazlarını çok kaçırıyordu. Zira, gece ortasına kadar onunla konuşarak, uyumasına mani oluyordum. Sabahları da, halsiz olduğu için, namaza kalkamıyordu.

Bir gün, Peygamber hakkında da yokladım, (Bundan sonra, bu konuda, konuşursan, aramız açılır ve seninle alakamı keserim) dedi. Bunun üzerine, bütün başarılarımın bir anda yok olacağı korkusundan, Peygamber hakkında konuşmayı bıraktım.

Sünnilik ve Şiiliğin haricinde, kendisine bir yol tutmasını telkin ettim. O da, bu fikrime önem veriyordu. Zira mağrur biriydi. Onun yularını Safiye sayesinde, ele geçirdim.

Bir kere de, Peygamber eshabını birbirine kardeş yapmış, doğru mu dedim. (Evet), dedi. Bunun üzerine, İslam’ın ahkamı geçici mi, devamlı mı dedim. (Devamlıdır. Zira Peygamberin helali kıyamet gününe kadar helal, haramı da kıyamet gününe kadar haramdır) dedi. Ben de, öyleyse gel seninle kardeş olalım dedim ve onunla kardeş olduk.

O günden sonra, ondan hiç ayrılmadım. Sefere çıktığında da beraberdik. Kendisine çok önem veriyordum. Zira, gençliğimin en kıymetli günlerini vererek diktiğim ağaç, meyvesini vermeye başlamıştı.

Londra’ya, Sömürgeler bakanlığına her ay bir rapor gönderirdim. Gelen cevaplar çok cesaret verici ve teşvik edici idi. Necdli genç, kendisine çizdiğim yolda yürüyordu.

Benim vazifem ona, istiklal, hürriyet ve şüpheciliği aşılamaktı. İstikbalinin çok parlak olacağını söyler ve onu çok överdim. Bir gün, şöyle bir rüya uydurdum:
Dün gece Peygamberimizi rüyada gördüm. Hocalardan duyduğum sıfatlarını da söyledim. Bir kürside oturuyordu. Etrafında, hiç tanımadığım âlimler vardı. Siz girdiniz. Yüzünüz nur gibi parlıyordu. Peygamberin yanına vardığınızda, Peygamber yerinden kalktı ve her iki gözünüzün arasını öptü. Ve (Sen benim adaşım, ilmimin vârisisin, din ve dünya işlerinde, benim vekilimsin) dedi. Sen, (Ya Resulallah, ben ilmimi insanlara açıklamaktan korkuyorum?) dedin. Peygamber cevaben, (Sen büyüksün, hiç korkma) dedi.

Rüyayı duyduktan sonra, sevincinden uçuyordu. Birkaç defa doğru mu diye sordu. Ben de, her seferinde, yemin ettim, elbette doğrudur dedim. O da, doğru söylediğime emin oldu. O günden sonra, yeni bir mezhep kurmaya karar verdi.

[İstanbul Dar-ül-fünun’unda Akaid-i islamiyye müderrisi Bağdatlı Cemil Sıtkı Zehavi, El-fecr-üs-sadık kitabında diyor ki:
(İngilizlerin hazırladığı Vehhabi fırkasının bozuk fikirlerini, Muhammed bin Abdülvehhab 1737’de Necdde izhar etti. Deriyye emiri Muhammed bin Süud tarafından çok müslüman kanı dökülerek, yayıldı. [Vehhabilerin, müslümanlara, sapıktır, zararlıdır dedikleri ve yaptıkları işkenceler(Kıyamet ve Ahiret) kitabında uzun yazılıdır.] Vehhabiler, kendilerinden olmayan müslümanlara müşrik dediler. Bütün dedeleri gibi bunlar da kâfirdir dediler. Vehhabi dinini kabul etmeyenleri öldürdüler. Mallarını ganimet olarak yağma ettiler. Fıkıh, tefsir ve hadis kitaplarını yaktılar. Kur’an-ı kerimi, kendi düşüncelerine göre yanlış tefsir ettiler. Müslümanları aldatmak için, Hanbeli’yiz dediler. Halbuki, Hanbeli âlimlerinin çoğu bunları red eden, bozuk olduklarını bildiren kitaplar yazdılar. Haramlara helal dedikleri ve enbiyayı ve evliyayı suçladıkları için kâfir oluyorlar. Vehhabi dininin esası ondur. İnançları şöyledir:
1- Allah maddi bir varlıktır. Eli, yüzü ve ciheti vardır.
2- Dört mezhepten birini taklit eden kâfir olur.
3- Vehhabi olmayan kâfirdir.
4- Peygamberin ve Evliyanın mezarlarını ziyaret etmek haramdır.
5- Peygamberi, evliyayı vesile yaparak dua eden kâfir olur.
6- Allah’tan başkası ile yemin eden müşrik olur.
7- Allah’tan başkası için nezreden ve Evliya kabri yanında hayvan kesen müşrik olur.
8- İlk peygamber Âdem değil Nuh’tur, Âdem, İdris ve Şit peygamber değildir.
9- Kur’andan bizim anladığımız doğrudur diyorlar.
10- Eshab-ı kiramın ve âlimlerin bildirdiği şeyleri inkâr ederler.) [El-fecr-üs-sadık]
[Dikkat edilirse, vehhabiliğin bu on esası, Hempher’in Necdli Muhammed’e telkin ettiği din bilgileridir.]

Londra’dan yeni emir geldi
Şiilerin en çok sevdiği, aynı zamanda onların ilim ve ruhaniyet merkeziKerbela ve Necef şehirlerine gitmek için Londra’dan emir geldi. Necdli genç ile görüşmemize son vermeye, Basra’dan ayrılmaya mecbur oldum. Ama bu cahil ve ahlakı bozulan adamın, yeni bir fırka kuracağına ve İslamiyet’in içerden yıkılmasına sebep olacağına ve bu fırkanın bozuk inançlarını hazırlamış olduğuma sevinerek, Basra’dan ayrıldım.

Necef’e, Azerbaycanlı bir tüccar kıyafetinde gittim. Şii din adamlarıyla arkadaşlık ve samimiyet kurdum ve onları aldatmaya başladım. Onların ders halkalarına katıldım. Sünnilerin çalıştıkları gibi, fen bilgilerine çalışmadıkları ve onlardaki güzel ahlaka malik olmadıklarını gördüm.
Birkaçı şöyledir:
1- Osmanlıya son derece düşmanlar. Sünnilere kâfir diyorlar.

2- Şii âlimleri, tıpkı bizim duraklama devrindeki papazlarımız gibi, kendilerini tamamen dini ilimlere vermiş, dünyevi ilimlerle çok az ilgileniyorlar.

3- İslamiyet’in hakikatinden, fen ve teknikteki ilerlemelerden haberleri yok.

Birkaç kere, onları halifeye isyan etmek için teşvik ettim. Beni maalesef dinleyen olmadı. Çünkü onlar, Hilafete zapt edilmesi mümkün olmayan bir kale gibi bakıyorlardı. Onlara göre, ancak Mehdi geldiği zaman, hilafetten kurtulabilirlerdi.

Irak seferimde kalbimi ferahlandıran bir manzara ile karşılaştım. Bazı olaylar, Osmanlının sonunun yaklaştığını haber veriyordu. Zira, İstanbul hükümeti tarafından tayin edilen vali, cahil ve zalim biri idi. Halk ondan razı değildi.

Londra’ya dönmek istiyordum. Zira, uzun zaman gurbette idim. Vatanımı ve ailemi çok özlemiştim. Bundan dolayı, raporumla beraber, bakanlıktan kısa bir müddet için bile olsa, Londra’ya dönmek için izin talep ettim. Üç yıllık Irak seferimle alakalı intibalarımı şifahen anlatmak ve biraz istirahat etmek istiyordum.

Bakanlığın Irak’taki mümessili, kimse şüphelenmesin diye, kendisine fazla uğramamamı ve Dicle nehrinin kıyısındaki hanların birinde, bir oda kiralamamı tembih etti ve (Londra’dan haber gelince sana bildireceğim) dedi.

Basra’dan Kerbela ve Necef’e gittiğimde, Necdli genç, kendisine gösterdiğim yoldan sapacak diye, çok üzülüyordum. Zira o, çok değişken idi. Onun üzerinde inşa ettiğim bütün emellerimin zayi olacağından korkuyordum.

Kendisinden ayrılırken, İstanbul’a gitmeyi düşünüyordu. Bu fikrinden vazgeçmesi için, çok telkinde bulundum ve (Oraya gittikten sonra, seni tekfir edebilecekleri bir söz sarf edersin, seni öldürmelerinden çok endişe ediyorum) diyerek vazgeçirmeye çalıştım.

Gayem başka idi. Oraya gittikten sonra, eğrilerini doğrultacak, Ehl-i sünnet itikadına dönmesini sağlayacak derin âlimlerle görüşmesinden ve bütün emellerimin zayi olacağından korkuyordum. Çünkü, İstanbul’da ilim ve İslam’ın güzel ahlakı vardı.

Ondan ayrılırken, kendisine, takıyyeyi anlattım. (Şiiler arasında, takıyye et, Sünni olduğunu söyleme ki, başına bir felaket getirmesinler) dedim.

Oradan ayrılırken, zekat adı altında ona bir miktar para verdim.

Londra’ya dönmek için emir geldi
Nihayet dönmek için emir geldi. Londra’ya döndüm. Londra’da sekreter ve bazı bakanlık mensupları ile görüştüm. Onlara uzun seferimde yaptıklarımı ve müşahedelerimi anlattım. Çok sevindiler ve memnuniyetlerini bildirdiler. Daha önce gönderdiğim raporu da görmüşlerdi. Safiye de, benim raporuma mutabık bir rapor yollamış. Yine öğrendim ki, her seferimde, bakanlığın adamları, beni takip etmişler. Onlar da, gönderdiğim raporlara ve sekretere anlattıklarıma uygun raporlar vermişler.

Sekreter, Bakan ile görüşmem için bana vakit verdi. Bakanı makamında ziyaret ettiğimde, beni İstanbul’dan döndüğüm seferden farklı bir şekilde karşıladı. Kalbinde, müstesna bir yer işgal etmiş olduğumu anladım.

Bakan, Necdli genci elde ettiğime çok memnun oldu. (O, bakanlığımızın aradığı bir silah idi. Bütün mesain, sadece onu elde etmek için olsa da değer) dedi.

Ben de, (Necdli genç için çok endişeli idim. Zira fikrinden dönmüş olabilir) dedim. (Kalbin rahat olsun. Ondan ayrıldığında sahip olduğu fikirlerden dönmemiştir ve İsfahan’da bakanlığımızın casusları, onunla görüşmüşler, bakanlığa onun bozulmadığını haber vermişlerdir) dedi. Kendi kendime dedim ki, (Necdli genç nasıl sırlarını başkasına anlatabilir!) Bunu bakana sormaya cesaret edemedim. Fakat, sonra Necdli genç ile görüştüğümde anladım ki, İsfahan’da Abdülkerim isminde bir adam onunla görüşmüş ve (Ben Şeyh Muhammedin [Beni kast ediyor] kardeşiyim. Sizin hakkınızda ne biliyorsa hepsini bana söyledi) diyerek, Necdli Muhammedi aldatmış ve onun sırlarını öğrenmiş.

Necdli Muhammed bana, (Safiye benimle İsfahan’a geldi ve iki ay daha, onunla müta nikahı ile yaşadık. Abdülkerim de, benimle Şiraz’a geldi ve Safiye’den daha güzel ve daha cazip Asiye isminde bir kadın daha buldu. O kadınla da müta ile, hayatımın en neşeli dakikalarını geçirdim) dedi.

Daha sonra öğrendim ki, Abdülkerim, İsfahan havalisinden Celfa’da oturan, bakanlığın hıristiyan bir ajanıdır. Asiye ise, Şiraz Yahudilerinden olup, bakanlığın başka bir ajanıdır. Dördümüz, Necdli genci ileride kendisinden bekleneni en güzel bir şekilde yapabilecek surette yetiştirdik.

Ben, olayları anlatınca, Bakan bana, (Sen bakanlığın en büyük madalyasını hak ettin. Zira sen, bakanlığın en mühim ajanları arasında birincisin. Sekreter sana, vazifende yardımcı olacak bazı devlet sırları söyleyecek) dedi. Sonra, bana on günlük izin verdiler.

Yeni emirleri almak için Bakanlığa, gittiğimde, sekreter, (sana çok mühim iki devlet sırrı söyleyeceğim. İlerde, bu iki sırdan çok istifaden olacaktır. Bu iki sırrı, kendilerine tam itimat edilen, birkaç kişiden başka kimse bilmez) dedi. Elimden tutarak, Bakanlığın bir odasına götürdü. Bu odada çok cazip bir şeyle karşılaştım: Yuvarlak bir masanın etrafında on adam oturuyordu.
Birincisi, Osmanlı padişahının kıyafetinde idi. Türkçe ve İngilizce biliyordu.
İkincisi, İstanbul’daki Şeyh-ul-İslamın kıyafetinde idi.
Üçüncüsü, İran Şahının kıyafetinde idi.
Dördüncüsü, İran sarayındaki vezirin kıyafetinde idi.
Beşincisi, Şiilerin tâbi olduğu Necef’deki en büyük âlimin kıyafetinde idi.

Bu son üç kişi, Farsça ve İngilizce biliyorlardı. Bu adamların her birinin yanında, onların söylediklerini yazmak için, birer katip bulunuyordu. Bu katipler aynı zamanda, bu adamlara, casusların İstanbul, İran ve Necef’deki, onların asılları olan beş kişi hakkında topladıkları malumatı bildiriyorlardı.

Sekreter, (Bu beş kişi, oralardaki beş kişiyi temsil ederler. Onların ne düşündüklerini anlamak için, asılları gibi yetiştirdik. Biz İstanbul, Tahran ve Necef’dekilerle alakalı elimize geçen bilgileri, bunlara bildiriyoruz. Bunlar da, kendilerini oradakilerin yerinde kabul eder. Biz onlara soruyoruz, onlar da bize cevaplandırıyor. Bizim tespitimize göre, buradakilerin cevapları, oradakilerin cevaplarına yüzde yetmiş uymaktadır. İstersen, tecrübe mahiyetinde bir şeyler sorabilirsin. Nasılsa, daha önce Necef âlimi ile görüşmüştün) dedi.

Ben de peki dedim. Zira, daha önce, Necef’deki şianın en büyük âlimi ile görüşmüş ve ona bazı hususlar sormuştum. İşte, onun benzerinin yanına yaklaştım ve bazı sorular sordum o da cevaplandırdı.

Bakanlıktaki bu adamın cevapları, Necef’deki Şii âliminin cevaplarına tıpa tıp mutabık idi. Bu adamın Necef’deki âlime bu kadar uygunluğu, beni hayretler içinde bıraktı. Bir de üstelik bu adam Farsça biliyordu.

Sekreter, (Şayet sen diğer dört kişinin asılları ile de görüşmüş olsaydın, şimdi onlarla da görüşebilir ve onların da asıllarına ne kadar mutabık olduğunu görebilirdin) dedi. Ben dedim ki, (Şeyh-ul-İslamın da nasıl düşündüğünü biliyorum. Çünkü, benim İstanbul’daki hocam Ahmed efendi, Şeyh-ul-İslamı bana iyice anlatmıştı.) Sekreter, (O zaman buyur, onun da numunesi ile görüşebilirsin) dedi.

Şeyh-ul-İslamın benzerinin yanına yaklaştım ve ona da bazı sorular sordum. O da cevaplandırdı. Bu soruları hocam Ahmed efendiye de, daha önce sormuş ve az bir fark ile aynı cevapları almıştım.

Sonra, sekretere dedim ki, (Bu benzer kimseleri hazırlamanın hikmeti nedir?) Bana; (Biz bu usul ile onların düşünce kabiliyetlerini öğreniyoruz. Siyasi ve dini mevzularda, onlar ile mücadele etmemize yardımcı tedbirler bulmaya çalışıyoruz. Mesela, düşman askerlerinin hangi taraftan geleceğini bilirsen, ona göre hazırlanır ve askerlerini uygun yerlere yerleştirirsin ve onu perişan edersin. Fakat, onun ne taraftan saldıracağını bilmezsen, askerlerini her tarafa gelişigüzel dağıtır ve mağlup olursun. Aynen öyle, Müslümanların, getirecekleri delilleri bilirsen, onların delillerini çürütebilecek karşı deliller hazırlaman mümkün olur ve o karşı delillerle onların akidelerini sarsabilirsin) dedi.

Sonra, bin sayfalık bir kitap verdi. (Okuduktan sonra getirirsin) dedi.

Bakanlığın verdiği kitabı okuduktan sonra, devletime olan itimadım biraz daha arttı ve Osmanlı İmparatorluğunun bir asırdan daha az bir zaman içinde yıkılması planlarının hazırlandığını yakînen anladım. Müslümanlarla alakalı malumatım arttı. Onların nasıl düşündüğünü, onların zayıf noktalarını, kuvvetli noktalarını, ayrıca, kuvvetli noktalarını zayıf nokta haline getirmenin usullerini iyice öğrenmiş oldum.

Kitap, (Müslümanların zayıf noktaları) olarak, zikir ettiği yukarıdaki maddelerden sonra, Müslümanları, dinleri olan İslamiyet’in maddi ve manevi üstünlüğünden cahil bırakmanın lazım olduğunu tavsiye ediyordu.

Kitabın, bozulup yok edilmesini emrettiği kuvvet noktaları da şunlardır:
1- İslam, ırk, dil, örf, âdet ve milliyetçilik taassubunu ortadan kaldırmıştır.
2- Faiz, ihtikâr, zina, içki ve domuz eti yasaktır.

3- Müslümanlar, sımsıkı bir şekilde âlimlerine bağlıdırlar.
4- Sünniler Halifeyi Peygamberin vekili olarak kabul eder. Allah’a ve Peygambere gösterilmesi lazım olan hürmeti, ona da göstermenin farz olduğuna inanırlar.

5- Cihad farz derler.
6- Şiilere göre, gayrimüslimler ve Sünniler necistir.

7- Bütün Müslümanlar, İslam’ın biricik hak din olduğuna iman ederler.
8- Yahudi ve Hıristiyanların Arap yarımadasından çıkarılmasının farz olduğuna inanırlar.
9- İbadetlerini, mesela (namazı, orucu, haccı...) çok güzel bir şekilde eda ederler.

10- Şiiler, İslam ülkesinde kiliselerin inşasının haram olduğuna inanırlar.
11- Müslümanlar, İslam akidesine sımsıkı bağlıdırlar.

12- Şiiler, (Humüs)ün yani ganimetin beşte birinin âlimlere verilmesini farz bilirler.
13- Müslümanlar, çocuklarını öyle büyütüyorlar ki, ecdatlarının yolundan ayrılmaları mümkün değildir.

14- Müslüman kadınlar, o kadar örtünüyor ki, onlara fesadın bulaşması çok zordur.
15- Müslümanları her gün beş defa bir araya getiren, cemaat namazları vardır.

16- Ali ve salihlerin kabirleri mukaddes olduğu için, oralarda da toplanırlar.
17- Peygamberlerinin neslinden gelen Seyyid ve şerifler Peygamberi hatırlatırlar.

18- Vaizler, müslümanların imanlarını kuvvetlendirir ve ibadete teşvik ederler.
19- Emr-i bil-maruf ve nehy-i anil-münker farzdır.

20- Müslümanların çoğalması için, evlenmek ve çok kadın nikah etmek sünnettir.
21- Müslüman için, bir insanı İslam’a getirmek, bütün dünyaya sahip olmaktan iyidir.

22- Müslümanlar arasında, (Kim hayırlı bir çığır, bir yol açarsa, onun sevabına ve o yolda giden her insanın kazandığı sevaplara nail olur)hadisi meşhurdur.

23- Müslümanlar, Kur’ana ve hadislere çok büyük hürmet gösterirler. Onlara tâbi olmanın, Cennete girmeye biricik sebep olduğuna inanırlar.

Kitap, Müslümanların kuvvetli noktalarını bozup, zayıf noktalarını yaymayı tavsiye ediyor ve bunu yapabilmek için, gerekli yolları sıralıyor.

Zayıf noktaları yaymak için şunları yapmalıyız:
1- Cemaatlerin, aralarına düşmanlık sokup, suizannı aşılayarak, bölücülüğü teşvik eden kitaplar yayınlamak suretiyle, ihtilafları yerleştireceğiz.

2- Okulların açılmasını, kitapların yayınlanmasını men etmeliyiz. Yakılması ve yok edilmesi mümkün olan din kitaplarını yakıp yok etmeliyiz. Din adamları hakkında muhtelif iftiralar uydurmakla, Müslümanları, çocuklarını dini okullara vermekten vazgeçirerek, cahil kalmalarını sağlamalıyız.

3-4- Onların yanında Cenneti övüp, dünyaya önem vermemeyi teşvik etmeliyiz.
5- Hükümdarları zulüm ve diktatörlük yapmaya teşvik etmeliyiz.

6- İdam cezasını kaldırmak. Gaspçıları, hırsızları cezalandırmaktan hükümeti alıkoymak ve anarşistleri silahlandırarak, bu işi yapmalarını teşvik etmek ve güvensizliği yaymak için çalışmalıyız.

7- Şu şekilde, onların hastalık içinde yaşamalarını sağlayabiliriz:
Her şey Allah’ın kaderi ile olur. Tedavinin iyileşmede hiçbir tesiri yoktur. Allah Kur’anda, (Rabbim beni yedirir ve içirir. Hasta olduğum zaman da, O bana şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek Odur) [Şuara 79-80-81] dememiş mi? Öyleyse, Allah’ın iradesi dışında kimse, ne şifa bulur ve ne de ölümden kurtulur diyerek tedaviden uzaklaştırmak gerekir.

8- Zulmü temin için, İslam, ibadet dinidir. Onun devlet işleriyle ilgisi olmaz demeli.

9- İktisadi çöküntü de, bahsi geçen zararlı işlerin tâbii bir neticesidir. Mahsulleri çürütmek, ticaret gemilerini batırmak, çarşıları yakmak, bentleri, barajları yıkıp ziraat sahalarını ve sanayi merkezlerini su altında bırakmak ve içme suyu şebekelerine zehir katmak suretiyle tahribatı arttırmalıdır.

Yukarıdaki 9. maddeyi okuyunca, tarihte bilinen meşhur Edirne, İstanbul ve Babıali yangınlarını hatırladık. Bakın o tarihlerden itibaren nasıl yangınlar olmuş. Bu kadar yangın tesadüf mü, yoksa casuslar mı yaptı? Ansiklopedilerdeki bilgiler şöyle:

* İstanbul, 24 Temmuz 1660 Cumartesi günü tarihinin en büyük yangın felaketine uğradı. Öyle ki 49 saat içinde şehrin üçte biri kül oldu. Yangın Unkapanı semtinde başlayarak, Topkapı Sarayı yönüne, Aksaray’dan surlara doğru ve Fatih semtine yayıldı. Deniz kenarındaki surların tepesinden aşarak, Marmara kıyılarında bulunanların üzerine kıvılcımlar sıçradı. En az 4000 kişinin öldüğü bu yangında 80.000 ev kül oldu. Yangında su yolları kapandı ve fırınlar çalışmadığı için, halkın büyük bir kısmı aç ve susuz kaldı. Sultan Dördüncü Mehmed Hanın büyük gayretleri ve yardımlarıyla iki ay içinde Anadolu’dan getirilen ustalarla yanan binaların yerlerine yenileri yaptırıldı. Bu yangında 360 cami ve mescit, 40 hamam, 100 han ve kervansaray, 100 depo, yüzlerce konak, okul, medrese, tekke yanmıştı.

* 5 Eylül 1693’de Ayazma Kapısında çıkan yangında; 18 cami, 19 mescit, 17 ilkokul, 10 medrese ve tekke, 11 hamam, 12 fırın, 2517 ev, 1146 dükkan birçok han ve depo yandı.

* 1700 senesinde, Edirne 350 bin nüfusu ile dünyanın en büyük birkaç şehrinden biriydi. Bunlar; İstanbul, Paris, Londra ve Edirne idi. On sekizinci asırdan itibaren gerilemeye başladı. 1745 senesinde çıkan büyük bir yangınla 60 mahalle kül oldu. 1751 yangını da 1745’deki yangın şiddetindeydi.

* 28 Eylül 1755’de İstanbul’da Hoca paşa semtinde çıkan yangın, dört kola ayrılarak büyük bir âfet hâline geldi. Yaklaşık otuz altı saat süren yangın sonunda Paşa kapısı da yandığından, sadâret dairesi bir müddet Kadırga Limanındaki Esma Sultan Sarayına nakledildi.

* 6 Temmuz 1756’da, Sultan Üçüncü Osman devrinin ikinci büyük yangını oldu. Bu yangın İstanbul’un dörtte üçünü kül hâline getirdi. Cibâli taraflarında başlayan yangın, on üç kola ayrıldı. Unkapanı, Süleymaniye tarafları, Vefa’dan itibaren Şehzadebaşı, eski yeniçeri odaları, Langa tarafları, Zeyrek, Saraçhane, Etmeydanı, Aksaray, Davutpaşa İskelesi, Fatih, Sultanselim, Ali Paşa Çarşısı, Aya kapısı semtleri harabe hâline geldi.

* 7 Temmuz 1795 gecesi çıkan yangında İstanbul’un mal depoları büyük ticarethaneleri yandı. Uğranılan zarar tahmini olarak o zamanki Osmanlı Devletinin iki yıllık geliri kadardı.

* 1908, 1911, Mart ve 13 Haziran 1918’de çıkan dört yangın Sultanselim, Fatih, Halıcılarda büyük zararlara sebep oldu. Harp içinde olan devlet bunların yerine hemen yenisini yaptıramadığından uzun yıllar yanık yerler öyle kaldı.

* Babıali Yangınları: Osmanlı Devletinin idari merkezi olan Babıali'nin; 1740, 1755, 1808, 1826 ve 1839 senelerinde tamamen, 1878 ve 1911 senelerinde ise kısmen yanmasına sebep olan yangınlardır.]

10- Devlet adamlarını, kadın ve spor gibi fitneye ve parçalanmaya sebep olacak arzulara, içki, kumar, rüşvete ve hazine mallarını, kendi şahsi işlerinde harcamaya alıştırmak, vazifelileri bu işleri yapmaya teşvik edip, bize hizmet edenleri ödüllendirmek lazımdır. Bu işlerle vazifeli ingiliz casuslarını, gizli ve açık olarak korumak, onlardan Müslümanların eline geçenleri kurtarmak için, her çeşit masrafı yapmak lazımdır.

11- Faizin her şeklini yaymak lazımdır. Zira faiz, milli ekonomiyi harap ettiği gibi, Müslümanları, Kur’anın ahkamına karşı gelmeye de alıştırır. Zira insan, bir kanunun bir maddesini ihlal edince, artık diğer maddelerini de ihlal etmesi kolay olur.

12- Âlimlere kötü isnatlarda bulunup, aleyhlerine adi ithamlar uydurarak, Müslümanların onlardan soğumalarını temin etmek lazımdır. Casuslarımızın bir kısmını, onların kıyafetine sokacağız. Sonra, bunlara çirkin işler yaptıracağız. Böylece bunlar, âlimler ile karışmış olacak ve her âlimden şüphe edilecek. Bu casusları, El-Ezhere, İstanbul’a, Necef ve Kerbela’ya sokmak zaruridir. Müslümanları âlimlerden soğutmak için okullar, kolejler açacağız. Buralarda, Rum ve Ermeni çocuklarını, Müslümanlara düşman olarak yetiştireceğiz. Müslüman çocuklarına da kendi ecdatlarının cahil olduklarını aşılayacağız. Bu çocukları, Halife ve âlimler ve devlet adamlarından soğutmak için, onların hatalarını, kendi zevkleri ile meşgul olduklarını, Halifenin cariyelerle vakit geçirip, halkın malını kötü yollarda kullandığını, hiçbir işte Peygambere uymadıklarını aşılayacağız.

13- İslam’ın, kadına hakaret ettiğini yayacağız. Feminizmi savunacağız.
14- Pislik, susuzluğun neticesidir. Suyun arttırılmasına mani olmaya çalışmalıyız.

Müslümanların kuvvetli noktalarını tahrip etmek için:
1- Müslümanların arasında, ırkçılık ve milliyetçiliği körükleyecek ve onların dikkatlerini, İslamiyet’ten önceki kahramanlıklarına çekeceksiniz. Mısır’da Firavunluğu, İran’da Mecusiliği, Irak’ta Babilliliği, Osmanlıda Attila ve Cengiz vahşetini canlandıracaksınız

2- Şu dört şeyi, gizli açık yaymak lazımdır: İçki, kumar, zina ve domuz eti [ve spor kulüplerinin birbirleri ile kavgaları]. Bu işi yapmak için, İslam ülkelerinde yaşayan Hıristiyan, Yahudi, Mecusi ve diğer gayrimüslimlerden azami derecede istifade etmek ve bu iş için çalışanlara Sömürgeler bakanlığının bütçesinden bol maaş bağlamak lazımdır. Bunun için, siyasi fırkaların ve spor kulüplerinin çoğalmasını sağlayacağız. Partileri ve kulüpleri birbirlerine düşman yapacağız. Birbirleri ile uğraşacaklar, din kitabı okumaya, dinlerini öğrenmeye vakit bulamayacaklardır. Avladığımız kimselere günlük gazete, dergi çıkartacağız. Gazetelerini, dergilerini, bol para ile, menfaatler ile besleyeceğiz. Satın aldığımız kimseleri, kurtarıcı, kahraman gibi isimlerle meth ettireceğiz. İslam dinini ve ahkam-ı İslamiyeye bağlı olan idarecileri kötületeceğiz. Din terbiyesinin kaynağı olan aile yuvalarını yok edeceğiz. Bunun için, spor, güreş ismi altında, avret mahalleri, edep yerleri açık kız ve oğlan resimleri yayınlayarak, gençleri fuhşa, eşcinselliğe, cinsi sapıklığa sürükleyeceğiz. İslam ahlakını bozunca, İslamiyet’i yok etmek kolay olur. Çok cami yapacağız. Fakat, camilerde, hocaları değil, misyonerleri ve mezhepsizleri konuşturacağız. İslam müziği ismi altında, çalgıları, şarkıları, radyoları camilere sokacağız. Camileri birer tuzak olarak kullanacağız. Camilere giden ve kadınları örtünen devlet memurlarını ve subayları, casuslarımız tespit edecek, bunlar, vazifelerinden uzaklaştırılacaklardır. Ahkam-ı İslamiyeye uyan gençler, üniversitelere alınmayacak, girmiş olanların diploma almaları engellenecektir. Sekreter, bu bilgileri gizli tutmamızı, Necdli Muhammed’den de saklamamızı sıkı tembih etti. Ben de bu hatıralarımı mahkemeye vererek, elli yıldan önce açılmamasını vasiyet ettim.

3- Cihadın geçici bir farz olduğunu, vaktinin son bulduğunu telkin edeceksiniz.
4- Şiilerin kalblerinden, kâfirlerin necis olduğu fikrini çıkaracaksınız.

5- Müslümanlara, İslam'dan kastın mutlak din olduğunu ve bu dinin Yahudilik ve Hıristiyanlık olabileceğini, sadece İslamiyet’in olmadığı inancını aşılayacaksınız.

6- Kilise yapmanın haram olmadığını, Peygamber ve Halifeleri onları yıkmadığını, bilakis onlara hürmet gösterdiğini, İslam’ın ibadethanelere hürmetkâr olduğunu, onları yıkmadığını, yıkanlara mani olduğunu çokça söyleyeceksiniz.

7- (Yahudileri Arap yarımadasından çıkarın) ve (Arap yarımadasında iki din olmaz) hadisleri hakkında, Müslümanları şüpheye düşüreceksiniz, zayıf veya uydurma diyeceksiniz. Hadislere şüphe ile bakılmasını sağlayacaksınız.

8- Müslümanları, ibadetlerinden men etmeye çalışacak ve (Allah insanların ibadetlerine muhtaç değildir) diyerek, onları ibadetlerin faydaları hakkında tereddüte düşüreceksiniz. Hacca gitmek ve cemaat ile namaz kılmak gibi, onları bir araya getiren ibadetlerden men edeceksiniz. Aynı şekilde, camilerin, türbelerin ve medreselerin inşasına mani olmaya çalışacaksınız.

9- Harpte düşmandan ganimet olarak alınan malın beşte birinin [Humusun], âlimlere verilmesini şüphelendirecek ve bunun ticaret kazancıyla bir ilgisinin olmadığını izah edeceksiniz.

10- Müslümanların akidelerine bid’atler sokup, İslam’ı gericilik ve terör dini olmakla itham edeceksiniz. İslam memleketlerinin geri kaldığını, sarsıntılara maruz kaldığını söyleyecek ve böylece onların İslam’a olan bağlılıklarını zayıflatmış olacaksınız.

11- Çocukları babalarından uzaklaştırıp, büyüklerinin dini terbiyelerinden mahrum kalmalarını sağlayacaksınız. Onları, biz yetiştireceğiz. Binaenaleyh, çocuklar babalarının terbiyelerinden koptukları an, akideden, dinden ve âlimlerden kopmaya mahkum olacaklardır.

12- Kadını tahrik edip, örtüsünü açmasına sebep olacaksınız. Kadını açtıktan sonra, gençleri tahrik edip, her ikisinin arasında fesat hasıl olması için çalışacaksınız! İslam’ı yok etmek için, bu iş, çok etkilidir. Önce bu işi gayrimüslim kadınlara yaptıracaksınız. Sonra, Müslüman kadın kendiliğinden bozulup, bunların yaptığını yapacaktır.

13- Cami imamlarının fâsık, sapık olduklarını yayarak cemaat ile namazı ortadan kaldıracaksınız.

14- Bid’at olduğu gerekçesiyle, türbelerin hepsinin yıkılması lazımdır diyeceksiniz.

15- Seyyidlerin, Peygamberlerinin soyundan geldikleri hususunda insanlar tereddüde düşürülecek. Seyyid olmayanlara fellahlara, zencilere yeşil sarık giydirilip, seyyidlerin diğer insanlarla karışmaları temin edilecek. Böylece, insanlar bu hususta şaşırıp, Seyyidler hakkında suizanda bulunacaklar.

16- Vaizleri azaltmaya çalışılacaktır.

17- Müslümanlara hürriyet var diyerek, (Herkes dilediğini yapabilir. Emr-i maruf ve nehy-i münker ve İslam ahkamının öğretimi farz değildir) diyeceksiniz!

18- Müslümanların neslini azaltmak için, doğum kontrolü yapılacaktır ve birden fazla evliliği yasaklatacaksınız.

19- İslam’ın yayılması ve Müslüman olmayanlara öğretilmesi faaliyetleri kat’i surette men olunacak. İslam’ın yalnız Arapların dini olduğu fikri yayılacak.

20- Hayır kurumlarının hudutları daraltılacak ve devlete ait bir hâle getirilecek.

21- Müslümanları Kur’an hakkında şüpheye düşürecek ve içinde noksanlık ve fazlalık var, diyeceksiniz. Arap memleketleri dışında (Ezan), (Namaz) ve (Dualar)ın Arapça yapılmasını önleyeceksiniz. Hadisler hakkında da Müslümanlar tereddüte düşürülecektir. Bu zayıf, bu uydurma denecek. Hadislerin kaynak olması devreden çıkarılacak, yalnız Kur’an denilecektir.

(İslam’ı nasıl yıkabiliriz) isimli bu kitap, çok mükemmel idi. İleride yapacağım çalışmalar için, emsalsiz bir rehber idi. Sekretere kitabı iade edip, memnuniyetimi ifade ettiğimde, bana, (Bilmiş ol ki, bu meydanda, sen yalnız değilsin. Yaptığın işi yapan pek çok adamlarımız var. Bu işi yapmak için, şimdiye kadar bakanlığımız beş binden fazla adam vazifelendirmiş bulunmaktadır. Bakanlık bu sayıyı yüz bine çıkarmayı düşünüyor. Bu sayıya ulaştığımız zaman, Müslümanların hepsine hakim olacak ve bütün İslam ülkelerini ele geçirmiş olacağız) dedi.

Daha sonra, sekreter şunları söyledi:
(Sana şunu müjdelerim ki, bakanlığımızın bu programı gerçekleştirmesi için, en fazla, bir asırlık bir zamana ihtiyaç vardır. Biz o günleri görmesek bile, çocuklarımız görecektir. Şu atasözü ne kadar güzeldir: (Başkasının ektiğini yedim. Öyleyse, ben de başkaları için ekiyorum.) İngilizler, bunu yaptığı zaman, bütün Hıristiyan âlemini memnun etmiş ve onları 12 asırlık felaketten kurtarmış olacaktır.)

Sekreter sözlerine şöyle devam etti:
(Asırlarca devam eden Haçlı seferleri, hiçbir fayda sağlayamadı. Keza, Moğollar [Cengiz orduları] da, İslam’ın köklerini kazımak için bir şey yapmış sayılmaz. Çünkü onların yaptığı iş, plansızdı. Düşmanlıklarını ortaya koyacak, askeri işler yapıyorlardı. Bunun için, çok çabuk yoruldular. Fakat şimdi, hükümetimizin değerli idarecileri, İslam’ı çok ince bir plan ve uzun bir sabırla içten yıkmak için çalışıyorlar. Askeri güç kullanmamız da lazımdır. Fakat bu iş, son aşamada, yani İslam’ı yiyip bitirdikten ve her tarafından balyozlayıp, bir daha toparlanamaz, bizimle savaşamaz hâle geldikten sonra gelir.)

Sekreter sözlerini şöyle bitirdi:
(İstanbul’daki büyüklerimiz, çok akıllı ve zeki imişler, ki bizim planımızın aynını uygulamışlar. Ne yapmışlar: Müslümanların arasına sokulup, onların çocukları için, medreseler açmışlar, Kiliseler inşa etmişler. Onların arasında, içkiyi, kumarı, fıskı, futbolu çok güzel bir şekilde yaymayı başarmışlar. İslam gençliğini, dinleri hakkında şüpheye düşürmeye, kendi hükümetleri ile aralarına münakaşa ve muhalefet sokmaya, her tarafta anarşiyi yaygınlaştırmaya, amirlerin, müdürlerin, devlet adamlarının evlerini Hıristiyan kadınları ile doldurarak, ahlaklarını bozmaya çalışmışlardır. Biz de, bu şekilde hareket ederek, onların kuvvetlerini kıracağız, dinleri ile olan irtibatlarını sarsacağız, ahlaklarını bozacağız. Birlik ve beraberliklerini yok edeceğiz. Sonra, ani bir savaş başlatıp, İslam’ın kökünü kazıyacağız.)

Sekreter ikinci sırrı da açıkladı
Birinci sırrın tadını tattıktan sonra, ikinci sırrı da öğrenmek için, can atıyordum. Nihayet bir gün sekreter, söz verdiği ikinci sırrı da açıkladı. İkinci sır, bir asırlık bir zaman içinde İslam’ı yok edip unutturmak gayesi ile, bakanlıkta bu iş için çalışan yüksek rütbeli İngilizlere mahsus hazırlanmış, elli sayfalık bir plan dergisi idi. Bu planlar 14 maddede toplanmıştı. O planlar şunlardı:
1- Buhara’yı, Tacikistan’ı, Ermenistan’ı, Horasan ve etrafını istila etmek için, Rus çarı ile çok iyi bir ittifak ve yardım anlaşması kurmamız lazımdır.

2- İslam âlemini, hem içerden, hem de dışarıdan yıkmak için, Fransa ve Rusya ile, işbirliği yapmamız lazımdır.

3- Türk-İran hükümetleri arasına çok şiddetli ihtilaflar sokup, her iki tarafta milliyetçilik ve ırkçılık fikirlerini kuvvetlendirmemiz lazımdır. Ayrıca, birbirine komşu bütün Müslüman kabile ve milletlerin arasına ve Müslüman ülkeler arasına düşmanlık sokmamız lazımdır. Halkı gruplara bölmek, eskileri dahil, bütün bozuk mezhepleri ihya edip, canlı tutmak ve birbirine düşürmek lazımdır.

4- İslam ülkelerinden bazı parçaları gayrimüslimlerin eline vermek lazımdır. Mesela: Medine’yi Yahudilere, İskenderiye’yi Hıristiyanlara, İmareyi Saibeye, Kermanşahı Ali’yi ilahlaştıran Nusayrilere, Musulu Yezidilere, İran körfezini Hindulara, Trablusu Dürzilere, Karsı Ermenilere, Maskatı Haricilere vermek lazımdır. Sonra, bunları, para, silah ve gerekli bilgilerle takviye etmek gerekir ki, bunlar İslam’ın vücudunda birer diken olsun. İslam iyice yıkılıp kayboluncaya kadar, bunların yerlerini genişletmek lazımdır.

5- Osmanlı ve İran’ı, birbirleriyle hiç anlaşamayan ufak mahalli devletlere bölmeyi planlamak lazımdır. Hindistan’ın şimdiki hâli gibi. Zira, şöyle bir nazariye var: (Parçala, hükmet, parçala, mahvet)

6- İslam’ın bünyesinde, tahrif edilmiş din ve mezhepler ihdas etmek lazımdır ve ihdas edeceğimiz bu dinlerin her birinin bir memleketin insanlarının heva ve hevesine uygun olması için, çok ince bir plan yapmalıyız.

7- Zina, homoseksüellik, içki ve kumar ile, halk arasına fitne ve fesat tohumları saçılacak. Bunun için, bu memleketlerde yaşayan gayrimüslimler kullanılacak.

8- İslam ülkelerinde zalim liderler yetiştirmeye, bunları hükümetin başına geçirerek, İslamiyet’e uymayı yasaklayan kanunlar çıkarmaya azami önem vermek lazımdır. Onları kullanıp, bakanlığın yap dediğini yapacak, yapma dediğini yapmayacak duruma getirmeliyiz. Onların vasıtası ile Müslümanlara ve İslam ülkelerine isteklerimizi kanun zoru ile yaptırmalıyız. İslamiyet’e uymayı suç, ibadet yapmayı gericilik haline getirmeliyiz. Müslüman ülkelerdeki hükümet adamlarını, mümkün olduğu kadar aslı gayrimüslimlerden seçtirmeliyiz. Bunu yapmak için, bazı ajanlarımızı sureten Müslüman, din adamı şekline sokup, isteklerimizi icra etmek için, yüksek makamlara getirmeliyiz.

9- Mümkün mertebe Arapça’nın öğretilmesine mani olacaksınız. Arapça’nın dışındaki dilleri, yayacaksınız. Arap ülkelerinde, yabancı diller, ihya edecek ve Kur’an ile Sünnetin dili olan fasih Arapça’yı yok etmek için, mahalli lehçeleri yayacaksınız.

10- Devlet adamlarının etrafına adamlarımızı yerleştirip, onların vasıtası ile, bakanlığımızın arzularını tatbik etmek için, onları bu devlet adamlarının müsteşarları haline getirmeliyiz. Bu işin en kolay yolu, köle ticaretidir: Köle ve cariye olarak göndereceğimiz casusları, evvela layıkı ile yetiştireceğiz. Sonra, Müslüman devlet adamlarının yakınlarına, mesela onların çocuklarına, hanımlarına ve onların indinde hatırı sayılır insanlara satmalıyız. Sattığımız bu köleler, tedrici olarak, devlet adamlarına yaklaşacaklardır. Onların anneleri ve mürebbiyeleri olup, bileziğin bileği ihata ettiği gibi, onlar da, Müslüman devlet adamlarını ihata edeceklerdir.

11- Misyonerliğin sahasını genişletip, her sınıf ve mesleğe bilhassa doktor, mühendis, muhasebeci v.s. gibi mesleklere sokmalıyız. İslam ülkelerinde kilise, okul, hastane, kütüphane ve hayır kurumları ismi altında propaganda, yayın merkezleri açmalı ve bunları, İslam ülkelerinin dört bir bucağına yaymalıyız. Milyonlarca Hıristiyan kitaplarını bedava dağıtmalıyız. İslam tarihinin yanında, Hıristiyan tarihini, devletler hukukunu da neşir etmeliyiz. Kilise ve manastırlara rahib ve rahibe ismi altında casuslarımızı yerleştirmeliyiz. Bunları vasıta olarak kullanıp, Hıristiyan hareketlere rehberlik yapmalarını temin etmeliyiz. Müslümanların her hareket ve fikirlerini öğrenip bize aktarmalarını temin etmeliyiz. İslam tarihini bozup, tahrif edecek ve Müslümanların ahval ve dinlerini iyice öğrendikten sonra, onların bütün kitaplarını imha edecek, İslam ilimlerini yok edecek, profesör, ilim adamı, araştırmacı gibi isimler altında, bir Hıristiyan ordusu kurmalıyız.

12- Kız, erkek, bütün İslam gençliğinin kafasını karıştırıp, İslamiyet hakkında şüphe ve tereddüte düşmelerini temin etmeliyiz. Okul, kitap, mecmua [spor kulüpleri, sinema filmleri, televizyon] ve bu iş için yetiştirilmiş elemanlarımızın vasıtası ile, onların ahlaklarını sıfıra indirmeliyiz. Yahudi, Hıristiyan ve bütün gayrimüslim gençleri, onları avlamak için, birer tuzak olarak yetiştirmek için, gizli örgütler açmalıyız!

13- İç savaş ve ayaklanmaları teşvik etmeli ve kendi aralarında ve gayrimüslimler ile daima mücadele halinde olmalarını temin etmeliyiz ki, kuvvetleri zail olsun, genç ve faal olanları ortadan kalksın. Barış ve huzur, yerini ihtilale bıraksın.

14- İktisatları tahrip edilecek, gelir kaynakları, ziraat sahaları bozdurulacak, su bentleri yıktırılacak, ırmaklar kurutulacak, tembellik yaygınlaştırılacak, tembeller için, oyun yerleri açılacak. Uyuşturucu madde, içki, yaygın bir hale getirilecektir.

Bana bu muhteşem vesikanın bir kopyasını verdiği için, sekretere teşekkür ettim.

Abdülvehhab oğlunun kabul ettiği, Bakanlığın 6 maddelik ince planı
Londra’da bir ay daha kaldıktan sonra, tekrar Necdli Muhammed ile görüşmek üzere, Irak’a gitmek için emir aldım. Sefere çıkarken, sekreter bana dedi ki:
(Necdli Muhammed hakkında bir ihmalkârlık yapmayasın! Casuslarımızın gönderdikleri raporlardan anlaşıldığı gibi o, planlarımızı gerçekleştirmek için çok uygun bir ahmaktır. Onunla açık konuş! İsfahan’da ajanlarımız, onunla açıkça konuşmuş, o da, isteklerimizi bir şart ile kabul etmiştir. Onun şartı şudur: Görüşlerini açıklayınca, kendisine saldırması muhakkak olan, devlet adamlarından ve âlimlerden kendini korumak için, kâfi derecede mal ve silahla takviye edilmesi, memleketinde kendisine küçük de olsa, bir beylik kurulmasıdır. Bakanlık da, bu şartları kabul etmiştir.)

Bu haberin verdiği sevinçle, az daha uçacaktım. O zaman, sekretere bu hususta, ne yapmam gerektiğini sordum. Cevabında, (Necdli Muhammedin tatbik etmesi için, bakanlık ince bir plan hazırlamıştır, şöyle ki:
1- Bütün Müslümanları, tekfir edip, onları öldürmenin, mallarını ellerinden almanın, namuslarına tecavüzün, erkeklerini köle, hanımlarını cariye yapıp, köle pazarlarında satmanın helal olduğunu söyleyecek.

2- Hac ibadetini ortadan kaldırmak için, kabileleri hacılara saldırtıp, mallarını ellerinden almaya ve onları öldürmeye teşvik edecek.

3- Müslümanları, Halifeye itaat etmekten men etmeye çalışacak. Onları Halifeye karşı isyan etmeye teşvik edecek ve bu iş için, ordular hazırlayacak.

4- Mekke, Medine ve diğer İslam ülkelerinde bulunan türbe, kubbe ve mukaddes yerlerin put ve şirk olduklarını söyleyerek, yıkılmalarının lazım olduğunu ilan edecek.

5- İslam ülkelerinde mümkün mertebe ihtilal, zulüm ve anarşiyi temin edecek.

6- Tahrif edilmiş bir Kur’an neşretmeye çalışacak.

Sekreter, yukarıdaki altı maddelik planı söyledikten sonra dedi ki:
(Bu büyük program seni korkutmasın. Çünkü vazifemiz, İslamiyet’i yok etme tohumunu atmaktır. Bu işi tamamlayacak nesiller gelecektir. İngiliz hükümeti, sabretmeyi ve adım adım yürümeyi âdet edinmiştir.)

Bir kaç gün sonra, Bakan ve sekreterden izin aldım, aile ve dostlarıma veda ettim. Basra’ya doğru yola çıktım. Yorucu bir seferden sonra, nihayet geceleyin Basra’ya vardım. Abdürrızanın evine gittim, uyandırdım. Beni görünce, çok sevindi. Beni ağırladı. O gece, orada kaldım. Sabahleyin bana (Necdli Muhammed bana uğradı ve sana bu mektubu bırakarak gitti) dedi. Mektubu açtım. Memleketi olan Necd’e gittiğini ve adresini yazıyordu. Ben de hemen oraya doğru yola çıktım. Son derece meşakkatli bir yolculuktan sonra, oraya vardım. Onu evinde buldum.

Biz aramızda, benim onun kölesi olduğumu ve beni bir yere gönderdiğini, şimdi de geri döndüğümü herkese söylemek için anlaştık. Beni böyle bildirdi.

Onun yanında iki yıl kaldım. Davetini ilan etmek için bir program hazırladık. Nihayet, 1730’da, onun azmini kuvvetlendirdim. O da, kendine yardımcı topladıktan sonra, kapalı bazı cümlelerle davetini kendine çok yakın olanlara anlattı. Sonra, davetini günbegün genişletti. Onu düşmanlarından korumak için, etrafına muhafızlar koydum. Ve onlara istedikleri kadar mal ve para verdim. Düşmanları tecavüz etmek istediği zaman, muhafızların gayretlerini arttırıyordum. Ve onları manen destekliyordum. Daveti yayıldıkça, muhalifleri çoğalıyordu. Kendisine fazla hücum yapıldığı zaman, davetten vazgeçmek istiyordu. Ama onu yalnız bırakmıyor, azmini kamçılıyordum. Ona, (Peygamber senden daha fazla eziyet gördü. Biliyorsun, bu şeref yoludur. Her devrimci gibi, biraz meşakkate tahammül etmelisin!) diyordum.

Biz daima düşmanların hücumuna uğrayabilirdik. Onun muhaliflerine karşı, parayla aldığım casuslar koydum. Düşmanları ona bir zarar yapmak istediğinde, onlar beni haberdar ediyor, ben de, zararlarını tesirsiz hâle getiriyordum. Bir sefer, düşmanların onu öldürmek istedikleri haberini aldım. Hemen, onların hazırladıklarına mani olmak için, gerekli tedbirleri aldım. İnsanlar, düşmanlarının ona böyle bir şey yapmak istediklerini duyunca, onlardan nefret etmeye başladılar. Böylece, kazdıkları kuyuya kendileri düştüler.

Planın 6 maddesini icra edeceğini bana vaad etti, (Şimdilik, bunlardan ancak bir kısmını yerine getirebilirim) dedi. Bu sözünde haklı idi. O zaman, hepsini yapması mümkün değildi. Tahrif edilmiş bir Kur’an neşir etmeyi de red etti. Bu hususta, en çok Mekke’deki Şeriflerden ve İstanbul’daki hükümetten korkuyordu. Bana, (Bu hususu açıkladığımız taktirde, kuvvetli bir ordunun hücumuna maruz kalacağız) dedi. Onun mazeretini kabul ettim. Zira, doğru söylüyordu. Şartlar müsait değildi.

Birkaç yıl sonra, Sömürgeler bakanlığı, Deriye emiri Muhammed bin Süudu da safımıza çekmeye muvaffak oldu. Bana bunu haber vermek ve her iki Muhammedin arasında muhabbet ve muaveneti tesis etmek için, bir haberci gönderdi. Müslümanların kalblerini ve itimatlarını, dini yoldan temin için, Necdli bizim Muhammed’den, siyasi yoldan temin için de, Muhammed bin Süuddan istifade ettik.

Böylece, devamlı, kuvvetlendik. Deriye şehrini merkez yaptık. Din olarak da VEHHABİLİK dinini tesis ettik. Bakanlık, yeni vehhabi hükümeti gizlice destekliyor ve takviye ediyordu. Yeni hükümet, Arabcayı ve çöl muharebesini çok iyi öğrenmiş 11 ingiliz subayını köle ismi altında satın aldı. Planları, bu subaylarla beraber hazırlıyorduk. Her iki Muhammed de, gösterdiğimiz yolda yürüyorlardı. Bakanlığın özel bir emri olmadığı zaman, konuları biz karara bağlıyorduk.

NOT: Bu kitabı dikkat ile okuyan, İslam’ın en büyük düşmanının, İngilizler olduğunu anlayacak, şimdi bütün dünyadaki Müslümanlara saldıran vehhabiliği, İngilizlerin kurduğunu ve onları beslemekte olduğunu iyi öğrenecektir. Seyyid Abdülhakim efendi buyuruyor ki:
(İslam’ın en büyük düşmanı İngilizlerdir. İslamiyet’i bir ağaca benzetirsek, başka kâfirler, fırsat bulunca, bu ağacı dibinden keser. Müslümanlar da, bunlara düşman olur. Fakat, bu ağaç bir gün filiz verebilir. İngiliz böyle değildir. Bu ağaca hizmet eder. Besler. Müslümanlar da, onu sever. Fakat, gece kimse anlamadan köküne zehir sıkar. Ağaç öyle kurur ki, bir daha süremez. Vah vah çok üzüldüm, diyerek Müslümanları aldatır. İngiliz’in, İslam’a böyle zehir salması demek, para, mevki ve kadın gibi, nefsani arzular karşılığında satın aldığı yerli münafıkların, soysuzların elleri ile, İslam âlimlerini, İslam kitaplarını, bilgilerini ortadan kaldırmasıdır.)

 İLAVE DİKKAT EDİLECEK ÖZETLER :
İngilizler, mağrûr ve kibrlidir. Onlar, kendi şahslarını ve vatanlarını ne kadar hurmete lâyık görürse, diğer insanları ve memleketleri de, o derece aşağı görürler.

İngilizlere göre insanlar üç kısma ayrılır: Birincisi, İngilizler olup, Allahın insân olarak yaratdığı en mükemmel mahlûkun, kendileri olduğunu söylerler. İkincisi, beyâz renkli Avrupalı ve Amerikalılardır. Bunların da, hurmete lâyık olabileceklerini kabûl ediyorlar. Üçüncü kısm ise, birinci ve ikinci kısmın hâricinde kalan insânlardır. Bunlar, insân ile hayvan arasında bir mahlûkdur. Bunlar, hurmete lâyık olmadıkları gibi, hürriyyet, istiklâl ve vatan bunlar için değildir. Bunlar, bilhâssa İngilizler tarafından idâre edilmek için yaratılmışlardır.
İslâm düşmanlığı, zulm, istibdât, hîle ve hıyânet üzerine kurulan İngiliz imperatorluğu, kendisine (üzerinde güneş batmayan devlet) ünvânını vermişdi. Kanada, Güney Afrika, Yeni Zelanda, Fiji, Pasifik adaları, Papua, Tonga, Avustralya, İngiliz Belucistanı, Birmanya, Aden, Somali, Borneo, Brunei, Sarawak, Hindistân, Pâkistân, Bengladeş, Malezya, Endonezya, Hong-Kong, Çinin bir kısmı, Kıbrıs, Malta, 1300 [m. 1882] de Mısr, Sûdan, Nijer, Nijerya, Kenya, Uganda, Zimbabve, Zambia, Malawi, Bahama, Greneda, Guyana, Bostwana, Gambia, Gana, Sierro Leone, Tanzanya, Singapur gibi devletler İngilizlerin hegemonyası içine alındı. Bu dünyâ devletleri, hem dinlerini, dillerini, örf ve âdetlerini gayb etdiler. Hem de yeraltı ve yerüstü zenginlikleri İngilizler tarafından sömürüldü.
Bunları yapan ve yaptıranda kendilerini hiristiyan ingiliz gibi gösteren Yahudilerdi.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder